Özellikle yaz aylarının en sıcak günlerinde elektrik kesintilerinin sıklıkla yaşanması, Kamu İhale Yasası’nda gerek hukukçuların gerekse de toplumun önemli bir kesimini rahatsız edecek şekilde değişiklik yapılarak ülkemizde elektrik üretim alanında faaliyet gösteren AKSA şirketi ile sözleşme imzalanması ve bunun yargıya taşınmış olması, özelde elektrik genelde ise enerji konularındaki tartışmaların yine had safhalarda yapılmasına sebebiyet vermiştir. KKTC enerji politikalarına ilişkin olarak; Türkiye’den kablo ile elektrik getirilmesinden, KIB-TEK’in özelleştirilmesine ya da özerkleştirilmesine, bulunduğumuz coğrafyadan çıkarılacak doğalgazın işletilmesinden, iletilmesine kadar da birçok konu yine birçok kesim tarafından tartışılmaktadır. Ülkemizde daha çok elektrik üretimi ve iletimi olarak ifade edilse de esasında bu, ülkenin enerji hukuku ve politikalarını ilgilendiren bir husustur. Ne yazık ki ülkemizde uzun zamandır (neredeyse kurulduğundan bugüne) enerji alanında gerek politika gerekse de mevzuat anlamında yoğun çalışmalar olmadığı için enerji dendiğinde akıllara çoğunlukla elektrik gelmektedir. Ancak, enerji politikaları ve hukuku meselesi elektrik enerjisinden çok daha fazla içeriğe ve özelliğe sahiptir. Değişen şartlar, gelişen teknoloji ve ihtiyaçlar ülkeleri enerji politikaları konusunda ve doğal olarak da enerji hukuku konusunda çalışmalar yapmaya mecbur kılmaktadır. Ancak ve maalesef, sanki bu konular KKTC’yi ilgilendirmiyormuşçasına kurulduğu günden bugüne kadar hemen hemen hiçbir hükümetin gündeminin ilk sıralarında yer almamıştır.   Enerji politikaları ve hukuku konusunda çoğu zaman hakim olan bu boş vermişliğin sebeplerinden birinin de idarecilerin bir kısmındaki “ihtiyaç olursa nasıl olsa Türkiye Cumhuriyeti bu konularda adım atacaktır” algısı olduğunu da söylemek önemlidir. Oysaki bu ve diğer alanlarda Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımlarından, bilgi birikim ve tecrübelerinden faydalanmak elbette önemlidir ve ihtiyaç halinde de gereklidir ancak bu, ülke olarak üzerinize düşeni yapmaktan alıkoyan bir “tembelliğe” de neden olmamalıdır.

Enerji politikaları ve hukukunda dünyada var olan gelişmelere, ülkemizde kimileri külliyen karşıyken, kimileri ise daha temkinli yaklaşmaktadır. Tüm bu karşı çıkışlar ya da destekler kişilerin bilgi birikimleri, dünya görüşleri, sosyal ve ekonomik vizyonları ile alakalıdır. Bir ülkenin enerji gibi çok önemli ve çok stratejik bir alanına ilişkin bu ve benzeri tartışmalar elbette çok önemlidir ve hatta olmazsa olmazdır. Ancak, bu tartışmaların sadece politik, siyasi ve ekonomik vizyon çerçevesinde olması birtakım noktaların görmezden gelinmesine neden olmaktadır. O da bu konuların yasal durumunun ve boyutunun ne olduğu meselesidir. Siyasal, sosyal veya ekonomik vizyon ile politikaların hiçbiri hukuki durumdan ayrı ve bağımsız bir şekilde yürümemeli hatta yürütülmemelidir. Ne yazık ki bizim coğrafyamıza ilişkin kötü bir alışkanlıklardan bir diğeri ise, “yok kanun yap kanun” anlayışının birçok konuda baskın olmasıdır. Nedir peki yok kanun yap kanun anlayışı?  Yapılmak istenen uygulamanın, icraatın yapılıp, yasaların, tüzüklerin, yönetmeliklerin kısacası mevzuatın bunları takiben çıkartılıp icraatlara uydurulmasıdır. Bu durum iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Ya hukuki düzenleme icraanın başındakilerin “hoşuna” gitmez ve onlar mevcut kuralları uygulamayıp icraatlarını istedikleri gibi gerçekleştirirler, sonra hukuku bunlara “uydurmaya” çalışırlar ya da bir konuda hukuki boşluk vardır, bu hukuki boşluğu doldurmak yerine önce icraat yapılır sonra hukuki boşluk icraata uygun olarak düzenlenir. Her iki durumda görüldüğü üzere aslında hukuk, uyulması gereken kurallar bütünü olarak değil uydurulması gereken kurallar bütünü olarak görülmektedir ve sıkıntı bundan kaynaklanmaktadır. Bu söylediğimiz hukukun gelişen ve değişen günün koşullarına uyarlanmasına ilişkin bir itiraz değildir. Bu, hukukun araçsallaştırılarak kullanılmasına dair bir itirazdır.

Yazının konusu olan KKTC’nin enerji politikaları ve hukukuna bu gözle tekrar bakılacak olursa; yukarıda da kısaca değinildiği üzere özellikle elektrikle ilgili üretim ve/veya arzda sıkıntı yaşandığında, politikanın, vizyonun çokça konuşulduğu ama mevzuata dair (Enerji Hukuku) neredeyse tek bir kelimenin bile edilmediği görülecektir. Ancak şunu da unutmamak gerekmektedir ki, bizim kendi yaşadığımız yere ilişkin düzenlemeler yapmamızın ya da yapmamamızın bahanesi tanınmamışlık olamaz olmamalıdır da. Esasında çok ciddi olan ancak yazının boyutları itibarıyla yukarıda kısaca değinilen konulara bakıldığında, genelde Kıbrıs’ın özelde de KKTC’nin enerji hukuku alanında çok ciddi çalışmalar yapmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Kuzey ile güney arasında bir çözüm olsun veyahut olmasın, icraatın başında bulunanların bir an önce gerek doğalgaz, gerek petrol, gerek enerji nakil hatları veyahut enterkonnekte sistemlerle ilgili ya da diğer enerji alanları ile ilgili yasal ve teknik çalışmaları başlatması ve sonuçlandırması gerekmektedir. Bunların en başında da doğalgaz ve petrol çıkartılması, işletilmesi ve bunların piyasasına dair yasalar ile yenilenebilir enerji ve elektrik hizmetlerinde düşünülen sistemlere ilişkin olanlar gelmektedir.

Enerjiye ilişkin mevzuata dair vahametin ortaya konulması bakımından KKTC’de yürürlükteki mevzuata bakıldığında; çeşitli değişiklere uğramış olsa bile 1940’lı yıllardan kalma Elektrik Yasası ve Elektrik İnkişaf Yasası göze çarpmaktadır. Enerji çeşitliliği ve politikaları bakımından dünyanın geldiği nokta göz önünde bulundurulduğunda bizdeki mevzuatın bunlarla paralel olmadığı çok aşikârdır. 2011 yılında yürürlüğe giren Yenilenebilir Enerji Yasası, son yıllarda KTTC’de enerji alanında çıkarılan en önemli hukukî belgelerden birisidir. Ancak tek başına elbette yeterli değildir. Enerji alanına diğer düzenlemelerin büyük çoğunluğu tüzük ve yönetmeliklerle yapılmaya çalışılmaktadır ki bu gerek hukukilik gerekse de yerindelik açısından doğru değildir. Bunların haricinde zaman zaman yine Kıbrıs Türk Elektrik Kurumunun yeniden organize edileceğine ilişkin yasa tasarısı ya da başka birçok ülkede var olan bir enerji üst kurulu kurulacağına dair açıklamalar sıklıkla gündeme gelmektedir. Tüm bu bahsedilenlerin ülke gerçekleriyle ne kadar uyuşup uyuşmadığı bir yana siyaseten sıkışıldığında gündeme getirilecek ve söylenilecek ilk sözler olmaktan çıkarılıp uzun vadeli bir programın ana parçaları şeklinde tartışılmalıdırlar.

Gelişmiş ve geleceği öngören ülkeler enerji politikalarını belirlerken gündelik politika ve söylemlerden sıyrılarak uzun vadeli planlar yapmaktadırlar. Çünkü enerji, ülkelerin stratejik konularının başında gelmektedir. Dolayısıyla ülkemiz açısından da gündelik politikalara ve çıkarlara alet edilmeden uzun vadeli planlama ve programlama gerektirmektedir. Uzun vadeli istikrarlı ve tutarlı politikalar ile bu çerçevede hazırlanacak mevzuat halkta ortaya çıkan “güvensizlik” duygusunun da ortadan kaldırılmasına doğal olarak yardımcı olacaktır.  Bunlar yapılırken tabii ki ülke ve coğrafya gerçekleriyle bağdaşması da gözden kaçırılmamalıdır.

Yönetme alışkanlığı haline gelen ve yukarıda da bahsetmiş olduğumuz “yok kanun yap kanun” anlayışından sıyrılıp, kendi ihtiyacımız olan mevzuatın belirli bir öngörüyle ve önyargılardan uzak bir şekilde, hukuki meşruiyeti tartışılmayacak zeminde yapılması artık fazlasıyla elzemdir.