Önümüzdeki günlerde Kıbrıs müzakereleri başlıyor. Belli ki ezberlenmiş repliklerden arınmış bir yaklaşım ortaya koymayanı oyunun dışına alacaklar.

   Şimdi önce kendi içimize bir bakalım. Kıbrıs Türklerinin önceki yıllara göre başarılı olduğu sınırlı sayıda iş var. Bunların ilki yükseköğretim, ikincisi de inşaat. Üçüncü olarak bazılarının hatırı için casinoları sayabiliriz. (Daha önceki yazılarımda da birkaç kez yazdım, casinoların turizme artı değer katmak bir yana turizme zarar verdiğini düşünüyorum.) Evet bu üç başlıkta epey ilerleme kaydettiğimiz aşikar.

   Madalyonun diğer yüzüne bakarsak eğitim, sağlık, asayiş, sosyal adalet, işsizlik, insan kaynağı gibi başlıklarda hala çok gerilerdeyiz ve başarısızız. Bu alanlarda başarılı olduğumuzu söyleyecek tek bir yiğit dahi yoktur. Bunlarla da kalmıyor. Torpil mekanizması konusunda yurttaşlar hala şikayetçi. En temel ihtiyaçlardan biri olan elektrik, büyük bir soruna ve artık hepimizin alıştığı bir kriz başlığına dönüşmüş durumda. Yani adanın kuzeyinde işler hiç de iyi gitmiyor.

   Müzakereler öncesinde siyaset kurumunun kendisini toparlaması ve iktidarla muhalefetin ulusal uyuşmazlık konusunda asgari müşterek belirlemesi son derece önemlidir. Dolayısıyla bir an önce egemen eşitlik iddialarımızdan arınıp ana muhalefet liderini müzakere heyetinin önemli bir aktörü haline getirmek akıllıca bir adım olur. Bu hamle masadaki gücümüzü ve psikolojik üstünlüğümüzü de ciddi olarak artırır. Küçük siyaset yapmak yerine ortak bir siyaset belirlemek ve demokratik yoldan katılımın meşruiyetini sağlamlaştırmak açısından başta Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a ve Tufan Erhürman’a böyle bir tarihi görev düşüyor. Meclis içinden oybirliğiyle Erhürman’a bu görevin verildiğini bir düşünün. Böylece hem Meclis iradesi de müzakere heyetinin arkasına alınır hem de düşük profilli çıkmaz sokak siyasetinden kurtulma fırsatı yakalanmış olur. Ulusal çıkarların nasıl korunacağıyla ilgili de tüm dünyaya ders vermiş oluruz.

   Bakınız geçmişten günümüze Kıbrıs Türk liderliğinin bunu yapmaması küçük bir toplum olarak bizi sürekli kaybeden konumunda bıraktı ve inandırıcılığımıza zarar verdi. 1967 yılının başından 1970 yılının sonuna kadar dört yıl Kıbrıs’ta Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapan Ercüment Yavuzalp, Kıbrıs Yangınında Büyükelçilik adıyla yayımladığı anılarında ilginç şeyler aktarır. Örneğin, 1968’de başlayan müzakerelerde Türk tarafı heyeti liderinin Denktaş gibi bir figür olmasına ve heyetin içinde Türkiye Büyükelçisi Yavuzalp da bulunmasına rağmen hemen her konuda görüşmelere ara verilip Ankara aranır, nasıl hareket edilmesi gerektiği sorulurmuş. Halbuki Rum tarafında Makarios’un verdiği yetkiyle müzakereci olan Kleridis kendi inisiyatifiyle kararları tartışma ve bağlama yetkisine sahipti.

   Önümüzdeki müzakerelerin doğru ve adil bir zeminde yürümesi, güven yaratıcı önlemlerin yapıcı biçimde hayat bulması için temel esaslar belirlendikten sonra müzakere heyetinin geniş bir toplumsal tabana yayılmasının yollarının bulunması şarttır. Yoksa kendi içimizde güven sorunu yaşanacağı gibi gereksiz konular üzerine yapılacak tartışmalar nedeniyle Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarıyla ilgili zafiyet oluşacağı mutlaktır. Son 5 yıldır müzakerelerle ilgili boş beleş tartışmalarla iki tarafın ahalisi de usanmış durumdadır. Ahali artık somut ve dengeli bir çözüm hedefiyle liderlerin adım atmasını bekliyor.

   Elbette siyasi rekabet olmalı. Demokrasinin bir gereği de bu değil mi? Ancak, ulusal meselelerle ilgili çizgi halkın büyük çoğunluğuna tekabül edecek bir meşruiyeti taşımalıdır. Bunlara ilaveten Erhürman’ın müzakere heyetlerindeki birikimi konusunda eline su dökecek pek kimse de yoktur.

   İnsan kaynağımız bu kadar sınırlıyken birikim sahibi insanlarımızın müzakere heyeti içinde değerlendirilmesi medeni ve demokratik bir terbiyenin de gereğidir. Bunun bu zamana kadar yapılmamasının önceki cumhurbaşkanlarının siyasi açıdan bir eksikliği olduğunu söylemek lazım. Tek sebep bu değil tabii, Soğuk Savaş siyaset kültürünün yansımalarını da hesaba katmak zorundayız.

  Ulusal uyuşmazlıkları çözmede başarının önemli bir anahtarı halkın geniş kesimlerini düşünerek hareket etmektir. Lider odaklı yürüyen müzakerelerde ise halkın ruhunu, katılımını önemsemek gibi bir dert yoktur. Müzakerelerin belki de sonuncusuna doğru yöneldiğimiz bu dönemde büyük düşünmeliyiz. Büyük düşünmenin yolunun, halkın çıkarlarını gerçekten önemsemekten geçtiğini kabul etmek artık modern siyasetin de bir gereğidir.