Yanılmıyorsam yıl 1979, ilkokul beşinci sınıftayım; o zamanlar ilkokul altı yıldı…
23 Nisan kutlamalarına hazırlanıyoruz… O yıl okulumuzda 23 Nisan etkinlikleri arasında bir de 25 dakikalık tiyatro oyunu vardı…
Bir öğretmenimiz istekli olanlar arasından seçme yaptı.
Öğretmenimiz bana oyunda başrolü vermişti, çok mutlu olmuştum…
Rollerimizi ezberleyip geldik, ilk provanın ardından öğretmenimiz, başrolü benden alıp, en yakın arkadaşıma verdi.
Halbuki bana göre rolüne en iyi hazırlanan bendim, arkadaşlarım repliklerini unutuyor, bir ben unutmuyordum, hatta arkadaşlarımınkini bile anımsıyor, onlara söylüyordum…
Kuşkusuz en iyi ezber bir kriter değildir… İyi ezber bir kriter olsa, örneğin şarkı sözlerini en iyi ezberleyen en iyi şarkı söyleyen midir? Değil tabii ki… Belki de role tipim uymamıştı, öğretmenimiz, benden daha uzun boylu bir arkadaşımı seçmişti, belki de öyle birisi olmalıydı ama ben hakkımın yendiğine inanıyordum o çocuk aklımla.
Rolü benden almasına anlam veremiyordum, bunu hak etmediğime inanıyordum.
“Daha ilk provadan rolü benden neden aldınız? Rolünü tek yanlışsız hatırlayan benim, hatam nedir?” diye sordum.
Sesim titriyordu, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Öğretmenimiz; “Ben öyle uygum gördüm, oyunda sana oduncu rolünü verdim” dedi.
“Oduncu rolünü mü?” dedim.
Oduncu rolü, 25 dakikalık oyunda beş dakikalık bir roldü…
Çalışma yaptığımız salondan çıktım, hüngür hüngür ağlıyordum…
Adeta dünya başıma yıkılmıştı, “Neden, neden?” deyip duruyordum.
Eve geldiğimde halen ağlıyordum, öğretmeni anneme şikâyet ettim, haksızlığa uğradığımı söylüyor, annemden bir şey yapmasını istiyordum.
Annem, beni teskin etmeye çalıştı ama böyle bir konuyla ilgili öğretmenle konuşamayacağını, böyle bir şey yaparsa, öğretmenin işine karışmış olacağını ve bir anlamda torpil kullanarak rol almamın doğru olmadığını söyledi.
Konuya dahil olan babam ise, “Öğretmenin böyle bir karar almasının elbet vardır bir nedeni” dedi.
O yaştaki aklımla, anne- babamın arkamda durmadığını düşünmüştüm.
Neşem kaçmıştı, çok üzgündüm… İlk kez 23 Nisan törenlerine sevinmiyor ve adeta gelmesini istemiyordum…
Bunu fark eden başka bir öğretmenim benimle bu konuyu konuşmak istediğini söyledi.
Bana şöyle bir konuşma yaptı: “Ali, o başrolü ne kadar çok istediğini biliyorum ama artık öğretmenin kararını verdi, geriye dönüş yok. Bu bir komedi oyunu. Sana verilen oduncu rolü ise bu oyundaki en komik karakter. Sen o oduncu karakterini o kadar güzel oynayacaksın ki; hem oyunu izleyenler kahkahalara boğulacak hem de akılda kalan tek karakter sen olacaksın. Hatta sana sonraları da ‘oduncu’ diyecekler…”
Öğretmen bana; “Ne yaptığın elbette önemlidir ama nasıl yaptığın çok daha önemlidir. Ne yaparsan yap, en iyisini yap, mutlaka karşılığını göreceksin” demişti.
Söyledikleri aklıma yatmıştı… Oduncu rolüne çok iyi çalıştım…
Gün geldi çattı, 23 Nisan günü oyunu oynayacağız… Oyunda benim rol sıram geldiğinde, öyle bir döktürdüm ki izleyenler kahkahalara boğuldu, alkışlar koptu, “bravo” diye taktir sesleri duydum…
Çok mutlu olmuştum, sanki de o gün en mutlu günümdü…
Gerçekten de tam da öğretmenin söylediği gibi köyde uzun süre bana “oduncu” diye hitap edildi.
Annem; “Bak, belki de başrolü oynasan bu kadar beğenilmezdi. Öğretmeninin kararına saygı duymakla doğrusunu yaptık. O küçücük rol sana çok yakıştı ve çok beğenildi” dedi.
Annem- babam çocuklarını şımartan insanlar değildi, bazı konularda beni haklı bulsalar da hiçbir zaman gidip de birinden hesap sormazlardı…
Sırf bu nedenle başımı derde sokmaktan kaçınırdım, çünkü haklı olsam bile annem- babam başımı derde soktum diye beni suçlardı, ömür boyu onları yanımda bulamayacağımı, o nedenle başımın çaresine bakmam gerektiğini söylerlerdi.
Çocukken bunu anlayamazdım ama sonraları ne kadar doğru yaptıklarını anladım. Hayatım boyunca ‘annem- babam ya da başka bir yakınım, torpilli bir dayım beni koruyacak, arkamı onlara dayarsam her şeyi yaparım’ diye bir duyguya kapılmadım. Kimseden de böyle bir şey istemedim, halen de istemiyorum…
Tiyatro oyununa dönecek olursak; ben gözyaşları içindeyken diğer öğretmenimin, pes etmemek adına bana yaptığı öğüt çok işe yaramıştı; “Ne yaparsan yap en iyisini yap” sözünü tuttum ve kendime ilke edindim…
İyi ki de öğretmenim başrolü benden alıp, o oduncu rolünü vermişti. Hayli dersler çıkardım ben oradan, hatta hayat felsefesi de edindim, “pes etmeme ve ne yaparsan en iyisini yap” üzerinden…
Her şeyin en büyüğü, en şatafatlısı, en pahalısı ya da en havalısı sende olduğunda en başarılı olmazsın, sana verileni nasıl yoğurup da ortaya ne çıkaracağın önemlidir.
Bu arada, 23 Nisan’daki bu oduncu rolü sayesinde; yılsonu müsameresindeki tiyatro oyununda başrolü kapmıştım, hatta bir sonrakini de… Eeee önce kendi kendini iyi tanı, sonra en iyisini yapmaya çalış, çok çalış, yürekten iste, sabretmeyi bil, mutlaka hedefine varırsın… Hayattaki başarılar da böyle gelmiyor mu?
