Ahmet UÇAR

    Hammurabi adını taşıyan ilk öykü kitabıyla yankı uyandıran Kıbrıslı Yazar Ahmet Şimşek, ikinci öykü kitabı “Midas” ile okuruyla buluştu.

   Şimşek’in Hammurabi kitabı ilk olarak kitapçık olarak çıkmış, 2020’de Işık Kitabevi Yayınları tarafından yayımlanmış ve 2021’de de Türkiye’deki Vacilando Kitap tarafından yeniden hayat bulmuştu.

      Yazarın “Midas” adlı öykü kitabı ise İthaki Yayınları’ndan çıktı. Midas’taki öykülere bakıldığında mitolojik unsurların özgün bir yaklaşımla yeni bir anlatıya dönüşmesi; göç, ötekilik, sınır ihlalleri… izlekleri; farklı anlatım teknikleri ve bunun gibi birçok unsur göze çarpıyor.

   Ahmet Şimşek’le “Midas” ve öykücülük odağındaki sorularımızı yanıtladı.

SORU: Edebiyat dünyasında çoğu şair ve yazarın genellikle üzerinde durduğu konulardan birisi ilk kitabın bir toplama eser olduğudur. Edebiyatın çileli yolculuğunda varoluşunu gerçekleştirmek isteyen sanatçı ilk kitabını çıkarmanın heyecanını yaşamaktadır. Sanatçı, o döneme kadar yazdıklarını belli bir kurgu içerisinde bir araya getirip eklemeler de yaparak varlığını göstermektedir. İkinci kitap ise sanatçının yaratıcılığını ortaya koyan bir kurgulama süreci olarak düşünülmektedir. Hammurabi’den sonra ikinci kitabınız Midas’ın oluşma sürecine buradan bakıldığında neler söyleyebilirsiniz, kitabın oluşma süreci nasıl oldu?

ŞİMŞEK: Hammurabi’yle beraber belirli bir okur kitlesi kazanmış olacağım ki yayınevi benden basılmak üzere yeni öyküler talep etti ve böylece Midas kafamda ilkin bir proje olarak doğdu. Aslında yeni bir öykü kitabı çıkarmak için erken olduğunu düşünüyordum, aynı zamanda bir roman ve bir oyun metni üzerinde çalışıyordum ve o işler beni daha çok heyecanlandırıyordu.

   İkinci kitapla birlikte yazar olmaya, kitap çıkarmaya hevesli biri olarak değil de bir yazar olarak nasıl işler yapmak istediğimle daha çok ilgilendim böylece. Yalnızca Kıbrıs öykülerinin yer aldığı, Hammurabi Türkiye’de yeniden basılınca duymaya başladığım “Kıbrıslı genç yazar” ya da “Kıbrıslı yazar” sıfatını da besleyecek bir dosya düşündüm. Kendimi yazarak daha iyi tanıyorum ve Midas’la biraz da, ben de Kıbrıslıyım demek, Kıbrıslı yazar kimliğini benimsemek istedim. Çünkü göçmenseniz sizin dışınızda herkes size bir kimlik, aitlik yakıştırıyor.

   Edilgen yapıda bir insan karakterine sahibim, Adalı kimliğimi kabul etmek istemeyenlere hayır, ben de Kıbrıslıyım demektense Kıbrıslı bir kitap ortaya çıkararak bunu yapmak bana daha kolay geldi. Hammurabi’den sonra çevrem genişleyip değişti biraz ve ben göçmenim dediğimde, bana, “Yoo, değilsin, sen artık buralısın” diyenler de çıkar oldu. Kimsenin niyetini sorgulamıyorum ancak bazen ne olduğumu bir ben bilirim diyesim geliyor.

   Anne ve babam 1997’de Hatay’dan taşınıp Lefkoşa’ya yerleştiler. Göçmen bir ailede büyüdüm ve bu yadsımak istediğim bir durum değil. Kıbrıslıyım evet, ama aynı zamanda Hataylıyım. Göçmen deyince negatif düşünmeye koşullanan beyinler var ve bunun değişmesi gerektiğine inanıyorum.

