Sessiz kalmak belki kolay gibi görünüyor ama derin acılara yol açabilen bir "uyumlu ol" emri, yaralarınızı kanatmayı çok iyi başarır.
Her şey yolunda gibi davranırsınız. Yüreğiniz "Hayır" derken, başınızı sallayıp onaylarsınız. Değil mi ki bir tarafta birilerini kırmak belki kaybetmek, diğer tarafta düşündüklerini söylemenin anlaşılamayacağı korkusu var.
Kendini ifade edebilme özgürlüğü, insan haklarının temel taşlarından biridir. Hatta Evrensel Çocuk Hakları Bildirgesinde de yeri vardır.
Bununla birlikte farklılıkların uyumlu bir iletişim sürecini oluşturmada yaşadığı engeller; kazanan ve kaybedenleri, haklı ve haksızları, zulmedenleri ve kurbanları, susanları ve konuşanları kategorize ediyor. Bunlar, kişileri dışarıda olanların giderek arttığı bir dünyanın yalnızları olmaya itiyor.
Yaşadığınız topluma, ailenize, arkadaşlarınıza ters düşmemek; yalnız hissetseniz bile, gerçekten yalnız kalmamak için susarsınız.
Farklı düşünürsünüz, susarsınız.
Duygularınız incitilir, susarsınız.
Bedeninize istemediğiniz müdahaleler yapılır susarsınız.
Can dostunuzla, eşinizle, ebeveyn veya çocuğunuzla uyumunuzu bozmamak için, sindiremediğiniz davranışları konuşmak yerine susarsınız.
Tartışmanın kırgınlık veya dışlanmışlık hissi yaratmaması için, susarsınız.
Bazen de ne olur ne olmaz diye, tehlikeli sınırlardan uzak durursunuz.
Belki iç dünyanızda sorgular, ölçer biçersiniz ama bu iç hesaptan bile kaçınabilirsiniz. Kendinizle yaptığınız konuşmalar; kurduğunuz sessiz düzeni, çığlıklar atarak yıkacak kadar güçlüdür çünkü.
Bu nedenle sessiz kalmak; zorunlu bir tercih olduğunda, düşünmekten de vazgeçebilirsiniz.
Ne kadar ağır bir bedel, değil mi?
Gerçekte, susmak o an için kolay ve doğru görünse de yarattığı örselenme uzun vadelidir.
Dışarıdan her şey yolundaymış gibi davranmak; içeriye bir fayda veremediği gibi, nevrozun sessiz çığlıklarını başlatabilir.
Sessiz kalmak yayılmacı bir suskunluğa dönüştüğünde, sadece bireylerde değil, toplumlarda, aile ve diğer kurumlarda da yaşanan ruhsal acılar, gri bir örtü gibi üzerimize serilir.
Susmaya alıştıysak eğer, konuşmak giderek zorlaşır. Üstelik "Söz gümüşse, sükut altındır" beşiğinde uyutulduysak, gerçekten de sessizliğimizin tek bir anlamı olur: Kabul ediyorum.
Peki, çatışmak? Korkmadan ama. Çatıştığınız kişiye, ilişkiye, düşünceye, davranışa özgürce kendinizi anlatma cesaretiniz; kendi kurduğunuz hapishaneyi yıkacak güç taşır.
Bu sağlıklı dışa vurmanın engelleri çoktur. Susmaya alışmak, çatışmanın saldırganlıkla eşleştirilmesi, karşı çıkışın anarşizm ile ilişkilendirilmesi, onay görmeye yönelik beklentilerimiz, yalnızlık korkumuz…bunlar baş edilmesi kolay tümsekler değildir.
Ancak mümkündür. Ağır bedel ödemeden, sessizliği kalkan yapmaktan vazgeçilebilir.
Belki de bunun için ilk adım, içerideki gizli saklı konuşmaları gün ışığına çıkarmaktır. Önce gözden geçirerek. Karanlığa itilmelerindeki duygumuzu ve bu davranışımıza neden olan dış etkeni: Belki sevgili, belki arkadaş belki de genel geçer değer ve kalıplar?
Kişinin suskunluğunun nedenlerini anlaması bir başlangıçtır. Sırada olan ise, kendini konuşmaya, davranmaya alıştırmasıdır. Bu süreç karşınızdakini anlamanızı da sağlayabilecek bir adımı başlatır.
Savaşa değil, uzlaşıma yönelik çatışma deneyimleri başarılı olduğunda, eşit ve eşdeğer ilişkiler kurulabilme olasılığı belirir.
Kişiler, kurumlar, toplum bireyleri birbirlerini, korkularını, tedirginliklerini, sevinç ve kederlerini anlayabilir.
En önemlisi, "Neden bunlar böyle oluyor" gibi sorulara yanıt bulunabilir.
Sessizliğin panzehiri çatışma; aynı zamanda uzlaşının da gereğidir.