Bugün işyerinde misafirlerim vardı, sohbete dalmıştık ki Aral Moral aradı, “Duydun mu Ali Abi, Süleyman Abi öldü” dedi. Duymuştum ne dediğini ama duymamış gibi yaptım, tekrarlattım…
Sonra da “Hangi Süleyman Abi?” diye sordum… Anlamıştım aslında Süleyman Ergüçlü’den söz ettiğini ama kabullenemiyordum; Aral’la ortak başka Süleyman Abimiz yoktur, üstelik Aral, Süleyman Abimin komşusudur, hemen o çağrışımı yaptı bana…
Başımdan kara sular indi, “Yine bir Süleyman Ergüçlü şakası mı?” diye düşündüm.
“Şaka mı bu?” dedim Aral’a… “Hayır Ali Abi, Neşe Abla sosyal medyadan duyurdu” dedi.
Elim ayağıma karıştı, Neşe Ergüçlü’nün sosyal medya hesabına girmekte zorlandım… Doğruymuş, Süleyman Abimizi kaybettik…
Süleyman Abi, benim için çok özel bir insandır. Neredeyse meslek yaşamımın yarısını onunla çalışarak geçirdim.
Yıllarca çok yakın çalıştık, kimi zaman bana bir baba, kimi zaman abi, kimi zaman bir arkadaş, kimi zaman bir sırdaştı…
Gerçekten iyi bir insandı, “iyi insan” ifadesini fazlasıyla hak ediyor. Temiz bir geçmişi, temiz bir ismi vardır…
En sevdiğim taraflarından birisi; bir müdür, bir yönetici olarak ispiyonculara, gammazlara, ya da iş dünyasındaki anlatımıyla satıcılara hiç yüz vermemesiydi. O göreve geldiğinde ispiyoncular işsiz kalırdı.
Kendisini kimlerin çekiştirdiğini, ne söylediğini bilmek istemezdi, söyleyenlere kızardı.
Kendisi de başkalarını çekiştirmezdi, birisiyle ilgili bir şey söyleyecekse o kişinin yüzüne söylerdi hem de öyle pat diye, hiç çekinmeden. Dobra tavrı bazen bazılarını kızdırsa da benim hoşuma giderdi.
En belirgin özelliği soğukkanlılığıydı, hayatımda onun kadar soğukkanlı birisini daha tanımadım. 15 yıla yakın birlikte çalıştık, hiç paniğe kapıldığını görmedim…
Bulunduğu ortamda kuyusunu kazan kişiler olduğunu bildiği halde, hiçbir şey olmamış gibi davranacak, onlardan kurtulmak istemeyecek kadar soğukkanlı ve kendine güveni olan bir kişiydi.
Kimseden çekinmez, kimseyi kendine tehdit olarak görmezdi, işini kaybetme uğruna doğru bildiğinden şaşmazdı, “Dünyanın sonu değil ya, alır çantamı giderim” derdi.
Bir keresinde Kıbrıs Gazetesi’nde gazete patronu Asil Nadir’in, yayın politikasının değişmesiyle ilgili yaptığı toplantıda, o sakin tavrıyla “Olmaz” demiş, odada buz gibi bir hava esmişti.
Ben de oradaydım, o günü hiç unutmam… Sanırım o güne kadar patrona bu kadar net, eveleyip gevelemeden “olmaz” ya da “hayır” diyen başkası çıkmamıştı…
Süleyman Abi, “Kıbrıs gazetesi Atlantik gemisine benzer, ağır ağır yön değiştirir, ani manevra yaptırmaya çalışırsak batırırız” demişti.
Nitekim bu karara uymadığı için gazeteden ayrılmak şart olmuştu. Asil Bey’e karşı büyük bir sevgisi ve saygısı vardı; dostça ayrılık olmuş, işi bırakmıştı…
İnatçıydı, kafasına yatmayan şeyi ona yaptırmak mümkün değildi.
Bir konuda “hayır” diyeceğinde önce yüzünde alayımsı bir gülümseme belirir, sonra sessizce kafasını kaldırırdı. Israr etmenin anlamsız olduğunu anlamıştım artık, “Tamam Süleyman Abi” deyip keserdim sohbeti.
Uzun zaman onu iyice tanıyana kadar, bazen şaka mı yapar ciddi midir anlayamazdım. Stres basardı beni… Sonra çözmüştüm taktiğini…
Bizi o soğuk şakalarıyla çoğu kez şaşırtmış, çoğu kez korkutmuştu. Sonra da o aptallaşan hallerimizi anlata anlata bitiremezdi…
Birçok kişiye bana güvendiğini söyler, “Mesai sonrası ben burada rahat içiyorsam gazetede Ali vardır diye böyledir” dermiş, yüzüme karşı beni hiç övmedi ama arkamdan hep iyi konuşurmuş. Çok sayıda insan bana bunu söyledi…
Yıllarca çalıştık, bir kez kızdı bana, o da gece editörlüğü dönemimde. Akşam toplantısını yaptık, ben odadan çıkıp masama oturdum, toplantıdaki müdürlerden birisi Süleyman Abi’nin yanından gelip ön sayfada değişiklik yaptı. Ben de o istedi, haberi var zannettim. Meğerse bu değişiklikten Süleyman Abi’nin haberi yokmuş, “Bana neden sormadın?” diyerek ciddi bir fırça atmıştı bana… Ne dedimse ikna edememiştim onu suçsuz olduğuma.
