“Her halde” hayır!. Ne var ki ne zaman içteki türlü çeşitli sorunlar nedeniyle sıkışsak çaresizliğimizin son çağrısı, “eğer çözüm olsaydı bu sorunlar yaşanmazdı” olmaktadır!
Çözüm dediğinizse “komşu” ile gerçekleştirilecek ama nasıl? Ki elli yıldır “biri evlat öteki kuyruk acısı çekiyor!” Birinin ulusal bayram günü diğerinin kiliselerde matem günü olarak anılıyor!
VE bir taraf kendi topraklarında yeni bir vatan kurma sancıları koyuverirken, diğeri koçanlı senetli mülkünün üzerinde yükselen o yeni “vatana” kadaralar yağdırıyor.. Biri şehitlerine ağlıyor diğeri kaybettiği topraklarına mülklerine!
VE sürekli birbirlerini suçlarlarken bir yandan da bir daha yaşamayacakları o eski felaketler düşüncelerinde yeni bir çözüm arıyorlar. Ama nasıl?
***
ELLİ YILDIR bu soruya doğru cevabı veremedik. Daha doğrusunu söylemek gerekirse bu süre içinde “Kuzey topraklarını” kalıcılığı ile yeni bir Türk vatanı yapmak uğraşına baş koyduk ki henüz eksik aksak ve şaibeli!
FAKAT bir yandan da artık savaş uçakları helikopterler yapan, uçak gemileri inşa eden, nükleer santral gibi ciddi enerji teknolojilerini devreye sokan ve gitgide dünyadaki “kalkınmış ülkeler” safında yer alma sancıları koyuveren güçlü bir Türkiye “anavatanımız” olarak destekçimiz koruyucumuz ve adadaki varoluşumuzun güvencesi olarak arkamızda durmakta…”
YİNE de adanın hem Kuzeyinde hem Güneyinde iki toplum olarak “çözüm arayışlarımız” devam etmektedir.
Yani Onlar Güney’de biz Kuzey’de olsak da böylesi küçük bir adada ve asırlarla ifade edilen geçmişteki tarihi birliktelikleri unutamıyoruz.
Olumlu olumsuz, acılı tatlı geçmişimize karşılık hâlâ bu adayı iki komşu olarak nasıl geleceklere taşıyabiliriz düşüncesiyle gelişen siyasetlerle sosyoekonomik arayışlardan vazgeçemiyoruz..
***
TUTUN ki bu siyasi gelişmelerin son bağlamında “iki ayrı devlet” ile “federal sistem” oluşumlarına yönelik arayışlarla tartışmalar gündemden düşmeyen fikirler olarak pişirilmektedir..
Ne var ki son dönemlerde kantarın topuzunu kaçırdık! (Ben topa biraz geç de girsem) yine de yazayım..
MESELA çözüm alternatifi sonucu oluşan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin” cumhurbaşkanlarından olan Sn. Talat eğer bir gün kalkar da “gerçekleşme umudu kalmayan federal sisteme karşın “federasyon” çağrısında bulunursa şaşmaz mısınız?
(NİTEKİM yazılarımı takip eden arkadaşlardan biri geçen gün bana her halde sormak zorunda kaldı sorduydu: “Ben seni dediydi “devletçi” zannederdim.. Ama bakıyorum sen de son zamanlarda yazılarında “federasyondan” bahsediyorsun. Yoksa değiştin mi?)
İZAHIM şu oldu: Birbirini tanıyan dolayısıyla dünya siyasi örgütlerince de tanınan iki ayrı devlete dayalı çözümden yana oluşumda bir değişiklik olmadı..
Ancak şuna da inanıyorum: Bugün adada mesela Kuzey’deki devleti Türkiye’nin ve Türkçe konuşan bazı devletler gibilerinin tanımasına karşın, dünya yuvarlağındaki siyasi statümüz Ankara’nın ötesini aşmaz! Tutun ki elli yıldır da bu adada “yalnızlıkla çaresizliği” oynarız. Buna karşın Rum tarafı hem AB’nin hem BM’lerin üyesidir ve hâlâ “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” temsil etmektedir!”
“HER ne kadar Güney’deki Rum devletine bahşedilen bu siyasi ayrıcalık adadaki Türk halkı gerçeğine karşın ayni zamanda bir siyasi rezillik de olsa sonuçta mağdur KKTC olmaktadır… Peki bu adada tanınmışlık ve egemen devlet oluş potasına nasıl gireceğiz?
