Ya da “savsaklamak” yanı sıra “adam sen de” deyip sorunların üzerine yatmak hastalığı. Nitekim bir süre önce “köşemde” yine yazdımdı. Çünkü olay ciddiyet ve önemiyle “Kıbrıs Türk toplum bünyesinde ilk kez “işçinin çalıştığı iş yerine sahiplik koymasıydı.”
Tutun ki şu Sol literatürün laflamalarından öte gitmeyen “toprak ekenin su kullananındır” gibilerinden lafı güzafı aşamayan sloganına karşılık mesela Mağusa’da bir avuç “liman amelesinin” bir araya gelerek “Kıbrıs Türk Limanlar Şirketini kurması..”
Kİ ayni limanda öncesi bir oluşumla fakat İngiliz sömürge idaresinin ve o yıllarda çok önemsenen “Liman Dairesi Reisliğinin” tavassutu ile “Mağusa Gümrük Hamalları Birliği” de oluşturulduydu ama “Kıbrıs Türk Liman İşçileri Birliği” oluşumu safi bir işçi hareketi olarak farklıydı.
BU “işçi hareketinin” içinde ben de yer aldımdı. Küçük kasabada birbirimizi tanımanın yanı sıra “kaderde ve kıvançta” bütünsellikli faaliyetleri paylaşırken elbette böylesi olaylarda kader birliği de yapılırdı çünkü maaile dendiğince teşebbüsün bir parçasıydık. Olayın esprisi ise şuydu:
“YILLAR YILI emeği sömürülen liman iççisinin “kendi patronu olması..” Ve oldu! Yıllar yılı da işlevini sürdürerek devam etti..
Ne var ki zaman içinde söz konusu üyeler emekliye ayrıldıkça ve bazıları rahmetlik oldukça yerlerine yeni üyeler almak yerine parasal kazancın gitgide büyüyen payları nedeniyle kaçınıldı ki “şirket” küçüle küçüle iki üç kişinin “çiftliği” haline getirildi!
VE ortada ne tüzük kaldı uygulanacak ne de işlevsel bir şirket! Yani tüzüğe göre daha yıllar önce bu iki üç kişinin ya kendilerini feshetmeleri gerekirdi ya da yeni bir genel kurulla “yeniden yapılanmaları!” Her ikisi de olmadı!
***
NE VAR Kİ bu kez de mesela Mağusa Limanında “şirketle ithalatçı tüccarlar” ve limanda işi olan öteki insanlar arasında sorunlar yaşanmaya başlandı..
Şikâyetler büyüdükçe de sonunda medyanın dikkatini çekti ki şimdilerde eğer manşetlere kadar çıkıyorsa sorun çok kısaca olayın nedeni budur. Çünkü bu üç dört kişilik “şirket” bırakın gelirlerin kaymağını yemeği, kendilerini limandaki “indirme yükleme” işlerinin de tek yetkili otoritesi haline geldiler! Elbet kabul edilmeleri mümkün değildi zaten edilemiyor! .
***
PEKALA şimdi ne olacak? Tam da ilgili Bakan durumundaki Sn. Arıklı’ya göre bir sorun! Hem o çok güvendiği diline hem de aklına uygun!
Her ne kadar “bayındırlıktan” nasip kısmet sağlayamamışsa da işte şimdi yetki ve sorumluğundaki “ulaştırmasına” mührünü basabileceği yeni bir fırsatı!”
Kİ bu sorunla ilgili son gelinen aşamada bir yandan Türkçe dilinin katliamı yapılıyor diğer yandan da “limanlardaki gelirlerin kaymağını” pay etme kavgası sürüyor ki Mağusa’dan sonra Girne limanında hizmet veren şirket üyeleri kazan kaldırdılar!”
LİMANLARDA “iş, aş, yevmiye” uğruna olagelen “işçi-işveren” ilişki ve pazarlıklarının yabancısı değiliz. Ki paylaşım kavgası insanlık tarihi kadar eskidir. Zaten sendikalaşmalar, ötesi “çalışma kuralları” da bu nedenle oluşturuldular.
Dolayısıyla “şimdi ne olacak” diye sordumdu ya? Yasalar da tüzükler de haklar ve haksızlıklar da ortadadır. Eğer ülkede hakçasına düzenler isteniyorsa işte “kazanılmış haklar ve işte çiğnenmiş haklar!” Mahkeme kurulur hüküm verilir…
***
KISACA TAKILDIKLARIM: Bir siyasi partinin tek milletvekilinin bile “koalisyon hükümetinden istifa etmesi” nedeniyle ara seçime gidilmesine ilişkin yasanın ne kadar doğru olduğuna değil, neresinin akla mantığa sığdırıldığını düşünüyorum…
HAYIR hiçbir yanına sığmıyor. (Ki ben zaten yedi aylık doğmuşum. Hâlâ tüm şapkalar kasketler başıma büyük gelmekte uygununu bulamadığım için vaziyetleri çocuk şapkalarıyla idare etmekteyim!)
“Kaldı ki tek milletvekili için seçmenlerin sandıklara gitmek zorunda kalmalarını anlayayım! Artık değiştirin bu yasaları çok baş ağrıtıyorlar!
***
VE GELELİM DİLİMİZE: Ben öyle “öz Türkçeci falan değilim. Bir dil yaygınlığınca ve en üstten en alta halk tarafından kullanılıyorsa o benim senin onun da dilleridir..
NE var ki bazı entel gevezeleri rahat durmaz “öz Türkçe konuşup yazalım” derken kelimelerin gözünü de çıkarırlar canlarına da okurlar.
SONUNCUSUNA şu “limanlar şirketi işçileri sorunları” falan derken yeni tanık oldum: Meğer mağdurlar ve mazlumlar sorunlarını anlatırlarken memleket yeni öz türkçe kelimeler kazanmışlar! Şirket işçileri olmuş işçileri “elleçleme” olurlarken üyeleri de “paydaşlar” haline gelmişler!
OKUDUĞUMDA hah dedim kendime: “Türkçede yeni bir katliam daha başladı! Gitti o dünyasallığa, edebiyata ve tarihe hatta sendikal mücadelelere kazınmış ihtilaller yapmış “işçi” geldi yerine “elleçleme!”
TABİ “hamhuma” sahipleri olan ve sayıları dört beş kişiyi geçmeyen eski tabirle şirket üyelerine de “paydaşlar” dediler ki adaletli olsun!
BU kelimeler ileride dilimize yerleşir mi bilinmez ama “iş ve işçi” gibi ülkelerin rejimlerine bile şekil veren durmuş oturmuş, tarihe yazımlara kazınırken dilimize pelesenk olmuş kelimeleri uyduruk kelimelerle değiştirmelere bir türlü alışamadığımı söylemeliyim...
HER halde geri kafalı ya da küçük kafalı olduğum için mi diyeyim. Hadi öyle olsun!