Beklenmedik ölümler olduğunda hep aynı şeyler söylenir.

   “Değmezmiş birçok şeye, boş yere kavga ediyor, didişiyor, birbirimizi üzüyor, kırıyoruz, gözümüzü kapadık mı gidiyoruz işte…”

    Ölümlerden sonra, özellikle de beklenmedik ya da çok genç yaştaki ölümler sonrası bu sözü ya da buna benzer sözleri defalarca duydum.

     Gittiğim tüm cenaze törenlerinde buna benzer konuşmalar oluyor, buna benzer sözler söyleniyor.

     Tartışmaya, kavgaya, birbirine zarar vermeye, hırslanıp olmadık şeyler yapmaya, birbirine küsmeye değmediği dile getirilir.

     “Şu üç günlük dünyada değer mi ki bunlara?” denir. Biliyor musunuz bunlar hep boş laflardır.

      Süleyman Ergüçlü Abimizin bugünkü cenazesinde de benzer şeyler duydum.

      Hayat dolu, çok sevilen bir insanı kaybetmek tabii ki birçok insana bunları söyletir ama ya sonra?

      Evet ölümlerden sonra kimi zaman çok üzülüyoruz, kimi zaman korkuyoruz, sevdiklerimizi kaybetmenin verdiği duygusal bir havaya giriyoruz, melodram bir ruh haline bürünüyoruz ve başlıyoruz hayatı sorgulamaya.

     Yaptıklarımızı, bize yapılanları, didişmelerimizi çok gereksiz buluyoruz…

     Para kazanmak için sağlığımızdan olduğumuzu, sevdiklerimize yeterince zaman ayırmadığımızı, giden zamanı geri getiremeyeceğimizi hatırlıyoruz ve “Nedir yaptığımız? Değer mi bunlar için?” diye bir sorgulamaya başlıyoruz.

    Peki bu korkular, bu endişeler, bu sorgulama ne kadar sürüyor? Çok az hem de çok az bir süre… Kimi zaman bir hafta kimi zaman üç gün kimi zaman bir gün…

    Çok yakını ölenlerde bu durum daha uzun sürebilir ama mutlaka bir süre sonra normalimize dönüyoruz.

   Bütün bu yaptığımız bilge konuşmalar, kendimizce felsefi değerlendirmeler geride kalıyor.  

   O nedenle yukarıda “Bunlar boş laflar” dedim.

   Kaybettiğiniz kişi en değerliniz, hayatta sizin için en anlamlı, en kıymetli kişi olsa da onsuz yaşayamayacağınızı sansanız da aslında hayata devam edebilme gücünü buluyorsunuz kendinizde.

   Geride kalan başka sevdikleriniz için ya da aslında kaybettiğiniz kişi için hayata devam etmeniz gerektiğini kavrıyorsunuz.

    “Ölenle ölünmez, hayat devam ediyor” deniyor ya, çok klişe ama inanın bu daha gerçekçi bir ifade.

    Yakınlarını kaybeden birçok kişi, ilgi alanına, karakter yapısına, alışkanlıklarına göre kendi rutininde ne varsa yapmaya başlar.

    Yakınlarının ölüm anında, aklından geçirdiği tövbeler, değişme sözleri geride kalır, yani unutuluyor.

    Bir süre sonra normallerine döndüklerinde, kişiye göre; yine kavgalarına, tartışmalarına, öfkelerine, hırslarına, kıskançlıklarına, rekabete, aşırı çalışmaya, başkalarından daha iyi olma çabasına, daha fazla para kazanmaya, gezmeye, eğlenmeye, sevmeye, aşık olmaya devam ederler.

     Bence bunu yadırgamamak lazım, anormal olan bu değil, normal olan budur…

    Arada kötü olan taraflarımızı törpülesek fena olmaz ama yukarıda saydıklarım, hayatın kendisi zaten.

     Bunların olmadığı bir hayat mümkün değil… İçinde kötülüklerle iyiliklerin, başarısızlıklarla başarıların, sevgisizlikle sevginin, rekabetin, risklerin, cesaretin, korkuların, değişik karakterlerin olmadığı bir dünya yok ki…

     Önemli olan insan odaklı bir düzen kurabilmek, kitlelerin daha insanca yaşayabileceği, risklerden korunduğu, birbirini yemeyeceği, ezilmeyeceği, çile çekmeyeceği bir sistem yaratabilmek, barışı ve insan haklarını koruyabilmektir…

    Yoksa gerisi, insanlık halleridir ve hayatın ta kendisidir…

    “Hayat kısa şunları yapalım, şunları yapmayalım” diyemeyiz, desek de lafta kalır.

   Aslında hayat hem kısa hem de uzundur… Kimine gerçekten kısa, kimine gerçekten uzun…

    Kimin ne zaman nasıl öleceğini bilmediğimiz için her an ölebileceğimizi aklımızdan çıkarmadan, hiç ölmeyecek gibi çalışmak, hazırlanmak, gelecek kurmak zorundayız.

   Geleceği yalnızca kendimiz için de değil, yakınlarımız, çocuklarımız, torunlarımız ve sonuçta toplumumuz için planlamalıyız…

    “Nasıl olsa öleceğim” diyerek her şeyi bırakamayız, her şeyden vazgeçemeyiz çünkü ne zaman öleceğimizi bilemeyiz.

    “Hiç ölmeyecek dünyaya kazık çakacak” gibi aşırı kişisel hırslara da kapılmamak, sahip olunan zenginliği beraber götürmeyeceğimizi kavramak, bunu toplumsal faydaya dönüştürmek önemli.

     Ölenlere üzülüyoruz, matemler tutuyoruz, kimi zaman boşluğunu dolduramıyoruz ama hayat devam ediyor. Kaybettiklerimizi unutmadan, anılarını yaşatarak hayata devam etmeliyiz, çünkü mutlaka bize ihtiyacı olan başkaları vardır.