***
“İŞTE ve her halde” diyorum Sn. Talat’ı ve bizi de şaşırtan soru budur! Daha yalın ifadesiyle adada “çözüm olmazsa ne olacaktır?” “Öyle geldi böyle gidecek miyiz yoksa devlet oluş iddiamızı sürdürerek zaman mı kaybedeceğiz?..” “Yoksa bir kez daha Rum’la vuruşacak mıyız?...” Sorularına veremediğimiz cevaplar mı?
HA! Denecek ki “nedir eksiğiniz bu telaş niye?” “Grak dediniz mi su gruk dediniz mi et!” “TC kahrımızı çekiyor.. Bize düşen görev çalışmak çabalamak daha çok üretmek” falan..
O ZAMAN eğer mevcut yapısallığımızla içinde bulunduğumuz siyasi duruma “tevekkül” göstermek de adada varoluşumuzun kaçınılmaz bir bir parçası olacaksa, neden Güney’e bakıp iç çekiyoruz?
Kİ eski “müzakereci” olarak Güneyin Rumunu koklamış huyunu suyunu ölçüp tartmış hatta tahammülünün sıfırlandığı yerde “kendimi Dikili Taşa mı asayım?” diyen Sn. Talat bile Şimdi ne diyor? Federasyon!
Fakat bilelim ki bunun asıl adı “çaresizliktir!” Türk toplumunu işte bu çaresizliğe itecek olaylarla siyasi gelişmelerin önü kesilmelidir.. Bunun nasıl olacağını KKTC liderliği ile Ankara’nın bilmesi gerekir.. Bilinmiyor önemsenmiyorsa Rum değil biz kaybederiz..
Artık görmek mümkün değildir. Fakat 1940’lar ve sonrasında her halde “2. dünya savaşının” da olumsuz etkilerinden dolayı olmalı, büyük bir yoksulluk vardı. Bu nedenle insanların yamalı pantolonlar giymeleri, kadınların üzerlerinden sarkarak ayak bileklerine kadar dökülen iyicene yıpranıp eskimiş basmalardan giymeleri çok olağandı.. Potinlerin tabanları delik, kadınların “çarık” dedikleri papuçları yırtık pırtıktı.. VE o fukaralığı giderecek “iş” de yoktu dolayısıyla para da!
Dünya üst üste iki büyük savaş geçirmişliğinin yarattığı felaketleri yaşıyordu. Ve daha o yıllarda Kıbrıs’taki Türk ahali işsizlik nedeniyle son çareyi sandallarla, küçük gemilerle Türkiye’ye kaçmakta buluyordu. Oysa Türkiye’de durum çok daha kötüydü. Buna karışlık “daha bir süre öncesine kadar kendi yurttaşı, soydaşı olan Kıbrıs’a göç etmiş insanlara elinden geldiğince yardımda bulunuyordu.. Türkiye’nin Güney kentlerine Mersin Adana Antalya’ya göç eden Kıbrıslı soydaşlarına “ekip biçmeleri” için hali araziler dağıtıyordu..
Kısaca TC’nin Güneyinde bir de Kıbrıslı Türkler kolonisi oluştuydu.. Kan birliği kader birliğine dönüşmüştü..
YANİ diyorum TC ile Kıbrıs ilişkileri Osmanlı’dan başlayan süreci ile tutun ki zamana zemine göre değişikliklere uğrayarak bugünlere kadar geliverdi..
ANCAK: “Anavatan-Yavruvatan ve ayni ırkın insanları olmamıza karşın Kıbrıs’ta ne Rumlar kadar köklenip çoğalabildik ne de gelişip serpilme fırsatı bulduk! Bunun bir nedeni de adanın İngiliz sömürgesi olduktan sonra yarı Protestan yarı Katolik olan İngiltere kilisesinin Hz. İsa’nın yüzü suyu hürmetine Ortodoks Rumlara daha çok yanaşmış olmalarıdır…
Neyse “tarihi süreci” tarihçilere bırakalım ve sadede gelelim… Orada da şu vardır: “Eğer bugün de bu adada çözüm olamıyorsa, sürekli Türk-Rum sürtüşmeleri devam ediyorsa, Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan üç yıl sonra darmadağın olurken Türk Rum çatışmaları başlamışsa ve hâlâ devam ediyorsa “suçlu ayağa kalk” dediğimiz yerde “İngiltere” vardır!