Kıbrıs–Yunanistan–İsrail üçlüsü ne yapıyor?

Abone Ol

Kıbrıs–Yunanistan–İsrail Üçlüsü Ne Yapıyor? Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail arasında 2016 yılında başlayan üçlü zirvelerin onuncusu geçtiğimiz günlerde Kudüs’te yapıldı. Başlangıçta ağırlıklı olarak enerji temelli bir iş birliği platformu olarak şekillenen bu zirvelerin, zamanla güvenlik ve savunma boyutları öne çıkan stratejik bir ittifaka dönüştüğü görülmektedir.

Son zirvenin gündemi de bu dönüşümü açık biçimde ortaya koyuyor. Enerji projelerinin yanı sıra deniz güvenliği, istihbarat paylaşımı ve savunma sanayii alanlarında iş birliği vurgusu öne çıkıyor. Yani konu artık yalnızca doğal gaz değil; Doğu Akdeniz’de kim, nerede ve nasıl söz sahibi olacak meselesi.

Zirve sonrası yayımlanan ortak bildiri, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin dış politikada hangi yöne ilerlediğini anlamak açısından da önemli ipuçları veriyor. Küçük bir devlet olan Kıbrıs, uzun süredir güvenliğini ittifaklar yoluyla sağlamaya çalışıyor. Fransa ile yapılan askerî anlaşmalar, ABD’nin silah ambargosunu gevşetmesi ve Mari Deniz Üssü’nün modernizasyonu bu stratejinin parçaları.

Ancak burada dikkat çekici bir nokta var: Kıbrıs, klasik anlamda askerî bir güç olmaktan çok, Doğu Akdeniz’de bir güvenlik ve koordinasyon merkezi olarak konumlandırılıyor. Son zirvede güvenlik ve savunma başlıklarının bu kadar güçlü vurgulanması da bunu teyit ediyor.

Enerji meselesi ise Kıbrıs için ayrı bir önem taşıyor. Ada çevresinde keşfedilen hidrokarbon kaynakları, Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz enerji denkleminde görünür bir aktör hâline getirdi. Afrodit, Kalipso ve Glafkos sahaları, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir kaldıraç işlevi görüyor.

Zirvede Great Sea Interconnector ve IMEC projelerine yapılan atıflar ile ABD’nin de dâhil olacağı “3+1” formatının gündeme gelmesi bu açıdan dikkat çekici. Kıbrıs, Doğu Akdeniz ile Avrupa arasında bir enerji köprüsü olma iddiasını güçlendirmek istiyor.

Ortak bildiride, Kıbrıs’ın önümüzdeki dönemde üstleneceği AB Konseyi Dönem Başkanlığına yapılan vurgu da bu stratejinin Avrupa boyutuna işaret ediyor. Rum yönetimi, Doğu Akdeniz’deki sorunları Brüksel gündemine taşıyarak Türkiye karşısında AB kartını daha etkin kullanmayı hedefliyor.

Bildiride Orta Doğu’ya dair mesajlar da net. Trump’ın Gazze planına, İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesine ve İsrail’in “meşru müdafaa hakkı”na verilen açık destek, Kıbrıs’ın Batı–ABD–İsrail ekseniyle uyumlu bir çizgide ilerlediğini gösteriyor. Bu tutum, İsrail-Gazze çatışmaları sürecinde izlenen diplomatik çizgiyle de örtüşüyor.

Elbette Kıbrıs meselesi de zirvenin gündemindeydi. Ortak bildiride Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına atıf yapılarak federasyon dışındaki çözüm modellerinin reddedildiği bir kez daha vurgulandı. Bu yaklaşım, Rum yönetiminin pozisyonunda bir değişiklik olmadığını gösteriyor.

Türkiye açısından bakıldığında ise ortaya çıkan tablo dikkat çekici. Kıbrıs–Yunanistan–İsrail üçlüsü, ABD’nin de dâhil olacağı 3+1 formatı ve enerji–güvenlik projeleriyle Türkiye’yi doğrudan hedef alan askerî bir tehditten ziyade, hukuki, kurumsal ve ekonomik araçlarla yürütülen bir dengeleme stratejisi izliyor. EastMed tartışmaları, ortak tatbikatlar ve bölgesel forumlar bu stratejinin parçaları.

Türkiye adı açıkça anılmasa da, Ankara’nın bölgedeki varlığının bir “sorun alanı” olarak görüldüğü anlaşılıyor. Türkiye’ye rağmen, fakat Türkiye’yi doğrudan karşısına almadan bir bölgesel düzen kurulmak isteniyor.

Bu tür ittifaklar her ne kadar “istikrar” vurgusuyla sunulsa da, Doğu Akdeniz’de uzun vadede kontrollü bir rekabet ortamını kurumsallaştırma ihtimali daha güçlü görünüyor. NATO ve AB üyesi ülkelerin farklı bloklar hâlinde pozisyon alması da bunu destekliyor.

Peki, tüm bunlar KKTC açısından ne anlama geliyor?

Bu iş birliklerinin mevcut statükoyu güçlendirdiği, buna karşılık KKTC’nin çıkarlarını zayıflattığı açık. Bölgesel enerji ve güvenlik mekanizmalarında KKTC bir aktör olarak değil, adeta bir “konu başlığı” olarak ele alınıyor. Kıbrıslı Türklerin Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na dâhil edilmemesi bunun en somut örneği.

KKTC’nin deniz yetki alanları yok sayılıyor, ada çevresindeki doğal kaynaklar üzerindeki hakları ise belirsiz bir geleceğe erteleniyor. Bu durum, KKTC’nin güvenlik ve savunma alanında Türkiye’ye olan bağımlılığını daha da artırıyor.

Kıbrıs’ın Yunanistan, İsrail, Mısır, Fransa ve ABD ile geliştirdiği ilişkiler, uluslararası sistemin dışında kalan KKTC’nin nasıl çevrelendiğini açık biçimde gösteriyor.

Bu bağlamda Kıbrıslı Türklerin önünde duran en kritik sorulardan biri şudur: Uluslararası sistemin dışında kalarak mı var olacağız, yoksa sisteme dâhil ve müdahil olarak mı?

{ "vars": { "account": "G-4YY0F4F3S9" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } { "vars": { "account": "G-1E4JSD5JXZ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }