Parantez açalım. Rum Dışişleri bakanı Kombos efendi, ‘Egemen eşitliği kabul edecek tek bir Kıbrıslı Rum yoktur’ dedi. Tamam da, egemen kim olacak, Cumhuriyeti hangi taraf yönetecek, kimin sözü geçecek, Türklerin durumu ne olacak? İki toplumlu iki bölgeli meselesi fiyaskodur tutacak yeri yoktur, karmadır, 1974 öncesinden beterdir. böyle şey hem olmaz hem yürümez. Açıkça söyleyiniz, Rumlar patron Türkler çırak olacak. Rumlar eşit egemenliği kabul etmez ama etse bile, bizde de istemeyen  çoktur nedense, nasıl olacak? Yani, çözüm 1960’ın çok gerisinde diyorsunuz bay Kombos.

          Çıkarcı Emperyal güçlerin desteğinde Gazze’deki kardeşlerimizin çocuk yaşlı kadın erkek demeden on binlerce masum insanın canlarının bozuk para gibi harcanıp kıyıma uğratılmasına, insanlığın yok edilmesine, faşist zihniyetlerin bölgemizi ve  dünyamızı kana bulamasına olası büyük savaş öncesinde çok geç olmadan sesimizi yükseltelim.

          Bay Anastasi zamanında çok yazdım şimdilerde de, suçlarını örterler haksızca koruyup kollarlar  diye komşumuz Rumlar, dış güçlere kapıları ardına kadar açtılar, savaş gemilerine uçaklarına üsler verdiler, karada havada denizde durmadan tatbikatlar yaptılar yaparlar, uçak gemilerini barındırırlar, uygun liman da yaparlar. Çok tehlikelidir izin vermeyin dedik, aksine Rumlar kendilerini bir şey zannedip sevinçten şımarıp çıldırdılar. Kıbrıs’ı ENOSİS uğruna zaten kana yeterince buladınız, şimdi ayni amaçla başkalarının da adayı kana bulamasına, başka ülkelere saldırıda kullanılmasına, savaş alanı olmasına müsaade etmeyin, gün gelecek adadan çıkarmak isteyeceksiniz ama çıkmayacaklar dedik.

          Bay Hristodulidis de ayni yolda yürür, savaşa yardım ve yataklık. Çünkü bunlar da kanla beslenir.  Bizim silahsız Kıbrısçılar için de yazdım, vatan ortaktır diye birleşmek isteyenlere de. Ne karşı çıkmazsınız da sıçacak tavşan gibi sindiniz? Da illa Türkiye dışarı diye bağırırsınız durmadan yolunu şaşırmışlar olarak diye. İşte o gün geldi dayandı, İran’a karşı İsrail ile ortak tatbikat yaptı birkaç gün önce, zaten Meclisleri İsrail’i kınamadı diye AKEL karşı çıktı o ayrı. Ey Rum, öyle bir yola girdin ki dönüşü yoktur, hala savaştan fayda umarsınız? Da eğer becerirseniz Kıbrıs’ın savaşa bulaşmasına, ki emperyallerin niyeti budur, işte o zaman Kıbrıs’ın yandığı gündür. Ayni Belçika  Waterloo’daki  İngiliz-Fransız savaşı gibi. Ben savaş meydanını gidip gördüm, müzesini de, girişte büyük ekranlarda gösterilen filmini de, kulelerine de çıktım, çok kanlı. YURTTA SULH CİHANDA SULH. Konumuza dönelim.

         Kıbrıs sorununda hem sorunun bunca yıl uzamasından suçlu sadece Rum-Yunan değil, suçlu çoktur, başta BMGK ve başı çeken ABD, yanı sıra  AB’dir. BMGK daim beşlisinden hem AB önde gelenlerinden Fransa’nın, Güney Kıbrıs’taki elçisi bayan Catalano, Kıbrıs’ta iki devletli çözümün çözüm olmadığını, bölünmeye son verecek anahtarın Kıbrıslılar arasında olduğunu, yeniden birleşmeyi sağlayacak Federal çözümü desteklediklerini ve BM himayesinde ön koşulsuz  BMGK kararları zemininde AB desteğinde yeniden başlaması gerektiğini, Fransa’ya güvenilmesini, Fransa’nın Güney Kıbrıs’ın ortağı olduğunu geveledi.

