Nasıl olduysa, yirmi birinci yüzyıl, bir şekilde, her birimizin bulunmaz, biricik varlıklar olduğumuzu fark etmemizi sağladı.

   Sanal dünya, koşar adımlarla yetişmeye çalıştığımız teknolojik gelişme, dünyanın herhangi bir noktasına ulaşabilirliğimizdeki hız, "önemli" olduğumuz duygusunu vermekte oldukça başarılı oldu. Globalleştik. Yeni terim bu. Eskiden özdeki değerleri koruyarak evrenselleşme süreçlerini konuşurduk.

   Neyse. Değişmeyen çok şey var.

   Bir şeyler değişiyor, gelişiyor, ilerliyor ama bir şekilde yalnızlaştık. Sanırım biraz da korkuyoruz. Dünyanın hızına ayak uyduramayanlar veya yavaşlığı karşısında çöküntüler yaşayanların korkusu bu. Örneğin şu anda yapay zekâ konusundaki gelişmeler, takip edebilenler için korkulu bir rüyaya dönüşecek güçte.

   Ama on binlerce yıldır değişmeyen bir şeyler de var... İnsanların acıları, sevinçleri, var olma gayretleri, aşkları, öfkeleri birbirine benzer. Benzemekle kalmaz, zamana karşı dirençlidir de.

    On binlerce yıl ileriye gidin; aynı sancıları bulursunuz. Sokrates, 2400 küsur sene önce söylemişti: "Şimdiki gençleri anlayamıyorum" diye.  

Oysaki, insanın insanı anlamak için yapacağı çok da zor bir şey değildir. Kendini, onun yerine koymak ve yaşadıklarını kendi aklı ve yüreğinde anlamaya çalışmak. Moda deyim ile "empati". Deyim yeni ama insanlık tarihi kadar eski deneyimler içeren bir kavram bu.

   İnsanlık kitabının kara sayfaları insan eliyle işlenen cinayetlerle, toplu katliamlarla doludur. Kusacak kadar yiyenlerle açlıktan ölenlerin aynı coğrafyayı paylaştığı, insanın insana zulmünün haklı gerekçelerinin yazıldığı bu karanlık sayfaları yazan eller; insanı insan olarak algılamayı bir şekilde kaybedip, düşman ve yok edilmesi gereken nesne olarak harekete geçmişlerdir.

   Günümüzde yaşanan cinayetleri düşünün. "Kader" diye geçiştirilen, kâr güdüsünün yönettiği, insanın sadece bir araç olarak görüldüğü yok edişler…

   Başkalarını anlama girişimi, gerçekten değerli bir çabayı başlatır.

   Başkalarını anlamak için kendimizi, bulunduğumuz konumu, değer yargılarımızı, önyargılarımızı, bazen de bizi biz yapan her şeyi, bir süre bir kenara bırakmamız gerekir.

   Üstelik bu girişim asla yeterli değildir. Karşımızdakini anlamayı başardığımızda, nasıl tepkiler vereceğimizi bilemeyebiliriz. Çocuğumuzun, eşimizin, dostumuzun, komşumuzun, bilmediğimiz diyarlarda yaşayan tanımadığımız insanların içinde bulunduğu koşulları, duygusal durumunu çözümler ve belki onların duygularını benzer olarak yaşarız. Belki onlar sanki yoklarmış gibi davranmaya devam ederiz.

   Gerçekte, bazı insanlar, bırakın uzak diyarlarda yaşayanları; yanı başlarındaki yakınlarını, çocuklarını, anne babalarını, öğrencilerini, işçilerini, yönettikleri toplum bireylerini anlamaktan kaçınıyor olabilirler veya anlamayı pahalı, gereksiz ve rahatsız edici bir girişim olarak görebilirler. Otoriteye uyma, hayret etme, boyun eğme veya isyan… anlaşılmayan çocuğunuz, eşiniz, dostunuz, vatandaşınız bunlar gibi nice duygusal fırtınalar içinde zaman tüketirler.

   Otoritenin, ananın, babanın veya işverenin; sorumlu olduklarına yönelik böylesi bir körlük içinde olmasına karşı ne yapılabilir? Uyum göstermek veya hayret etmek veya boyun eğmek? Yoksun bırakma eylemi; uygulayıcısının insani değerler açısından eksikliğinin işaretidir. Ve aslında bir tercihtir. Kişiler ve kurumlar eksikliklerini gidermeyi öğrenme yoluyla giderebilir. Gerçekten de empati dediğimiz insani değeri bazılarının öğrenmesi gerekir, bazıları bu değerle beraber dünyaya gelir.

   Öğrenmeyi başaranlar; kendilerindeki eksikliği, düşmanca duygularla doldurmak yerine, insani değerleri tercih etmişlerdir.

   Günümüzde, kendinden farklı olana, farklı düşünene yönelik şiddetin doruk noktasının sürekli değiştiğinin farkında mısınız?

   Yani, anlamaya çalışmak, insan olmanın varoluşsal değeridir. Acılara ortak olmanın ilettiği en değerli duygu, “anlaşılıyor” olmaktır.

   Anlamak ve anlaşılmak; ilişkilerdeki güvensizlik, cezalandırma arzusu, öç alma duygusu gibi zararlıları yok edecek olan insancıl girişimdir.

   Bu nedenle bazılarımız için çok değerli bir eylem ve düşünsel eğitimdir.

   Bazılarımız ise kalıpların koruduğu, güvenli ama yabancıl dünyanın kafesinde pek mutlu!

   Hal ne olursa olsun, hepimizin başkalarını anlama becerimizi geliştirmemiz gerekiyor. Sessiz, saklı veya aşikâr kavgaların, her türlü terörün, saldırganlığın, yıkıcı öfkenin; duygusal ve sosyal yaşamımızdan uzaklaşmasının belki de tek panzehiri budur: Başkalarını anlamak.