Son dönemlerde Türkiye'deki medya ve habercilik dilinin de etkisiyle KKTC'deki kamusal söylemde klişe haline gelen bir ifade var: Sahaya inmek!
Özellikle seçim kampanyaları döneminde gerek habercilik dilinde gerekse siyasilerin dilinde 'sahaya inmek' deyimini daha sık duyar olduk.
'Saha' sözcüğü, esasen Arapça kökenli olup, alan, meydan veya yer gibi anlamlar taşır. Eski dilde bu sözcük, özellikle 'harp sahası' gibi askeri anlamda kullanılmaktaydı. Daha sonraları, bir mücadele alanı olması nedeniyle olsa gerek futbol oyununun oynandığı yer için de 'futbol sahası' denilmeye başlandı.
Ayrıca özellikle televizyon haberciliği alanında, TRT'nin tek kanal olduğu dönemde, stüdyo dışında bağlanılan muhabir için 'saha muhabiri' terimi kullanılmaktaydı. Bu kullanım muhtemelen Araştırma Yöntemleriyle ilgili saha çalışmalarından esinlenmiştir.
Zira araştırmacı, verilerini masa başında veya laboratuvarda değil, doğrudan inceleme konusu olan yere giderek toplamaktadır. Benzer bir biçimde saha muhabiri de enformasyonunu olay yerine giderek elde etmektedir.
1990'lı yılların Türkiye'sinde özellikle özel medya kuruluşlarının yaygınlaşmasıyla birlikte 'sahaya inmek'' deyiminin özellikle seçim kampanyaları için kullanılmaya başlandığına tanık olduk.
Öte yandan sahaya inmek deyimi, siyasal ve stratejik bir metafor olarak 2000'li yıllarda yaygınlaşır ve 2010'lardan itibaren de halkla, yurttaşlarla doğrudan temas anlamında, siyasal kampanyaların en gözde kavramı haline gelir.
KKTC'de de 2000'li yıllardan itibaren seçim dönemlerinde, siyasilerin halkla doğrudan temasını ima eden 'liderler sahaya indi' gibi ifadeler kamusal dolaşıma girdi. Bugünlerde ise siyasilerin bizzat kendileri 'sahaya inmek' deyimini siyasal ve halkla ilişkiler stratejisi bağlamında sık sık kullanmaktan kendilerini alamıyorlar.
Peki siyasilerin diline pelesenk olan 'sahaya inmek' metaforu neleri ima eder?
-Bir siyasi adayın sahaya inmesi veya sahada olması demek, halkla doğrudan temas kurduğunu ve etkileşime girdiğini,
-hedef kitlenin taleplerini ve beklentilerini yerinde incelediğini,
-hedef kitlenin algısını yönetmeye çalıştığını,
-olay yerine gittiğini ve duruma hakim olmaya çalıştığını.
-seçmenin onayını almaya çalıştığını vs. ima etmektedir.
Bu çerçevede siyasal söylemin giderek ayrılmaz bir parçası haline gelen 'sahaya inmek' metaforu, birkaç açıdan problemlidir:
Birincisi, siyasal söylemdeki 'sahaya inmek' benzetmesi ister istemez siyasal dili insandan ve insan merkezlilikten soyutlamaktadır. Zira 'saha' sözcüğünün kendisi, belirli bir fiziksel alana gönderme yapmaktadır. Üstelik kamusal söylemde dolaşıma giren 'sahaya inmek' deyimi de spesifik olarak hangi saha olduğunu belirtmekten uzaktır.
Örneğin cumhurbaşkanı adayı sahaya indi, dendiğinde hedef kitlenin kim olduğu veya nerede olduğu belli olmayan muğlak bir ifadeye dönüşmektedir.
İkincisi, siyasetin halkın duygularına hitap eden popülist bir kanalda akmasına yardımcı olmaktadır. Çünkü stratejik olarak sahaya inmek, popülistlerin kurumları ve aracı örgütleri aradan çıkarıp, hedef kitleyle doğrudan temas kurmasını kolaylaştırır.
Üçüncüsü, siyasi bir adayın belirli bir bölgeyi ziyaret etmesi, sahaya indi şeklinde medyada paylaşılarak, halk tarafından desteklendiği algısı ve yanılsaması yaratılabilmektedir.
Dördüncüsü ise Kıbrıs Türk toplumu gibi kayırmacı ve patronaj ilişkilerinin yaygın olduğu yerlerde, sahaya inme stratejisi, kamusal politikalardan çok kişisel menfaatlerin alışverişine uygun bir zemin de yaratabilmektedir.
KKTC Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyalarında siyasilerin bölgesel ziyaretlerinin, toplantılarının veya buluşmalarının gerek medya tarafından gerekse adayların bizzat kendileri tarafından 'sahaya inmek' metaforuyla anlamlandırıldığını görüyoruz.
Oysa bu seçim kampanyaları klişeleşen 'sahaya inmek' retoriği yerine, yurttaş temelli yeni bir söylem ve anlayışla önemli bir kırılma gerçekleştirebilirdi. Zira yurttaş kavramı, halk veya saha gibi insanı pasif bir nesne olarak değil, haklara, özgürlüklere ve sorumluluklara sahip aktif bir aktör olarak konumlandırır.
Tarihsel olarak edilgen bir konuma düş(ürül)en Kıbrıslı Türkler, son dönemde özne olma çabası içinde. En azından özne olmayı siyasi ufkuna yerleştiren siyasal bir pozisyon var. Artık, bu sıçramayı gerçekleştirebilmek için, kendimizi pasifleştiren söylemleri tekrar etmekten vazgeçmenin zamanı gelmedi mi?