Komşunun açık kalan penceresinden dışarıya taşan çocuğun çığlığında…
Bilgisayar oyunlarında, bazen "iyi" adamın yok edici savaşında…
İzlediğimiz filmlerde, "seven ne yapmaz" zihniyetinde…
Kardeş, arkadaş deyip borç verip yoksullaştığımız yalnızlığımızda…
Alın terimizle kazandığımız parayı çalanların rehavetinde…
Bazılarını görünce tanırsınız, "işte bu şiddettir" dersiniz. Bilinçli bir bakışla, şiddettin çok farklı kılıklara büründüğünü de fark edersiniz. Zavallı, muhtaç görünen birine duymadığınız bağlılığı, insaniyet adına vermeye çalışırsınız. "Ne alaka" dediğinizi duyar gibiyim. Oysaki "hayır" diyemediğiniz için bazı insanlar tarafından uğradığınız duygusal ve maddi, fiziki yaralanmalarınız var. Acıma ve sorumluluk duygusu ile davranıp, işiniz bitince bir kenara atıldığınız nice kalp kırıklığınız var. Bu nedenle şiddet her yere, her kılıkta sızmayı başarma gücüne sahiptir.
Özgür karar verdiğinizi sanarak, karşınızdakinin emellerine boyun eğersiniz.
Sorumluluk duygusu ile ayaklarınızı karıştıran şekilde dans eder ve tökezlersiniz. Siz "görev" uğruna kendinizden vazgeçersiniz. Aşk, sevgi, bağlılık kılıfına girmiş ebeveyn, arkadaş veya sevgili tutsaklığında, ömrünüzü heba edersiniz.
Sanal veya gerçek; eğlence, çalışma ve bazen aile hayatı, gündelik yaşam akışınız. Saymakla bitmez, insanın olduğu her yerde şiddetin izleri hatta yarattığı korkunun kokusu var.
Korkuyu duyumsamak için, başınıza gelmesi şart değildir. Korku, yaşanılan ortama yönelik bir güvensizlik oluşturur ve seyircisini de kıskacına alır. Her şeyi olduğu gibi kabul edip, bir çeşit uyuklamaya kapılarak bundan kurtulmak pek mümkün değil. Deve kuşu bile başını kuma gömmekten vazgeçti. Aksine, güvenli koruma alanını oluşturma derdinde.
Nihayetinde, şiddeti ve bizde yarattığı örselenmeyi tanımlayabilme, öncesinde anlayabilme gibi bir sorumluluğumuz var. Hem kendimize, hem sevdiklerimize hem de yaşadığımız hayata karşı.
Kişinin biricikliğini, başkaları ile eşit ve eşdeğer olduğunu, ilk yükümlülüğünün, bir armağan olan yaşama sanatını kendi malzemeleriyle inşa ve icra etmek olduğunu fark etmesi bu nedenle önemli bir girişimdir. Bu; sizi bencilleştiren, sizde olmayanı başkalarından almak için kurnaz tilki olmanızı gerektiren bir dönüşüm değildir. Aksine, kurnaz tilkilere ve her kılığa girebilen bencilliğe, istismara, ekonomik, duygusal ve ne çeşit olursa olsun; şiddetin her türlüsüne karşı uyanık olmanıza ilgilidir. Farkındalık dediğimiz şey, aslında, biz ve ötekiler için olumlu , eşdeğer bir denge kurmamızı; şiddetin her kılığını zarara uğramadan önce fark edebilmemizi sağlayacak bir gelişmedir.
Peki şiddetin kurbanları? Şiddet; insanlık tarihi kadar eski ve artık sonsuz sayıdaki maskeleriyle her yerde. Kurban olduğunu fark edenler ve kabullenenler var. Baş kaldırıp bu rolü reddedenler var. Henüz farkında bile olmayanlar var. Filmlerde izlersiniz, zulmedene duyulan bağlılık var. Sadece filmlerde değil ne yazık.
Psikolojide, "Öğrenilmiş Çaresizlik" diye bir kavram vardır. Şiddetin yaydığı korkuyu soluyarak yaşamaya alışabiliriz. Elimizdekileri korumak adına eksilmeye, boyun eğmeye devam edebiliriz. Oysaki, şiddetin türlü çeşidini, başkaları üzerinde deneyen insanların yarattığı korkular ve hatta bireysel, kitlesel hırsızlıklar, insan ticareti ve cinayetler; durdurulabilir zulümlerdir. Bazen bir düğmeyi kapatarak, bazen sadece o kişiyi hayatınızdan çıkararak…ancak şiddet söz konusu olduğunda bu yetmez.
Bununla savaşacak yasayı, yasayı uygulayanları toplumsal bilincimizle desteklemeyi başarabilirsek; birey için de gerçek bir şans doğar. Kendi özel, küçük dünyasında, şiddetin her türlüsünün yanlış olduğunu, içinde bulunduğu toplumsal bütün sistemlerin bu konuda duyarlı olduğunu fark eder. Şiddetin en yumuşak gösterisini bile tanımlayabilir.
İnsanın; başka birinin zulmüne maruz kaldığında, "dur" deme gücü olur. Yaşadığı örselenmeyi iyileştirebilmesi mümkün olur. Toplumsal bilinç, yasa koyucu ve uygulayıcı- Sağlık, Eğitim, Güvenlik gibi- toplumun bütün kurumları ile iş başındadır çünkü.