   Midas’ı dosya olarak çalışırken sürekli günümüz Kıbrıs’ını, buranın dertlerini düşündüm. Hem hâlihazırda olan öykülerimi gözden geçirdim hem de dosya için birkaç yeni öykü yazdım. Amacım ilkinden daha iyi bir kitap hazırlamak da değildi ayrıca ama Hammurabi’den farklı olmasını istiyordum. Özellikle öykü konuları ve diliyle de bunu yaptığıma inanıyorum. Özetle Midas, yaratıcılığımla beraber Kıbrıslı kimliğimi de ortaya koyan bir kitap.

418701015 1348608889869936 5035679415272003382 N

SORU: İlk öykü kitabınızın adı Hammurabi. Hammurabi, tarihte Babil’in Altıncı Kralı olarak biliniyor. İkinci öykü kitabınız ise Midas başlığını taşıyor. Midas da Yunan mitolojisinde yine kral olarak yer alıyor. Öykü kitaplarınızda kral motifinin önemi nedir?

ŞİMŞEK: Bazı mitolojik hikâyeler beni büyülüyor ve içine büyüdüğümüz dünyanın öyküleri olarak bu hikayelerin herkesi bir şekilde etkilediğine inanıyorum. Yoksa bu isimler kimsenin aklında kalmazdı sanırım. Hemen herkesin Midas’ı duyunca kafasında canlanan bir görüntü var.  Ama Hammurabi’den sonra ikinci kitapta yine bir kral adının geçmesi ise rastlantı sonucuydu.

   Bu adda bir öykü vardı dosyada ve aslında dosya için başka ad seçmiştim ancak yayınevi beğenmedi ve ben de bir süre arkadaşlarımla kitabın adı ne olabilir diye kafa patlattım. Midas içinse düşüncem şöyle gelişti. Midas’ın mitolojideki yeri oldukça hüzünlü ama aynı zamanda bir komedisi de var. Trajikomik bir hikâye bu. Ve trajikomik kelimesi benim dosya için zihnimde tekrar edip duran anahtar kelimelerden biriydi.

   Kral Midas’ın gülünesi olaylarını, Kıbrıs halkı da her gün yaşıyor sanki. Kendi başına gelen olayları bile çoğu zaman alaya alabilen bir millet olduğumuzu düşünüyorum. Bu nedenle Midas kelimesi dile getirildiği an, özellikle Nilgün Yıldız Coşkun ve kitabı çalıştığım diğer dostlarım da bu adın kitaba çok yakıştığını düşündü.

   Hammurabi’den sonra Midas adlı bir kitabın gelmesi de hem esprili hem akılda kalıcı olacaktı ve Midas oldu. Hammurabi’nin adının ilk kitaba neden verildiğini ise çok anlattım.

SORU: Kitaptaki “Kral Midas’ın Hikâyesi” öyküsünün özellikle Midas’ın kulaklarıyla ilgili bölümünde özgün bir kurgu dikkat çekiyor. Yunan mitolojisinde Midas’ın kulaklarının eşek kulağına çevrilmesinin sebebi Midas’ın müzik yarışmasında Pan’ın müziğini beğenmesidir. Apollon, kendi müziğini seçmeyen Midas’ı, onun kulaklarını eşek kulaklarına çevirerek cezalandırmıştır. Adı geçen öyküde ise bu durum Midas’ın altın sevdasıyla bağdaştırılıyor. Mit üzerinden özgün bir anlatıya varıldığı söylenebilir. Bu duruma nasıl bakıyorsunuz?

ŞİMŞEK: Kral Midas’ın Hikâyesi’nde eski mitolojik olayları yeniden anlatma gibi bir derdim olmadı. Aslında mitolojik kahramanların çoğu da hemen her kaynakta farklı anlatılır ve ilk ve tek doğru hikâyeyi bulmak zordur. Kral Midas’ın Hikâyesi öyküsünde bu mitten yararlanmamın ilk nedeni öyküde bir dikkat dağınıklığına ihtiyaç duymamdı.

   Hikâye Anlatıcısı adlı karakter, kahramanımız Davut’u ilgi çekici öyküsüyle cezbedip onu baştan çıkarıyor. Burada Kral Midas’ın olayları benim için ikinci plandaydı. Aynı sebeple Hikâye Anlatıcısı’nın Davut’a anlattığı bu öyküde sapmalar ve yalanlar var. Çünkü o da bu hikâyeyi benim kullandığım gibi bir araç olarak görüyor.

   Anlatıcı, Kral Midas mitini yanlış hatırlıyor ve açık kalan yerleri uyduruyor. Tabii Kral Midas mitine aşina olmayan genç karakter tüm bunlara inanıyor. Naif de biri. Bu öyküyü yazarken benim için en eğlenceli kısımlar mitin yanlış hatırlanıp yorumlandığı kısımlardı. Çünkü Kral Midas mitini çok iyi hatırladığımı düşünsem de benim için de boşluklar vardı.

   Öyküyü yazarken mitle ilgili kaynaklardan yararlanmamak için kendimi tuttum. Amacım hatırladığım kadarını, kendi hafızamın da güvenilmezliği ile yazmak, günümüz Kıbrıs’ında miti yeniden yorumlamaktı. Hikâyede yalnızca bu da yok, biçim olarak da sondan açılıp parça parça geriye, başlangıca giden bir yol izledim ve kurguyu da kendimi de zorladım.

   Midas’ta böyle denemeler yaptığım birçok öykü var. Fırsatını bulmuşken hemen kapaktan da bahsetmek istiyorum. Kapağı tasarlarken Kral Midas öyküsündeki Davut karakterini yetişkin biri olarak hayal ettim. Gelecekteki Davut, geçmişinde yaşadığı bazı olayları düşünüp utanıyor, ağlıyor ve kulakları kızarıyor. O kadar utanıyor ki kulağı kıpkırmızı oluyor. Tabii bu aynı zamanda eşek kulaklara da bir gönderme. Benim için aynı zamanda bazı hikâyelerin bizimle beraber büyüdüğüne dair bir fikrin temsili bana göre.

418698959 2338346543222846 2893141762729950651 N

SORU: Kıbrıs Türk edebiyatında en çok işlenen izleklerden birisi göç olgusudur. Kıbrıs’ta kanlı çatışmaların ardından yapılan mübadele anlaşmasıyla Kıbrıs’ın güneyinde yaşayan Kıbrıslı Türkler kuzeye, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı Rumlar da güneye göç etmek durumunda kalmıştır. Evlerini, hayatlarını bırakan toplum bunu edebiyatta işlemiştir. 1975’ten itibaren Türkiye’den gelen göçmenler de söz konusudur. Kitaptaki “Maria ve Madde 22” öyküsünde buna yönelik bir çatışma işlenmektedir. Çocukluğu ve tüm hayatı Kıbrıs’ta geçen karakter, her şeye rağmen “öteki” olduğunu hissetmektedir. Aynı durum oyun biçiminde yazılmış “OU VA LE MONDE” öyküsünde de karşımıza çıkıyor. Bu duruma nasıl yaklaşıyorsunuz?

ŞİMŞEK: Kıbrıs bir ada ülkesi ve tarihi boyunca göç alıp verdi ve öyle de devam edecek. Benim için göç, önce ailede başlıyor. Bizimkiler 97’de Hatay’dan Lefkoşa’ya taşındılar. Taşındılar deyince iki mahalle öteye gitmişler gibi duyuluyor, değil mi? Adana’dan Mağusa’ya göç ettiler, dersem araya daha uzak bir mesafe, kültür, dil ve geride bırakılanlar da dâhil oluyor.

   Anneme göçmen olduğunu yerel halktan biri söyledi. Bana göçmen olduğumu lisedeki bir hocam öğretti. Babama göçmen olduğunu işvereni söyledi. Kardeşime göçmen olduğunu bir arkadaşı hatırlattı. Bana kalırsa biz sadece taşınmışız ama birileri bizim göçmen olmamızı istemiş.

   Bu meselede konuşmaya başlarsam söyleşimiz zor biter. Şunu diyebilirim, göçmen meselelerin anlatıldığı öyküler yazıyorum ve Kıbrıs’ta bu olgu bir mesele, bir sorun olarak görüldüğü sürece de yazmaya devam edeceğim. Öykülerimi okuyanlar da duruma nasıl yaklaştığımı şu an benim kendimi ifade ettiğimden daha iyi anlayacaklardır diye umuyorum.

SORU: Kitaptaki öykülerde mekân olarak Kıbrıs ve Kıbrıs’taki bölgeler, caddeler yer alıyor. Çoğu diyalogda da Kıbrıs ağzına yer verilmiş durumda. Tüm bunlar da öykülerdeki karakterlerin varoluşunda etkili oluyor. Bu durumu edebiyattaki yerellikle evrensellik ilişkisi bağlamında düşündüğümüzde neler söyleyebilirsiniz?

ŞİMŞEK: Dediğim gibi tamamıyla Kıbrıs öykülerini anlattığım, Kıbrıslı bir kitap bu. Bu nedenle kitaptaki mekâna, insana ve Kıbrıs ağzına ayrıca bir yer ayırmadım. Zaten olması gerektiği biçimde yazılan adalı öyküler Midas öyküleri. Ama kitaplarda tamamen Kıbrıs odaklı öyküler ve Kıbrıs ağzı görüp okumak sanırım okur için az rastlanan bir durum.

   Bana kalırsa Midas’taki dil ve atmosfer olabildiğince yerel ancak öykü meseleleri de evrensel olaylara dikkat çekiyor. Göç, sınır, kuir ve büyüme öyküleri bunlar. Ana dilim Türkçe ve elbette, en çok kendi dilimde okuyup yazmayı seviyorum. Aynı öyküleri İngilizce veya Fransızca yazsam daha mı evrensel olurdum acaba? Sanmıyorum. Kıbrıs ağzı Fransızca nasıl yazılır? Bu öykülerle empati kurabilecek, özümseyecek insanlar varsa, en önce Kıbrıslılardır.

SORU: Kitapta dikkat çeken öykülerden birisi de “Bırakın Şair Afrika’ya Gitsin”. Sınır ihlali yapan bir gencin üzerinden yürüyen öyküde tutuklu ifadesi, polis günlükleri, notları gibi farklı anlatım teknikleri kullanılmış durumda. Alışılmışın dışında olan bu durum öyküyü de özgünleştiriyor. Öyküde farklı anlatım tekniklerinin kullanılması nasıl bir öneme sahip?

ŞİMŞEK: Bırakın Şair Afrika’ya Gitsin öyküsü George Saunders’ın Arafta romanını okuduktan sonra yazdığım bir öykü. Biçimi o kitaptan örnek alıp denemek istedim. Bu biçimde bir anlatıya, evinden kaçıp sınır ihlali yapan, bunu yaparken başka bir adamı kullanan, sonrasında polise yakalanan birinin hikâyesini anlatmanın, tek bir olay için farklı bakış açılarını okumanın eğlenceli olacağını düşündüm.

   Benim için zorlayıcı kısmı romana daha uygun sayılabilecek bir anlatım tekniğini öyküde denemek oldu. Bu kadar çok karakteri sınırlı sayfada daha akılda kalıcı, gerçek kılmak için yer yer karikatürleşmelerine izin vermem gerekiyordu. Yazarken çok keyif aldım ve elbette sınır ihlali anlatmayı çok istediğim Kıbrıs meselelerinden biriydi. Şair’in öyküsünü bu teknikle anlatmanın iyi bir biçim seçimi olduğuna inanıyorum.

    Gerçekten sınır ihlali yapıp başına daha büyük sıkıntılar açan bir arkadaş biliyorum, bu öykü kurmaca değil de onun hikâyesinden esinlenmiş olsaydı daha ciddi şeyler konuşuyor olabilirdik. Midas öykülerindeki ciddiyetsizliği çok seviyorum.

