Sendikacılarla ilgili yazdığım yazılara beklediğimin üzerinde ilgi oldu. Bir dokun bin ah işit derler ya, tam öyle bir durum. Birçok kişi aradı, kendi düşüncelerini paylaştı.

Hem kendi gözlemlerimden hem de konuştuğum kişilerin söylediklerimden çıkardığım şu; geleneksel sendikacılığın en büyük açmazı uğruna verdikleri mücadele ile gündelik siyaseti karıştırıyor olmaları.

Mesela KTOEÖS’ün eskiden öğretmenleri mesleki anlamda geliştirmek gibi bir derdi vardı. Günümüzün KTOEÖS yöneticileri ise böyle işlerle ilgilenmiyor. Bunu bizzat öğretmenlerden duydum.

Unutmayalım, orta öğretim çağı gençlerin ülke ve vatan bilinci kazanmaya başladığı önemli bir evredir. Eğitim kalitesi yükseldikçe gelecek nesillerin yaşam kalitesi de yükselecektir. Ama sendikaların böyle bir derdi yok. Eğitim kalitesi isterse yerlerde sürünsün ama sendikacılar eylemlerini yapsın, günü kurtarsın yeter! Halbuki dersleri boykot ederek sendikacılığın kazanacağı hiçbir hak yoktur. Velileri öfkelendirmekle kalırsınız.

Eğitim kalitesinin ne kadar düştüğünü gözlerimle görüyorum ve gençlerin gelecekleriyle ilgili yaşadığı korkuları da biliyorum. Sendikalar bu gençlere sahip çıkmanın yolunun da öğretmenin içinde bulunduğu koşulları düzeltme, meslek kalitesini yükseltmekten geçtiğini anlamalılar.

Tek mesele bu da değil. Sözgelimi, bir veli olarak orta öğretim sendikasının “Eğitim nereye gidiyor?” konulu bir çalışmasını da görmedim, okumadım. Hadi öğretmen eğitimlerinden vazgeçtik, sendika bu meseleyle ilgili bir çalışma yapamaz mıydı?

Sendikalar asıl görevlerinden uzaklaşıp gündelik siyasete daha fazla bulaştıkça, kendilerini muhalefet partisinin yerine koymaya devam ederlerse işlevlerini kaybedecekleri gibi siyaset kurumuna da bir hayırları dokunmayacak. CTP muhalefet yapmıyor ya da yapamıyor diye sendikacıların bir parti teşkilatı gibi muhalefet performansı göstermesi sanırım kabul edilir bir durum değildir.

Kendisini yetiştirmeyi değil siyaset yapmayı daha kolay bulan bir sendikacı nesli yetişti maalesef. Ondan ötürü de öğretmenin okulda, derste ve hayatta ne yaşadığını umursamıyorlar. Oysa iş yükü çok fazla olan ve ekonomik sorunlarla boğuşan öğretmenlerde memnuniyetsizlik had safhada.

Öğretmenlik bir toplumun en önemli mesleklerinden biridir, hele bizim gibi kimlik sorunları yaşayan bir ülkede. Siyaset kurumunun eğitim ve öğretime yaklaşımı bellidir; olmasa da olur! Halbuki tüm eğitim ve öğretim kurumlarına göz bebeği gibi bakılması gerekir.

Buradan bakıldığında eğitim kurumlarımızın Kıbrıs Türklerinin gelecek senaryosundaki yeriyle ilintisi üzerine düşünmeyen bir sendikacılığın büyük resmi göremediğini düşünüyorum. Ülkemizde siyaset her geçen gün sığlaşırken, sendikaların daha nitelikli hale gelmesi hayati bir meseledir. Ancak gündelik siyasetin kuyruğuna takılmış sendikacılığın bırakın büyük resmi görmeyi, topluma bir şey veremeyeceğini de yaşayarak görüyoruz ne yazık ki.

Ülkemizin geçmişten günümüze maarif kurumuyla kimliğini ayakta tuttuğu, İngiliz sömürge idaresine karşı da sonrasında ortaklık devleti sürecinde de toplumun önderleri arasında çok sayıda öğretmen olduğunu hatırlamak için bir tarih bilinci gerekir. Siyasetin banalleştiği, halktan uzaklaştığı ve hatta koptuğu bu dönemde sendikacılığın geçmişten dersler çıkarıp halkın içinde bulunduğu koşullara kulak vermesinin hayati olduğu düşünüyorum.

Öğretmenlerin büyük çoğunluğunun vatansever bir kimlikle hareket etmek isteyeceğinden adım gibi eminim. Lakin işin doğru bir yönlendirmeyle yürütülmesi de son derece önemlidir. Eğer sendikalar meseleye öğretmenlerin kimliği ve özlük hakları mücadelesiyle halkın duyarlılığı ve hassasiyeti arasındaki hassas dengeyi gözeterek yaklaşırsa başarılı olurlar.  Yoksa eğitim kalitesi zaten iyice dibe vurmuşken bir de derslerin yapılmaması doğru bir mücadele biçimi değildir. Bu davranışlar hem öğretmenleri hem de sendikacılığı ciddi olarak halktan uzaklaştıracağı gibi mücadeleden sonuç alınma olasılığını da düşürecektir ve nitekim düşürüyor da.