Mahkeme haberlerinde okudunuz herhalde; Lefkoşa’da bir marketin kasap reyonunda çalışan bir kişi, evine bir kilo et götürdüğü için, patronu tarafından polise şikâyet edildi.

   Polis bu şikâyet üzerine bu kasap çalışanın evinde arama yaptı ve söz konusu eti pişmiş olarak buldu.

   Bu kişi tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı, mahkeme koridorlarında fotoğrafı çekildi ve haberi yapıldı…

   Dünün en dramatik haberiydi, aslında memleketin içinde bulunan durumunu anlatan en dramatik, en acı haberdi…

    Kasap dükkanında çalışan ama et yiyemeyen bir çalışan…

    Kendisi için ter döken personelinin, evine bir kilo et götürmesine tahammül edemeyen, hatta onu polise şikâyet edebilen bir patron…

    Elbette hırsızlık hırsızlıktır, bir kilo çalmakla, bir kuzuyu bütün götürmek arasında bir fark yoktur yasalara göre…

    Ancak yine de bir kilo et için gidip polise gidip şikâyet etmek, bu emekçiyi tutuklatmak, mahkeme koridorlarında teşhir etmek, medyaya düşmesine, tüm ülkeye malzeme olmasına yol açmak gerçekten pek insaflı bir tutum değil bence.

     Mademki tespit etmiş, maaşından kesseydi… Polise şikâyet etmek yerine, “Artık ona güvenim yok, onunla çalışamam” diyorsa, yasanın emrettiği şekilde işine son verebilirdi…

     Bilmiyorum tabii, bu patron bu çalışanı birkaç kez yakaladı, affetti de bu kişi çalmaya devam mı etti? Bu durum, patronun canına tak mı etti de polise gitti?

     Mahkeme aşamasında böyle bir şeyden söz edilmedi, yani bu kişinin birden fazla kez hırsızlık yaptığı falan mahkemede anlatılmadı.

     O nedenle bu kişiyi polise şikâyet etmek çok aşırı bir davranış olarak geldi bana.

     Geçmişte de oldu böyle şeyler, mesela iki kola, bir ekmek çalan kişiler maalesef polise şikâyet edildi, mahkemelik oldu.

    O olaylar da kamuoyunda çok tartışıldı, kimisi gereksiz buldu polise şikâyeti, kimisi “Hırsızlığın küçüğü büyüğü olur mu?” diye sordu.

      Elbette hırsızlık hırsızlıktır ama kimi zaman çaresizlik de insanları buna iter, evine çocuğuna, çoluğuna ekmek götürememek kadar zor bir şey yoktur.

     “Her yoksulluk çeken ya da her çaresiz olan hırsızlık yapar” demek istemiyorum ama önemli olan bir ülkede halk arasında bu kadar gelir uçurumu olmamalı, bir taraf için bahar bahçe diğer taraf için sürünme caiz mi ki?

     Göz göre göre devlet kurumlarını batıranlara, devleti milyonlarca zarara uğratanlara, yolsuzluk yapanlara hiçbir şey olmayacak ama bir kilo eti evine götüren emekçi tutuklanıp mahkemeye çıkarılacak. Olayları birbirine karıştırmayalım değil mi? Elbette iki farklı olaydır ama bir oraya bakın bir de buraya. Bir ülkede yasalar ya da hukuk bazısına işleyip bazısına işlemeyince orada adaletten söz etmek mümkün değildir.

      Kasap olayı beni neden çok etkiledi biliyor musunuz? Çünkü babamın mesleği de kasaplıktı, iki dükkanımız vardı.

     Hatırlıyorum da babam yanında çalışanlara kendisi et verirdi. Hem de bir kilonun çok üzerinde… Babamın yediğinden çalışanları da yer, içtiğinden onlar da içerdi. Çalışanlarını önemser, onları ailesi gibi görürdü.

     Hatta zaman zaman dükkanında mangal yakar, müşterilerine kebap yapardı.

     Şimdi bir kilo et için çalışanının pişmiş etine el koyduran ve onu mahkemelik eden patronun haberini okuyunca ister istemez o günlere gittim.