Ertesi gün yine suçsuz olduğumu anlatmaya, kanıtlamaya çalışırken, “O olay dünde kaldı, sen halen orada mısın?” demişti. Bir iyi tarafı da buydu. Hiçbir olayı uzatmazdı, mesele etmezdi. Ne olursa olsun kısa süre sonra normale dönerdi…
Geçmişte izin vermediği bazı haber konularını, çok sonra kendisi verirdi yapalım diye. Hemen gözlerim parlardı, ben bir zafer edasıyla o eski günleri hatırlatarak, “Siz bu konuyu geçmişte istememiştiniz, şimdi ne oldu?” dediğimde, son derece soğukkanlı bir şekilde; “Konjonktür değişti, işine bak” derdi.
Süleyman Abi kendisiyle barışık birisiydi, kendi kendisiyle de dalga geçerdi zaman zaman… Bazı başından geçen olayları, komik bir fıkra gibi anlatır, bizi güldürürdü.
Çok sık söylediği bir söz vardı; “Yıllarca ‘TMT kurucusu Kara Yusuf’un oğlu’ olarak anıldım, tam kendim olacaktım, bu kez de ‘Hazar Ergüçlü’nün babası’ dediler bana…” derdi.
O aslına kendini herkese sevdiren, basın tarihinde özel bir yeri olan gazeteci Süleyman Ergüçlü’ydü… Bunun da farkındaydı… Kinaye yapıyordu, Kara Yusuf’un oğlu, Hazar Ergüçlü’nün babası olmaktan gurur duyuyordu. Demek istediği buydu aslında…
Dostu çoktu ama bana göre Salih Çeliker’in, Kebapçı Güner’in, Tözün Tunalı’nın, Turgay Hilmi’nin, Erdinç Gündüz'ün ve Tahsin Ertuğruloğlu’nun yeri bir başkaydı onda. Onlarla ilgili anlattığı, neredeyse ezberlediğimiz onlarca anısı vardı…
Birlikte çalışırken Süleyman Abi’nin telefon rehberi gibiydim, gazeteden ayrıldıktan sonra bu görevime devam ettim. Sık sık arar, birilerinin telefon numarasını sorardı. Ayrıca bulunduğum tüm kurumlarda gönüllü düzeltmenim gibiydi; telefon eder, “Bak be Ali de başlık yanlıştır”, “Bak be Ali da hatalı bilgi var bu haberde” diye beni uyarırdı. Çok memnundum bu gönüllü hizmetinden.
Dikkatli biriydi, görmesi gerekeni görürdü sanki de… Haber toplantılarında uzun haber metinlerini, baştan aşağıya okumasa da öylesine bakarken gözü nasıl olursa direkt hatalara gider, hatayı bulurdu. Bu duruma hep şaşırırdık…
Herkesle dostluk kurardı, yüzlerce insanın fotoğrafını biriktirmişti, yaş günü olan birçok kişiyle paylaşacak bir fotoğrafı vardı. Hayat dolu bir insandı, yemeyi, içmeyi, muhabbeti, gezmeyi, dans etmeyi, müzik dinlemeyi, şiir yazmayı seviyordu. Her gazeteci etkinliğinde, meslektaşlarının ve dostlarının her özel gününde oradaydı…
Büyük Han, Buga Buga Bar ve Sabor Restoran onsuz çok eksik kalacak… Her cumartesi “Bugün Büyük Han’a kimler gitti?” diye artık Süleyman Abi’nin paylaşımlarına bakamayacağız. Gazeteci etkinliklerinde gözlerimiz onu arayacak… Kim arayıp da telefon numarası soracak bana? Haberlerdeki, başlıklardaki yanlışları bildirmek için kim arayacak? Ne çok şeye alıştırmış bizi Süleyman Abim…
Sosyal medya bugün onunla ilgili paylaşımlarla doluydu, çünkü neredeyse dokunmadığı insan yoktu… Keşke görebilsen ne kadar çok sevildiğini Süleyman Abim… Kim bilir belki de görüyor, yine o esprilerini yapıyorsun diğer tarafta…
Süleyman Abi’yle ilgili anılarımı burada yazmaya kalksam sayfalar sığmaz, adeta kitap olur.
Meslekle ilgili tavsiyelerine, hayatla ilgili derslerine, sıkı dostluğuna, bana yönelik güvenine hayattayken fazlasıyla teşekkür ettim, onu çok sevdiğimi yüzüne karşı söyledim, bu nedenle içim rahat ama onu zamansız kaybettiğimiz için çok üzgünüm. Her şey için teşekkür ederim, nur içinde yat Süleyman Abim…