        Evvela baştan bayan Catalano’nun, Kıbrıs Türk Halkının 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinde Rumlarla eşit ortak olduğunu, Kıbrıs’ın ve Kıbrıs Türk Halkının geleceği konusunda esas söz sahibinin BMGK yahut Fransa veya AB değil, öncelikle hak sahibinin  Kıbrıslı Türkler olduğunu, bölünmenin 21 Aralık 1963’te ENOSİS amaçlı Rum saldırıları sonucunda  başladığını, Türklerin ortaklık devletinden silah zoruyla kovulduğunu, 103 köyden göç ettirildiğini ve Kıbrıs sorununun Türklerin katliama uğramasıyla  başladığını, 4 Mart 1964’te BMGK’nin hukuk dışı oldubitti 186 sayılı kararıyla Rum saldırılarının katlanarak arttığını, bunun bölünmeyi fitillediğini, yıllarca süren saldırılar nihayetinde 15 Temmuz 1974’te erken ENOSİS hayaliyle EOKA-Yunan Cuntası işbirliğinde sözde Kıbrıs Cumhuriyetine ve Cumhurbaşkanı Makarios’a yapılan ikinci darbeyle Makarios’un öldürüldüğü ilanını, yenine terörist Sampson’un atandığını ve ortak Kıbrıs Cumhuriyetinin yerine ‘Kıbrıs Helen Cumhuriyetinin’ ilan edildiğini, savaşa neden olan bu darbe ve yıkımın sonrasında Rum tarafıyla zaruri hale gelen tarafların resmen ayrı ayrı bölgelerde yaşamlarını sürdürmeleri BM himayeli 1975 Viyana Antlaşmasıyla perçinlenmiş olduğunu, bölünmenin başlıca sebebinin Rumlar olduğunu, bunun Türk halkının yaşam garantisi olduğunu,

         Bölünmeye değil çözümsüzlüğe son verecek anahtarın da kilidin da Kıbrıs’ta değil BMGK’de olduğunu, Mart 1964’te 186 taraflı hukuk dışı kararla çözüme kilit vurulduğunu, saldırgan Rumların bu karara dayanarak, BM’nin Referandum dahil tüm çözüm planlarına hayır dediğini, bu sebeple BM himayesinde GK kararları doğrultusunda sürdürülen görüşmelerin yarım asırlık sürede çözüme ulaşılamadığını, çözümden hep Rumların kaçtığını, ardından tek taraflı haksızca Rumların sözde tüm Kıbrıs adına AB’ne alınmasının da çözümsüzlüğü daha da körüklediğini, dolayısıyla Kıbrıs Türk Halkı olarak,  BMGK’nin daimi üyesi ve AB üyesi sıfatıyla Fransa’ya; taraflı haksız tutumuyla, Güney ile ortak olduğu iddiasıyla masumların değil, saldırgan darbecilerin ve ortaklık Cumhuriyetini yıkanların yanında durduğu sürece asla güvenmeyeceğimizi, Kıbrıs Cumhuriyetinin Rum-Yunan darbeleri sonucu 60 yıl 4 aydan beri hukuken ölü olduğunu bilmesi gerekir.

          Sn büyükelçi görüşmeler ön koşulsuz olmalı diyorsunuz, yaaa BMGK olarak siz ta başından ön koşulu koydunuz Çin seddi gibi duruyor çözümün önünde, 1964’te 186 nolu kararla Rumlara  tek taraflı Kıbrıs’ın yönetimini egemenliğini vererek. Yetmedi  üstünden de 2004 Mayıs ayında da AB’ne üye alarak çelik kalkanla da kapattınız çözümün önünü, allem kallem ederek, Türk ortağı da yok sayarak. Şimdi söyleyiniz sayın büyükelçi, bu yazılanlarda herhangi bir yanlışlık, fazlalık, eksiklik var mıdır? Rumların yaptığı yasa dışılıklar, İsrail’in Gazze’ye yaptıklarından çok fazladır. Ama sizler, her ikisini de desteklersiniz, gelenek midir? Bu mu Fransa, BMGK, AB?