     Bu arada geçmişte birlikte yolculuk yaptığımız ünlü bir işadamı abimiz; “Hepsi öyledir demiyorum ama çalışanını doyurmazsan yüzde 80 seni çalarlar” demişti bana… Bu haber bu sözü de hatırlattı bana…

     Eskiden çalıştığım bir yerde bir personelimizin hırsızlık yaptığını ve onu yakaladığımız gün de aklıma geldi.

     Sevimli, çalışkan, ağzı laf yapan bir personeldi. Piyasadan aldığı paranın bir bölümünü şirkete ibraz etmemişti, o paralar için fatura kesmemişti.

      Geçmişte çalıştığımız bir genel yayın yönetmenimizin şüpheciliği ve dikkati sonucu hırsızlığı ortaya çıkarmıştık. Çok üzülmüş, hayal kırıklığına uğramıştım. Sevdiğim bir personeldi, üstelik damat gittiği aile de bizim çok sevdiğimiz dostlarımızdı.

      Bu personel hüngür hüngür ağlamış, ayaklarımıza kapanmıştı. Yeni doğmuş bir bebeği vardı. Kendisini polise şikâyet etmeyelim diye hüngür ağlayan eşini ve o bebeği almış işyerine getirmiş, bizi onlarla ikna etmek istemişti. Tabii bu işe eşini, çocuğunu karıştırmamasını istedik.

   Pişmandı, “Beni tutuklarlar, mahkemeye çıkarırlar, medyaya düşerim, rezil olurum, kimse yüzüme bakmaz, bir daha iş de bulamam” deyip ağlıyordu.

     Genel yayın yönetmenimiz; “Ben artık sana güvenemem, seninle çalışamam. Seni işten çıkaracağız ama polise şikâyet etmeyeceğiz. Çaldığın miktarı bul getir, sonra da çek git. Eşin ve evladını öne sürüyorsun. Onları gerçekten seviyorsan bir daha hırsızlık yapma” demişti, hiç unutmam.

    O personel hem ağlıyor hem de nasıl teşekkür ediyordu anlatamam, “Elini ayağını öpeyim abi. Beni polise verseydiniz hayatım biterdi” gibisinden lâflar ediyordu.

    O personel teşekkür ede ede oradan ayrılırken, genel yayın yönetmenimiz; “Doğru mu yaptık acaba be Ali?” diye sormuştu bana. Ben de “Doğrusunu yaptık galiba abi, bu olay ona güzel bir ders olacak” demiştim.

    Daha sonra o kişiyle çok kez karşılaştım, uzun süre daha görüştüğümüzde teşekkür etti bana ve yeni şirketinde parayla ilgili olmayan bir görev yaptığını, ne isterse olsun bir daha hırsızlık yapmadığını ve yapmayacağını söyledi.

    Ne ilginçtir, nereden baksanız bu olayın üzerinden 15 yılı aşkın bir süre geçmiştir ama o personel bizden sonra gittiği şirkette halen çalışıyor, işini güzel yapıyor, mutlu bir aile hayatı da var…

    Onu polise şikâyet etsek, hayatı kararacaktı, eşinin ailesi kesin ayrılmaları için bastıracaktı, hırsızlık siciline işlenecekti, şu anda çalıştığı şirkette çalışamayacaktı.

    İnsanlara her zaman bir şans daha verilmesi gerektiğini düşünüyorum, bu şansı değerlendirenlerin hayatı gerçekten değişebilir.

    Yine o marketin o kasap reyonundan yapılan bir kilo hırsızlığa dönecek olursak; mahkemelik olan bu olay aslında memleketin ne hallere geldiğinin de bir göstergesidir.

   Et satan ama yiyemeyen bir emekçinin düştüğü durum… “Hırsız” ya da “Sıradan bir hırsızlık” deyip geçebilirsiniz ama öyle değil işte, dev bir buzdağına dönüşen sorunlarımızın yukarıdaki küçük gibi görünen kısmıdır…