Bu önemli konuya, dokuz yaşında bir kız çocuğunun, İngilizceden Türkçeye çevrilmiş dizeleri ile başlamak isterim. Lütfen bu küçük kıza kulak verin:
“Düşündüğünden daha güçlüsün.
Korkularını tekmeleyebilirsin.
Ne istersen yapabilirsin.
Bunu aklına koyman yeterli.
Bunun çılgınca geldiğini, biliyorum.
Kulağa eğlenceli geldiğini biliyorum.
Yapabileceğini biliyorum.
Bunu aklına koyman yeterli.”
“K O R K U”
Bir küçük kız yaşadığı tedirginliği, dış dünyaya yönelik güvensizliğini, kocaman yüreğine eşlik ettiği minicik tekmeleriyle kovmaya çalışıyor. Bunu yaparken kendine moral veriyor. Rüzgârı tekmeleyen küçücük ayaklarına cesaret yüklüyor.
Sizlerle bu kaygı, anksiyete konusunu çok konuştuk. Yıllar boyunca konuştuk. Çocukta, gençte, yaşlıda… Atalarımızdan bize armağan bir korunma güdüsü olduğunu, tehlike karşısında yaşanılan bir içe kaçma olduğunu pek çok defa konuştuk.
Ancak, konu ile ilgilenenler çok iyi bilirler. Sağlıklı, “normal” olmanın şartlarından bir kaçı kişinin içerisi ve dış dünya ile kurduğu dengeli buluşma ile ilgilidir. Bu denge, hiçbir zaman sabit değildir ve koşullardan etkilenir. Bu nedenle anksiyete, kaygı veya endişe bozukluğu kavramları ile ilişkilendirilen ruhsal acılar, normal, duyarlı insanların acılardır.
Biz yetişkinler söz konusu olduğumuzda bu konuyu tartışmak çok daha kolay. Elbette her yaşın korkuları farklı. Ruhsal acıları farklı. Ancak çocuklar söz konusu ise, akan sular duruluveriyor. Kaygı bozukluğu yaşayan çocuklar yetişkinlerden çok daha fazla zorlanırlar ve desteğe ihtiyaç duyarlar.
Yürek, anksiyete bozukluğunun yarattığı acıya dayanabilir mi? Hele ki çocukların yaşadığı duygusal ve psikiyatrik sorunlar içinde, kaygı bozuklukları en ön sırayı işgal ederken bu konuyu görmezlikten gelebilir miyiz? Kaldı ki kaygı bozukluklarının, çocukluk-ergenlik döneminde görülen intihar girişimlerinin başlıca nedenlerinden biri olduğunu bilirken. Bununla da kalmıyor, Kaygı bozuklukları çocuk ve gençlerde madde bağımlılığına da neden olabiliyor.
Depresyon, uyku bozuklukları, sosyal fobiye varma olasılığı olan içe kapanmaları, anlamsız görünen davranış tekrarları, uyumsuzluk, aile içinde saldırgan davranışlara eşlik eden bağımlı ilişki biçimleri, gelişimsel ödevlerine yönelik isteksizlik veya yetersizlik gibi pek çok önemli ayrıntı çocukların omuzlarındaki yükü artırır.
Ebeveyn, eğitimci, çocuğun gelişiminde rol alan pek çok yetişkin ne yazık ki “büyüyünce geçer” demeyi tercih edebilmekte ve zamanında alınmayan önlemlerin sonucunda, yetişkinlik dönemine taşınan kaygı bozukluğu; daha büyük ruhsal acılara sebep olabilmektedir.
Düşünün ki bu çocuklar, başarı söz konusu olduğunda mükemmeliyetçi olabilirler. Başaramayacaklarına ilişkin endişelerinden dolayı bir çocuk oyununu bile deneyimlemekten kaçınabilirler.