          Ve böylesine vahim olayların faillerini koskoca bir ülke nasıl koruyup kollarsınız, Adaleti nasıl yerle bir edersiniz, nasıl güven duyulmasını beklersiniz BMGK-AB’ye, Fransa’ya? Ya daha adada kanlı Rum saldırılarından söz etmedim. Eminim hükümetleriniz iyi bilmektedir. Gazze’de yaşananların benzerini Türkler de Kıbrıs’ta yaşadı, hem de Uluslararası antlaşmalarla ortak olduğu Cumhuriyette. Bakınız, sizler ortaklığımızı elimizden alıp saldırganlara verdiniz, ne büyük yanlış. Antlaşmaları ve Cumhuriyet Anayasasını destek verdiğiniz Rumlar çiğnedi işgal etti, dolayısıyla  Cumhuriyeti yıktı,  BMGK-AB de işgali onaylayarak Antlaşmaları çiğnedi. Siz hala BM parametreleri GK kararları der durursunuz, BM’nin itibarı yerle bir oldu, sizin de. Güneydeki yönetim Helen yönetimidir, hukuken Kıbrıs Cumhuriyeti değildir, BM’de kayıtlı Rumlardan oluşan Kıbrıs Cumhuriyeti diye bir devlet  YOKTUR.

          Cumhuriyet Antlaşmalarının mürekkebi kurumadan Makarios, Antlaşmaların ENOSİS’e sıçrama tahtası olduğunu Rum halkına ilan etmişti. 2004’te Rumlar AB’ne alındığında da Yunan Başbakanı Simitis efendi hemen adaya gelerek ‘Enosis şimdi gerçekleşmiştir’ dedi. 60 yıl 4 aydan beri Kıbrıs Cumhuriyeti hukuken yoktur, yaşıyor diyorsanız ENOSİS gerçekleşmiş demektir Güney için sayenizde.  Adayı birleştirmekteki ısrar tüm adanın ENOSİS olması içindir. Dolayısıyla gerek BMGK gerekse AB’nin onca haksızlıklarının altında yatan gerçek ve yıllardır yapılmak istenen Kıbrıs’ın Yunan’a ilhakıdır. AB toprağıdır derken kastedilen husus budur. Koskoca ülkeler nasıl olur da gerçekleri ters yüz eder, masumları değil de suçluları destekler, yalan konuşurlar, haksız kararla baskı yaparlar. Kıbrıs meselesinde Rumlar neden haklı? Türkler neden suçlu cezalı, teslim olmadık diye mi?

         Rumların yıllarca yaptıkları, Kıbrıs sorununu yarattıkları, çözümden kaçtıkları sabitken, 2004  Referandumunda ‘HAYIR’ demelerine rağmen, bir hafta sonra haksızca tek taraflı Türk ortağın yok sayıldığı apaçık ortadayken, Rumlar ceza yerine mükafat alarak tüm Kıbrıs adına AB’ne şartsız şurtsuz iltimasla üye alınabiliyorken, şimdilerde AB’nin olağanüstü zirve toplantısı sonuç bildirgesi taslağında Türkiye-AB iş birliğinin güçlendirilebilmesi için öncelikle Kıbrıs sorununda çözüm müzakerelerinin ilerlemesine bağlayıp Türkiye’ye şart koşulması tamamen çifte standarttır. İlk büyük koşulu koyan BMGK’dir, 4 Mart 1964’te 186 sayılı kararla. Önce bu karar kaldırılmalı, koşulsuz görüşmeler ancak böyle olur, ADALET sayın bayan.

         Cumhuriyetin darbecileri-işgalcileri, Kıbrıs sorununun müsebbipleri suçlular, Referandum retçileri, çözüm kaçakları bir çırpıda tam üye alınacak, ama adaya barışı getiren Garantör Türkiye AB kapı eşiğinde bekletilecek, yıllarca Avrupa’nın sınır bekçiliğini yaptığı halde. Utanın. Beklediğiniz o büyük hatayı tüm baskılarınıza rağmen yapmayacağız, Rum’a yamalanıp teslim olmayacağız, Kıbrıs’ta hepsinden önce hepsinden fazla söz ve hak sahibi Kıbrıslı Türklerdir sayın bayan.  Darbeci-işgalci-saldırganların, Antlaşmaları çiğneyenlerin imzası bizi bağlamaz, tanımayız.  

