“Türkiye’deki seçimi değerlendirmeyecek misin?” diye soruyorlar...

     Türkiye televizyon kanallarında, dijital ve geleneksel gazetelerinde yığınla yorum, değerlendirme var.

      Türkiye’de yaşayan gazeteciler, uzmanlar, siyasiler, orasının gerçeklerini, dinamiklerini, hassas noktalarını, değerlerini mutlaka bizden daha iyi biliyordur.

      Bizim anlamakta zorluk çektiğimiz şeyleri onlar anlayabiliyor ve izahatını da yapabiliyordur.

      Bir yabancı olarak, orada yaşayanlar kadar değerlendirme yapma hakkını kendimde pek göremiyorum ama gelin görün ki ortada birçok çelişki ve duygusal yaklaşım var…

      Orada yaşayanların affına sığınarak şunu söyleyeyim; ister gazeteci, ister siyaset uzmanı, ister akademisyen isterse de aktif siyasetçi olsun, temenni ile gerçeği birbirine karıştırmak çok tehlikelidir, sonu hayal kırklığıdır…

      Maalesef Türkiye’de özellikle muhalefet ve muhalefeti destekleyen uzmanlarla gazeteciler yoğun olarak “temenni” üzerinden hareket etti.

     Adını “temenni” koymasalar da ortaya çıkan şey başka bir şey değildi.

     Temenni dediğin şey, bir şeyin gerçekleşmesini dilemektir.

     Dilemek, hayal etmekten önce gerçekçi olmak gerekir…

     Dün Türkiye’de televizyon kanalları da ikiye bölünmüştü adeta; iktidar yanlıları mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanacağını, muhalefet yanlıları da Kemal Kılıçdaroğlu’nun zafer elde edeceğini iddia ediyordu, neredeyse ortası yoktu. İnanın ikisi de itici, can sıkıcı… İsterseniz muhalefeti ele alarak devam edelim…

     Seçim sürecinde, bazı meslektaşlarım, bazı siyasiler, bazı başka uzmanlar Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’nun açık ara önce olduğunu, seçimi de öyle göğüsleyeceğini söylüyordu, hatta Türkiye’de yaşayan bazı arkadaşlarımı aradım, onlar da “bu iş bitti” diyordu.

     Bunu onlara söyleten şey, Türkiye’nin başta ekonomik sıkıntılar olmak üzere boğuştuğu çok sayıda soruna bağlıyor ve anketlerdeki sonuçları da referans olarak gösteriyordu.

     Onlara göre Türkiye’de mevcut konjonktür 21 yıllık iktidarın ve liderin sonunu getiriyordu, iktidarda olan bir partinin ve liderinin kaybetmesi için hemen her şey müsaitti.

      Görüntüde böyleydi belki ama ben hiçbir zaman bunun seçimi muhalefete rahat kazandıracağını düşünmedim.

       Seçimin hep ortada olduğunu, ikinci tura kalacağını ve mevcut cumhurbaşkanının daha fazla oy alacağını düşündüm hep…

      Türkiye’nin kendine özgü bir yapısı olduğunu, 21 yıl iktidarda kalan söz konusu partinin ve liderinin en zor zamanda bile öyle ya da böyle seçim kazanma stratejisi edindiğini, 21 yılda oluşturduğu tabanın her şeye rağmen kolay kolay ondan vazgeçmeyeceğini görebilmek zor mu?

     Kaldı ki iktidar bazı şeyleri gizli saklı da yapmıyor, her şey aleni, ortada…

     Böyle bir yapının karşısına defalarca kaybetmiş, kaybetmekten bıkmamış bir aday çıkarmak en büyük hataydı. Aynı suda kaç kez yıkanacaksın ki?

     Muhalefetin seçim stratejisi belirlemesi, koz elde etmesi için Türkiye’de her şey vardı.

     Peki böyle bir ortamı bile kullanamıyorsa muhalefet, kendini sorgulaması gerekmez mi?

     21 yıldır iktidarda olan bir partinin ve liderinin, seçim kazanma taktiklerini halen anlayamamışsan ve tedbirini alamıyorsan muhalefet olarak kendinde kusur aramaz mısın?

     Sürekli bir yakınmadır gidiyor… Peki bir taraftan aşırı umut pompalama diğer taraftan yakınma ile seçim mi kazanılır? Hem de her ne kadar temiz, dürüst, şeffaf birisi olsa da defalarca seçim kaybetmiş bir adayla mı?

     Zaten bir siyasi parti ve lideri 21 yıl iktidarda kalabiliyorsa, elbette o partinin bazı ciddi kazanma stratejileri elde etmesinin rolü vardır ama daha da önemlisi karşısında iyi bir muhalefet de yoktur demektir.

     Kabul etmek gerekir ki, Türkiye’de uzun yıllardan beridir iyi bir muhalefet, başarılı bir ana muhalefet yoktur. Bu yetersizlik sonucun işte böyle olmasına, seçimin ikinci tura kalmasına neden olmuştur.

     İkinci tura daha fazla oyla muhalefet girseydi, bunun psikolojik etkisi daha büyük olurdu ama şu anda neredeyse yarım puanla seçimi kazanamamış, daha fazla oyu kazanan Erdoğan’dadır psikolojik üstünlük.

     Belli etmemeye çalışsa da muhalefette bir moral bozukluğu vardır. Bırakın Sinan Oğan’ın yüzde 5.17’lik oy oranının kime gideceğini, acaba Millet İttifakı paydaşları aynı oranda seçmeni sandığa taşıyabilecek mi? Ondan bile şüphelerim var…

    15 günlük sürede hem muhalefet hem de iktidar ne gibi farklı bir argüman ortaya koyacak ne diyecekler ne ele geçirecekler? Hiçbir şey… Bildik atışmalarına devam edecekler.

     Mesela Kılıçdaroğlu, neye dayanarak seçimi kazanacağını söylüyor? 15 günde ne değişecek? 21 yılda ortaya koyamadıkları neyi ortaya koyacaklar?

    Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ın sayım devam ederken, ekranlara çıkıp da “Biz öndeyiz, seçimi zaferle noktalayacağız, günün sonunda Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanıdır” şeklindeki sözleri, sandık başındakileri motive etmek, oradan kaçmamalarını sağlamak için bir taktikti belki ama toplumu da kandırmış, yanıltmış oldular aynı zamanda. Bu durum ikinci tur için bir güvensizlik de yarattı.

     Erdoğan’ın oylarının ilk kez bir seçimde yüzde 50’nin alında kalmasını, AK Parti’nin geçmişe göre oy ve milletvekili kaybetmiş olmasını Türkiye’de bazı gazeteler, gazeteciler ve bazı uzmanlar “Erdoğan kaybetti” diye değerlendirdi. Daha bu adımda “Erdoğan kaybetti” demek kendi kendini kaldırmaktır. Türkiye’de bu kadar sorun varken, iktidarda bu kadar kayıp da olsun artık değil mi? Ancak kan kaybetmek başka bir şeydir, seçim kaybetmek başka bir şey…

     Duygulardan arınmak ve gerçekçi bakmak, gerçekleri görebilmek çok önemlidir.

     Ne müneccimim ne de siyaset uzmanı ama gerçekle temenniyi birbirine karıştıracak birisi de değilim; şu andaki durumun, psikolojik üstünlüğün, moral motivasyon da dahil her şeyin Erdoğan’ın kazanacağını işaret ettiğini görebiliyorum. Olağanüstü bir durum olur, her şey değişir, dediğimin tersi yaşanırsa yani yanılırsam, yine bu köşede herkesten özür dileyeceğim…