Ülkemiz iki günden beridir, aşırı yağışların, fırtınanın, hortumların etkisi altında.

   Felaket yaşanıyor, büyük zararlar ortaya çıktı.

   Bazı bölgelerde insan hayatı da tehlikeye girdi, özellikle sular altında kalan Geçitköy’de büyük korku yaşandı.

   Sele kapılıp denize sürüklenen bir otomobilin içinde insan olup olmadığının başta anlaşılamaması büyük tedirginliğe neden oldu.

   Başka bölgelerde de evleri, işyerlerini su bastı.

   Mesarya köylerinde dolu yağdı, üreticileri büyük zarara uğrattı, bazı köyler suya gömüldü, o bölgelerde elektrik kesildi.

    Hem İskele hem de Girne bölgelerinde hortum, ciddi zararlara neden oldu.

    Şiddetli fırtına da ağaçları, reklam tabelalarını devirdi, bazı evlerin su depolarını uçurdu, bazı atölyelerin tavanı uçtu.

    Aşırı yağış nedeniyle bazı bölgelerde yollar çöktü.

    Girne bölgesinde dağdan kayalar yola yuvarlandı, ayrıca toprak kaydı.

    Yani ülkenin dört bit tarafı felaketi yaşadı, ben bu satırları yazarken, yağmur yağmaya devam ediyor, birçok bölgeden mağduriyet haberleri geliyordu.

    Bu birkaç günün böyle geçeceği önce Güney Kıbrıs’ta uzmanlar tarafından açıklandı, ardından da bizde uyarılar yapıldı.

    Yani bu felaket bekleniyordu, o nedenle uyarılarda bulunulmuştu vatandaşlara.

    Kuşkusuz, hortumlara, fırtınaya karşı yapabilecek bir şey yok, etkisi altına aldığı bölgelere zarar verdi.

     Aşırı yağmurlara karşı da yapabileceklerimiz sınırlı…

     Ancak her 5 yılda, 10 yılda veya 15 yılda bir başımıza böyle şeylerin gelebileceğini normal saymalı mıyız?

    “Takdiriilahî/ yazgı” deyip, başımıza bir şey gelmesini mi bekleyeceğiz?

     Küresel ısınmadan dolayı, hava olaylarında beklenmedik durumlar, örneğin ülke normallerinin üzerinde yağışlar olabileceğini halen idrak edemedik mi?

     Aslında tam da küresel ısınmanın yarattığı anormal durumu zaman zaman bir savunma yolu olarak kullanıyor, merkezi hükümet ya da yerel yönetimler, sanki bu durumda yapılacak bir şey yokmuş gibi ama kesinlikle bu bir savunma aracı olamaz.

     Tam tersine, küresel ısınmanın etkilerinin yaratacağı anormal durumlar için daha tedbirli olmalıyız.

     Örneğin normalin üzerinde yağışlar olabileceğini dikkate alıp ona göre tedbirler geliştirmeliyiz, risk altında olduğu aşikâr olan bölgeler için fazladan tedbirler almalıyız, hem de gerekirse radikal tedbirler de olmalı.

     Can kayıplarının olmasını istemiyorsak, radikal tedbirler almayı becerebilmeliyiz.

     Fırtına dev gibi reklam tabelalarını da devirdi, demek ki o tabelaların fırtınaya da dayanıklı olması, tehlike yaratmaması gerekiyor.

     Mademki aynı bölgede bazı tabelalar devriliyor, bazıları devrilmiyor, devrilenlerde sorun var.

     Biliyorum, “Hortumun, fırtınanın gücüne dayanmak kolay mı?” dediğinizi duyar gibiyim?

     Evet kolay değildir ama mademki hortum, fırtına ülkemizi etkisi altına alıyor, derme çatma yapılar, barakayı andıran atölyeler, garajlar, mandıralar yapmamalıyız.

     Evleri, işyerlerini, binaları, dere yataklarının ağzına, üzerine ya da su baskınlarında mağduriyet yaşanacak çukur alanlara inşa etmemeliyiz.

     Dereleri bozmaktan, ihlal etmekten vazgeçmeli, suya akacağı alan bırakmalıyız.

   Tüm yaşam alanlarında olası su baskınlarına karşı tedbirli bir organizasyonumuz olmalı…

   Yaşam alanları rast gele oluşturulmamalı, imar planları, buna göre güncellenmeli.

    Küresel ısınma nedeniyle birbirine karışan iklimler, alışık olunmadık durumlar da hesaba katılmalı artık.

     Doğaya hunharca müdahalelerden vazgeçmeliyiz, çünkü doğal dengeyi bozduğumuz için anormal durumlarla karşılaşıyoruz.

     Şimdi diyeceksiniz ki; “Ey amma biz bazı çağdaş ülkelerde de aşırı yağışlardan su baskınları, mağduriyetler görüyoruz…”

    Küresel ısınmadan kaynaklanan iklim krizi tüm dünyanın sorunu ve zaman zaman bazı çağdaş ülkelerde de mağduriyet görebiliyoruz.

     Tabii ki dünyamızı, doğamızı hor kullanma tüm dünyanın sorunu ama o ülkelerde de tedbirler alınıyor, mağduriyet en aza indirilmeye çalışılıyor…

    Bir de şu taraftan bakın, günlerce güneşin doğmadığı, günlerce kar yağan, günlerce yağmur yağan ülkeler de vardır ve hayat oralarda o kadar etkilenmiyor.

    Elbette tozpembe olmuyor ama en azından birileri mağduriyet yaşamıyor, hayat devam edebiliyor.

    Böyle küçücük bir ülkede bizim de tedbirler alabilmemiz lazım.

    Yetkililerin “Dikkatli olun”, “Evinizden çıkmayın” uyarıları yeterli değildir.

   “Evinizden çıkmayın” diyorsunuz ama sular gelip evleri basıyor, insanlar mahsur kalıyorlar.

   Geçitköy’de bir vatandaş, “Kimse bizimle ilgilenmiyor, önce ‘evlerinizden çıkmayın’ denildi. Sonra sular basınca her kafadan bir ses çıktı. ‘Köyden çıkın’ deniliyor ama devlet yetkilileri gelip burada kontrolü ele almıyor. İnsanlar öylece bekliyor, kimisi gitti kimisi kaldı. Büyük mağduriyet var, ne yapacağımızı bilemiyoruz…” gibisinden şeyler söyledi.

    Bakın kriz anında organize olamıyoruz, insanlara zamanında yardım edemiyoruz, iş işten geçtikten, mağduriyet yaşandıktan sonra oralara koşuluyor.

    Demek ki yapmamız gerekenleri tam yapamıyoruz, öncesinde toplantılar yapılıyor, fotoğraflar çekiliyor, “felakete hazırız” deniliyor ama henüz hazır olunmadığı ortada.

    Halbuki geçmişte de benzer felaketler yaşadık ama bir türlü ders almayı bilmiyoruz.

    Mesele şu ki; felaketi yaşıyoruz, “ah vah” çekiyoruz, “şunu yapacağız, bunu yapacağız” diyoruz, sonra da unutuyoruz, yapmamız gerekenleri yapmıyoruz, ta ki yeni bir felaket yaşayana kadar.