         Yunan eski bakanı, şimdilerde AKPM Yunan heyeti başkanı bayan, Kıbrıs ile Kosova meselesi farklıdır, Yeşil hat ve Lefkoşa’daki duvar AB’nin yüz karasıdır dedi. Sn bayan, AB’nin esas YÜZ KARASI  Türkleri ve ortaklık haklarını yok sayarak, Türklere yapılan saldırılarla katliamları görmezden gelerek;  Kıbrıs sorununu yaratanları, adayı kana bulayan, ortak Cumhuriyete  şahitli ispatlı Yunan Cuntası destekli iki defa darbe yapanları, Cumhuriyeti yıkıp yerine Helen Kıbrıs Cumhuriyetini ilan edenleri, Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı Makarios’u öldürdük diyenleri, yerine bir teröristi atayanları, darbe öncesi her gece Polis Karakollarını bombalayanları, Rum solcuları keklik avlar gibi katledenleri,

          Türk ortağı devletten kovanları, katliamlar yaparak 103 köyden kovanları, adaya 20 bin Yunan askeriyle gazete kağıdı diye gemiler dolusu silahı yasa dışı adaya sokanları, BM çözüm planlarını ret edenleri üyeliğe alması ve verdiği vaatleri  TUTMAMASIDIR. Yeşil Hat, Kıbrıs Türk Halkının yaşamla ölüm arasındaki sınırdır. Sizlerin değil adaya gelmesi yüz mil açığından geçmesi lazımdı. Yağ gibi su üstüne çıkmayın. Bütün bunları siz hem dünya da biliyor, ama çıkar hesapları uzun süreden beri tüm dünyada ADALETİ bastırıyor maalesef, sayın bayan.

       İçeriğinin tahmini zor olmayan, arkadan dolaşarak BM, AB’ye ulaştırılan mektuplar semeresini vermeye başladı anlaşılan. Mektupların, BM-AB’nin dümen suyunda, Rumların ekmeğine yağ bal sürer içerikte olduğu şüphesizdir. Görüşmeler yeniden başlarsa BM sözde Barış Gücünün organize ettiği panelde, Türk tarafından Kıbrıs Barış Kültürü Merkezi ve Rumlardan Apofasi Eirinis tarafından geliştirilen ortak hedefi içeren deklarasyon sunulup tartışılmış. 4 Nisan’da Ledra Palace Hoteldeki yoğun katılımlı etkinlikte müzakere süreçlerinde deneyimli önde gelen isimler bir araya gelmiş!

         Rum heyetinde bir zamanlar sayın İncirli’nin isabetli tespitiyle yere göğe sığdıramadığı bilgili ve kurnaz bayan Erato Kozakou Marcoulls’in de olması, bizim heyete bakıldığında Maşşallah kırk bin kere maşşallah, nazar değmesin dedirten (bazılarını tanımam ayrı tutarım) gideceğimiz köyün minarelerini gösteren halde. Sn Akıncı döneminde, Rum heyetindeki Bayan Markulli, biz istediklerimizi fazlasıyla alıp heybeye koyduk, hem Anayasanın önemli 13 Maddesini de lehimize çevirdik demişti. Ledra’daki konu paneldeki bizim başkan o dönemde Sn Akıncı’nın heyetindendi.

          Rum okullarında ENOSİS okutulur, Kiliselerde pekiştirilir, Meclislerinde ENOSİS kararları tazelenirken bizde uyduruk  güya barış kültürü, barış eğitimiyle çocuklarımıza Rumlar şirin gösterilmek istendi. Türklerle Rumların Kıbrıslı Milletinden olduğu safsatası ağırlıkla gündemde tutuldu. Lakin, Limasol’daki eğitim toplantısında Rum Eğitim Bakanı bu Kıbrıslı Milleti iddiasına sert tepki gösterip kürsüye fırlayarak protesto etmişti çok yetkilerle donanmış şimdiki konu panelin başkanını ve ‘biz Kıbrıslı Milleti değil Kıbrıslı Helenleriz’ diyerek siz Kıbrıslı milletine devam edebilirsiniz şeklinde gönderi yapmıştı. O zamanlar görüşmelerde korkunç tavizler verdiğimiz ama zırnık almadığımız zamanlardı, herkesçe malum.

        Ben sıkça diyorum, Rumlar, dış güçler işte bu zihniyetlerin iktidara gelmelerini beklerler, o yüzden çözümsüzlüğü sürdürürler, bu yüzden bunlar çözüme de engeldirler. Zira Rumlar bizi don atlet yani onların deyimiyle ditsiro bırakmadan çözüme evet demezler. Bütün umutları bunlardadır haklı olarak. Altımız alem aşikar oyuluyor, arkamız hançerleniyor ama seyrediliyor. Rumların değirmenine bizden su taşınması devam ettiği sürece çözüme yanaşmaları mümkün değildir, hele dış destekler sürerken.