SORU: Midas’taki öykülerde genel olarak Kıbrıs’ın kuzeyindeki yaşama, ekonomik ilişkilere, sosyolojik unsurlara yönelik izler göze çarpıyor. Bu da öyküde gözlemin önemini ortaya koyuyor. Sizce bir yazar için gözlemin önemi nedir?

ŞİMŞEK: Aklıma gözlemi bir yazma metodu olarak kullanmayı getirdin şimdi. Çünkü böyle yaratıcı yazarlık çalışmalarının yapıldığını görüyorum. Midas öykülerini Ada halkını ve benim Ada halkı arasındaki konumumu dışarıdan biri gibi görmeye çalışmadan yazamazdım.

   Midas’ta toplumla ilgili bir duruma dikkat çekmeye, bir mesaj iletmeye çalışan öyküler çoğunlukta. Kıbrıs ağzını düz yazıda kullanmayı kolay bulmuyorum. Olabildiğine yerel bir Kıbrıs ağzını hem Adanın dilini gücendirmeden hem de Türkiye’deki okurun kolayca anlayabileceği şekilde dengede kullanmaya çalıştım.

    Çevreyi iyi gözlemlememiş olsam, kitaptaki dille ilgili çokça şikayet alacağımdan emindim. Ama her hikâye aynı derecede bir gözlem gücü talep etmiyor kanımca.

   Diyelim sıfırdan, tamamen hayal ürünü bir atmosfer yaratmaya çalışıyorsunuz. Öyle bir dünyayı yazıya aktarırken çevrenizden ve gözlem yeteneğinizden çok hayal gücünüze ve yaratıcılığınıza güvenmeniz gerekebilir. Bu soru zorladı beni.

418630566 2096751954028432 1575818265464900851 N

SORU: Kitaptaki “Peter Pan’ın Askerleri” öyküsü de şaşırtıcı bir niteliğe sahip. Öyküde öncelikle anlatıcının bir gölet olması ilgi çekici bir etki yaratıyor. Bunun yanında öyküde çocuklarla yetişkinler / büyükler arasındaki farkın dile getirilme şekli Küçük Prens’i akla getiriyor.

ŞİMŞEK: Küçük Prens’i akla getirdiğini ilk senden duyuyorum ama hoş bir benzetme. Peter Pan’ın Askerleri kitabın sevilen öykülerinden biri. Bu öyküyü arkadaşım Mert’le yaptığımız büyüme konulu bir sohbetten esinlendim. Seneler öncesinden bir konuşmaydı ancak aklıma şöyle bir cümle kalmış,

   “Büyümek bir nevi savaşa hazırlanmak” ya da sohbetimizi hatırlarken hafızamın bana oynadığı bir oyun bu cümle. Ama bu cümlenin çevresine kurduğum bir öykü Peter Pan’ın Askerleri. Elbette en sevdiğim kitaplardan olan ve büyümeyen o tek çocuktan da çokça esinlendim.

   Anlatıcının gölet çıkması da benim yazarken oynamayı en sevdiğim oyunlardan biri. Anlatıcıyı aniden değiştirmeye ve okuru şaşırtmaya bayılıyorum. Karnı Delik’i hatırlarsın belki? Tabii, bu tekniği sürekli kullanırsam okur bıkar, hiçbir etkileyiciliği kalmaz.

SORU: Yevmiyelik Zeytin öyküsünde Kuzey Kıbrıs’taki yabancı iş gücü, siyahi kişilerin uğradığı ırkçılık, şiddet, istismar ve bu kişilerin ucuz iş gücü olarak görülmesi gibi sosyolojik unsurlar dikkat çekiyor. Kitaptaki birçok öyküde olduğu gibi bu öyküde de ülkede yaşananların estetik malzeme olarak kullanılması bu öykülere gerçekçilik katıyor. Kendinden bir şeyler bulan okur, yaptıklarını dışarıdan görme ve sorgulama yoluna da gidebiliyor. Bu gerçekçilikle kurgusallık arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?

