29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını büyük bir gurur ve coşkuyla kutladık. Cumhuriyet sevincine KKTC, Azerbaycan ve tüm Türk dünyasından samimi katılım olduğunu, coşkunun paylaşıldığını görmek de ayrı bir mutluluk oldu.
Bugün de KKTC’nin ilanının 40. yıldönümündeyiz. Bu vesileyle Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıl boyunca Kıbrıs Türklerine yaklaşımını ve KKTC’nin ilanına giden süreci analiz etmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Bilindiği gibi son döneminde Kıbrıs’ı Birleşik Krallık’a kiralayan Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında savaşa katılınca İngilizler cezayı kesmiş ve 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs’ı tek taraflı ilhak etmişlerdi. Savaş sona erdikten sonra da bu statü kalıcı hale geldi. Kıbrıs artık Taç Müstemlekesi idi.
Cumhuriyetin ilk 25 yılında Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasındaki ilişki mesafeliydi. Türkiyeli öğretmenlerin adada görev alması önemliydi elbette ama Kıbrıs Türkleri kültürel ilişkiler dışında Ankara’nın gündeminde değildi.
Cumhuriyetin ikinci çeyrek asrının başında, 1948 yılında çeşitli illerde yapılan nümayişler sayesinde basında ve kamuoyunda bir Kıbrıs ilgisi oluşmaya başladı. Ankara’nın Kıbrıs meselesiyle yakından ilgilenmesi içinse, sorunun iyice alevlenmeye başladığı ve Lozan’da onaylanmış olan hakimiyet haklarının bir biçimde tartışma konusu olmaya başladığı 1950’li yılları beklemek gerekecekti. 1955 Londra Konferansı ile birlikte Türkiye ve Yunanistan bir anda kendilerini Kıbrıs sömürgeciliğinin kısmi tasfiye süreci içinde buldular. Bu tarihten itibaren Ankara, Kıbrıs masasına oturdu ve meseleye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu önderliğinde el atmaya başladı.
1959-1960 antlaşmalarının imzalanması ve 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinde rol oynayan Türkiye hem Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve anayasasının garantörü olacak hem de Kıbrıs’a 1878’den sonra ilk kez asker çıkarma hakkı elde edecekti. Ancak Ankara’nın Kıbrıs politikasının baş aktörleri olan Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Zorlu, 1960 darbesi sonrası idam edilince, imzalanan antlaşmaların kazanımlarını feda edecek 1963-1973 süreci başladı. Bu dönemde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemen ve eşit parçası olan Türkler devletten uzaklaştırıldı ve anayasal kazanımları ellerinden alınmaya başlandı. Makarios’un sinsi diplomasi ve tedhiş siyasasının da etkisiyle Ankara Kıbrıslı Türklerle bir olup ortaya tutarlı bir tez koyamadı ne yazık ki.
1973’te Cumhuriyetin 50. yılı kutlandıktan dokuz ay sonra, 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntasının Makarios yönetimine darbe yapması üzerine Türkiye garantör ülke olarak 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a askeri operasyon düzenledi. Böylece savaş sona eriyor, Kıbrıs iki bölgeye ayrılıyordu. Cumhuriyetin üçüncü çeyrek asrında Kıbrıs’ta başka önemli gelişmelerde yaşandı. Önce Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Kasım 1983’te ise KKTC ilan edildi.
Cumhuriyetin son çeyrek asrında Kıbrıs’ta atılan önemli adımların arkasında AK Parti’nin olduğunu teslim etmek gerekir.
100 yılın en önemli üç adımını özetlersek… Birincisi, Kıbrıs Türklerini sömürgeden kurtaran ve onları uluslararası antlaşmalarla devlet sahibi yapan 1959-1960 antlaşmalarının Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Zorlu’nun çabalarıyla imzalanmış olmalarıdır. İkincisi, 1974 yılında Başbakan Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Erbakan’ın Kıbrıs çıkarmasına karar vermesi ve iç çatışmanın sona erdirilmesi konusunda gösterdikleri iradedir. Üçüncüsü ise henüz sonuçlanmamışsa da önemli bir başka adımdır: 23 Nisan 2003 tarihinde Kıbrıs’ta kapıların açılması ve 24 Nisan 2004 tarihinde BM Planının kabul edilmesi. Bu son adımın atılmasında Erdoğan hükümetinin gösterdiği irade çok önemliydi.
Geldiğimiz noktada Kıbrıs Türkleri kimlikleri itibarıyla 100 yıllık Cumhuriyetin henüz tam başaramadığı demokrasi ve laiklik konusunda Türk dünyasının lideri konumdadır. Ancak Batı ülkelerindeki Türk dünyasına karşı olumsuz algının ortadan kalkmasında Kıbrıs Türklerinin Atatürkçülüğü, laikliği ve demokrasi konusundaki müktesebatı yeterince değerlendirilemiyor.