II. Dünya Savaşı sonrasında özellikle gelişmekte olan ülkeler için kullanılan ‘kalkınma’ kavramı, salt ekonomik büyüme olarak kabul edilmekteydi.
Ancak salt ekonomik büyümenin, gerek toplum gerekse çevre üzerindeki olumsuz etkileri zaman içerisinde görüldükçe, klasik kalkınma anlayışı yoğun bir eleştiriye hedef oldu. Bunun yerine ise ‘sürdürülebilir kalkınma’ anlayışı dünyada kabul görmeye başladı.
Birleşmiş Milletler 2015 yılında sürdürülebilir kalkınma için 2030 yılına kadar ülkelerin ulaşması gereken 17 hedef belirledi. Bu hedefleri ekonomi, toplum ve çevre olmak üzere üç gruba ayırabiliriz. Bu çerçevede sürdürülebilir kalkınma anlayışı, ekonomik büyümeyi, kaliteli bir hayat arayışıyla bütünleştirmektedir.
Bu anlayışa göre ekonomiyi büyütürken, toplumdaki gelir adaletinin ve çevrenin korunmasının da hesaba katılması ve kaynakların sadece bugün için değil, gelecek kuşakların da dikkate alınarak, sorumlu bir biçimde tüketilmesi gerekmektedir.
Birçok konuda olduğu gibi sürdürülebilir kalkınmayı kapsamlı ve başarılı bir biçimde uygulayan Kuzey Avrupa ve Batı Avrupa ülkeleri başı çekerken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri bu konuda en zayıf durumda olanlardır. Tabii ki yenilenebilir enerji projelerine yönelen Birleşik Arap Emirlikleri ile Fas’ı da azımsamamak gerekir.
Ülkemize baktığımızda ise henüz sürdürülebilir kalkınma anlayışını kavramadığımız ve daha çok ekonomik büyümeye endeksli klasik kalkınma anlayışında kaldığımızı görüyoruz. Örneğin yıllardan sonra KKTC Başbakanlık DPÖ tarafından hazırlanan 2025-2029 yıllarını kapsayan 5 yıllık Kalkınma Planı, sürdürülebilir kalkınma anlayışını ıskalamakta ve sürdürülebilirliği sadece çevre boyutuyla ele almaktadır.
Oysa ekonomi, toplum ve çevre ancak bütünsel bir biçimde ele alınarak sürdürülebilir kalkınma anlam kazanmaktadır.
Üniversiteler de bu konudaki başlıca paydaşların başında gelmektedir. Dünyada ve bu arada Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma konusunda önemli adımlar atan birçok üniversite bulunmaktadır.
KKTC’deki yükseköğretim ise henüz bu anlayıştan uzaktır. Ülkemizdeki üniversitelerin ve siyasilerin önceliğinin, öğrenci sayısını artırmak olduğunu söylemek abartma sayılmaz.
Nitekim KKTC’deki yükseköğretim salt ekonomik bir sektör olarak görülmekte ve GSYİH’ye yaptığı katkı oranıyla değerlendirilmektedir. 5 yıllık Kalkınma Planı’nda 2029 yılı için yükseköğretim öğrenci sayısının 110 bine çıkarılması hedeflenmektedir.
Ancak öğrenci sayısının artması, sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde toplumsal ve çevresel boyutlarıyla birlikte değerlendirilmesini gerekli kılmaz mı?. Maalesef bu boyutların hiçbirinin bugüne kadar hesaba katılmadığını yaşayarak deneyimlemekteyiz.
Oysa ülkemizdeki üniversiteler, üstlenmiş oldukları eğitim-öğretim, araştırma ve topluma hizmet görevlerini, sürdürülebilir kalkınma anlayışıyla şekillendirebilirler ve şekillendirmeleri de beklenir.
Öncelikle üniversite yönetimleri, öğretim elemanları ve öğrencilerin bir bütün olarak sürdürülebilirlik bilgisine ve farkındalığına sahip olmaları gerekir. Mevcut müfredatın, disiplinlerarası bir anlayışla birlikte sürdürülebilirliği entegre etmesi, hem geleceğimiz için hem de üniversiteler için önemlidir.
Üniversitelerimiz sürdürülebilir kalkınma konusundaki sorunlarımıza teşhisler koyup çözüm önerileri yapabilecekleri gibi, sürdürülebilirlik projeleri de yürütebilirler. Hatta üniversiteler kendi kampüslerinde yeşil alanlarıyla, enerji tasarrufu ve verimliliğiyle, atık yönetimiyle, su yönetimiyle, yeşil ulaşım politikalarıyla ve bütün bunları koordine edecek kurumsal bir ofisle, sürdürülebilir kalkınma konusunda topluma ve siyasal karar vericilere örnek de olabilirler.
Topluma hizmet bakımından da üniversiteler kampus dışındaki paydaşlarla birlikte de sürdürülebilirlik konusunda ortak faaliyetler, iş birlikleri ve ortak projeler yapabilirler. Örneğin sivil toplum örgütleri ile birlikte sosyal sorumluluk projeleri, doğayı koruma girişimleri, farkındalık eğitim kampanyaları veya programları organize edebilirler.
Keza üniversiteler, belediyelerle birlikte enerji ve su tafarrufu veya atık yönetimi gibi alanlarda ortak Ar-Ge projeleri yürütebilecekleri gibi, yeşil ulaşım politikası veya karbon salınımını azaltmaya dönük iklim eylem planları gibi alanlarda da ortak işbirlikleri geliştirebilirler.
Bunları bir çırpıda yapmak, elbette kolay değildir. Ancak gerek ülke gerekse yükseköğretim olarak önümüze böyle bir vizyon koymak ve buna göre misyonlar üstlenmek, hem ülkemizin geleceğine hem de üniversitelerimizin sürdürülebilirliğine katkı yapmış olmaz mıyız?