ŞİMŞEK: Tüm öykülerin Ada gerçekliğiyle güçlü bir bağı var. Ülkede yaşananları estetik malzeme olarak kullanmak kulağa fazla havalı geldi ve Midas öykülerinde yaptığım şey sanırım buna çok yakın. Elbette bazı durumlara dikkat çekmek istedim ancak bu metinler edebî değer de taşıyor, yazarlığımla yaratılan kurgusuyla da bir öykü kitabını oluşturup edebiyata dâhil oluyor.

   Tabii, benim de ayağım yere basarken kafam hayal dünyasında. Gerçekliğe tamamen dâhil olma fikri beni korkutuyor. Kafamdaki dünyada dolaşmayı daha çok seviyorum. Bazen kendimi kurgusal karakter gibi dışarıdan okuyorum ve öyle anları bazen sonrasında oto-kurmaca öykülere dönüştürüyorum. Böyle birinin yazdığı öykülerin gerçek ve kurgu arasındaki ilişkisi nasıldır sence?

SORU: “Yevmiyelik Zeytin” öyküsünde biçimsel olarak göze çarpan unsur da imla kurallarının aksine büyük harflerin kullanılmaması. Bu tercihin altında ne yatıyor?

ŞİMŞEK: O öyküde gerçek olan, kurgu sayılamayacak bir cümleyi büyük harflerle yazdım. Gerisi bana göre büyük yazılan o tek cümleden daha küçük göründüğü için diğer cümleler küçük harfle başlayıp bitiyor. Gerçek bazen kurgudan daha büyüktür.

SORU: Kitabın son öyküsü olan “Caretta Caretta Camus ve 99 Kardeşi” öyküsüne de biçimsel olarak baktığımızda masallarda görülen öğrenilen geçmiş zaman (-miş) kipinin kullanıldığını gözlemleniyor.

ŞİMŞEK: Evet, Kıbrıs edebiyatı için bir masal yazmak istedim. Çünkü bir milletin kendine ait masalları olur. Ancak öyküye devam ederken masalın çocuklar için yazıldığı düşüncesinden sıyrıldım. Caretta Caretta Camus ve 99 Kardeşi öyküsü kitabı tamamlamak için çalıştığım öykülerden. Midas bu masalsı öykü olmadan gözüme tamamlanmış gibi görünmedi.

SORU: Yine “Caretta Caretta Camus ve 99 Kardeşi” öyküsünde anne kaplumbağanın yumurtalara yüzeye çıktıktan sonra güneşin cazibesine kapılmamaları yönünde yaptığı uyarı İkarus mitini çağrıştırıyor. Öykülerdeki mitolojiyle kurgusallık arasındaki bağı nasıl değerlendiriyorsunuz?

ŞİMŞEK: Sanırım ben Homeros torunuyum.

Ahmet Şimşek hakkında

   Ahmet Şimşek, 1994’te İskenderun’da doğdu. Ailesiyle birlikte 1997’de Lefkoşa’ya yerleşti. Hacettepe Üniversitesi’nde Fransızca eğitimi alan Şimşek, ilk öykü kitabı Hammurabi’yi öncelikle kitapçık şeklinde çıkardı. Aynı kitap 2020’de Işık Kitabevi tarafından yayımlandı. Hammurabi, 2020’de KKTC’nin en çok okunan kitabı olduktan sonra Türkiye’de Vacilando Kitap tarafından 2021’de yeniden okuruyla buluştu. Şimşek, 2021’de Alfred Dreyfus’un otobiyografik romanı “Ömrümden Beş Sene”yi Fransızcadan Türkçeye çevirdi. Avrupa Parlamentosu destekli Untold Stories : Cyprus adlı projede Kıbrıs’ın genç kuşağının etkili seslerinden biri seçildi ve adanın göçmen durumuna dikkat çekti. Şimşek’in Maurice Maeterlinck’ten çevirdiği denemeler “Çiçekler ve Ayrıkotları” adıyla yayımlandı. Yazarın ikinci öykü kitabı Midas ise 2023’te İthaki Yayınları’ndan çıktı.

Editör: Erol Kanlıada