Başarısızlığa tepkileri, değersiz hissetme, kaçınma, içine kapanma, ağlama krizleri gibi değişik şekillerde olabilir. Böyle bir çocuğa, “aman ne güzel, başarı konusunda iteklememize gerek yok, ders çalışmayı oyun oynamaktan bile daha çok seviyor” diye yaklaşmak, onun bu durumunu beslemek elbette çok yanlıştır.
Başarı ile değer duygusunu birleştiren çocuk; benlik değerini geliştiremeyen çocuktur. Böyle bir çocuk, ancak başardığında değerli hissedeceğinden, zevk, mutluluk, keyif veren eylemleri bile, bir başarı konusu gibi algılamaya alışır.
Anneye, neneye, bakıcısına, öğretmenine düşkün diye övülen çocukları düşünün. Akran ilişkisi, bir çocuğun hatta yetişkinin duygusal sağlığını anlamada iyi bir anahtardır. Kaygıları, korkuları, güvensizlikleri yüzünden, evinde uslu uslu oturmayı çok seven çocuklar vardır. Üstlerini kirletmezler, söz dinlerler ve övülürler.
Bazı ebeveynlerin bu durumla övündüklerine şahit olmak da mümkündür: “çocuğum çok olgun. Büyüklerle beraber olmayı tercih ediyor.” Veya “bir yetişkin gibi, kendinden küçükleri idare edebiliyor, onlara çok iyi bakıyor” gibi yorumlar, sorunu normalleştirmekten ve büyütmekten başka işe yaramaz. Ortada bir sorun yoktur sanılır ve o büyük tuzağa düşülür.
Çocukların kaygılarından kaynaklanan, davranışlarını veya acılarını dışardan gözlemek her zaman mümkün değildir. Çocuğu anlamak ve yorumlamak da kolay bir iş değildir. İçinde anlamlandıramadığı derin bir ıstırap vardır ve bazen nedensiz görünen ağlama veya öfke krizleri ile dışa yansır. Böyle bir durumu sorgulamak ve neden böyle davrandığını anlamak gerek. Bunun yerine çocuğa ceza verildiğini, suçlu hissettirildiğini gözünüzün önüne getirin. Veya “şımarıklık yapıyor” diye yargılandığını hayal edin.
Çocuk size gelip, “anne, baba biliyor musunuz, benim bazı sıkıntılarım var. Anlam veremediğim korkularım var. İçerimde sürekli bir tedirginlik var” demez.
Ebeveynin, çocuğunu anlaması ve davranışlarını gerçekçi yorumlama çabasını canlı tutması gerek. Süreklilik kazanan belli alışkanlıklar, korkular, uyku bozuklukları ve akranlarından farklı olduğunu düşündürten ayrıntılar önemlidir. Elbette, çocuğu kategorize etmekten kaçınılmalıdır. Belli davranışların yorumunu sadece konunun uzmanı olan ruh sağlığı doktorları ve psikologları yapabilir.
Kaygılı çocuklar söz konusu olduğunda, doktor ilaçla tedaviye karar verebilir. Bununla beraber, kaygılı çocukların tedavisindeki en önemli unsur, kaygı ile başa çıkma davranışlarının öğrenilmesidir.
Bu öğrenme işlemi, öncelikle ebeveyn yaklaşımında şekillenir. Ebeveynin, kendi kaygı ve endişelerini ve bunları nasıl yansıttığını gözden geçirmesi, zincirin önemli halkalarından biridir. Endişeli ebeveyn, endişeli çocuk yetiştirebilir.
Ebeveyn, endişeli, korkan veya takıntı yapan çocuğuna nasıl yaklaşacağını bilmelidir.
Öğretmen, kendini güvende hissetmeyen çocuğun öğrenemeyeceğini dikkate alarak yaklaşım belirlemelidir.
Konunun uzmanı olan Çocuk-Ergen Psikiyatri doktorlarından ve psikologlardan her şey yoluna girene kadar destek alınması sağlanmalıdır.