Bugün memleket meselelerine değinmesem, sorunları yazmasam olur mu?

 Nasıl olsa her gün yazıyoruz, bitmiyor ki…

 Biri bitene kadar diğeri başlıyor.

  “Gençliğimin sanatçılarından” diye nitelendirdiğim bir ünlü daha yaşama veda etti dün.

  Ünlü Amerikalı şarkıcı Tina Turner da öldü…

  Tina Turner’ı düşününce ta 80’lere kadar gittim, gençlik yıllarıma.

  Sonra şöyle bir düşündüm; gençliğimin birçok sanatçısı öldü…

  Michael Jackson, Prince, George Michael, Freddie Mercury, Whitney Houston, David Bowie, Glenn Frey, Leonard Cohen ve daha niceleri…

  Geçmişte müzik sanki hayatımızda şimdikinden fazla yer alıyordu.

  Uğraşacak fazla bir şeyimiz olmadığı için mi acaba?

  Bugün teknoloji, müziğe ulaşmanın yollarını artırdı ama teknolojinin bu kadar ileri düzeyde olmadığı günlerde müzik hayatımızda bugünkünden fazlaydı.

   Bugün de sevdiğim çok ses sanatçıları/ müzisyenler var ama sanki eskiler bir başkaydı.

   Gençlik yıllarımın Tina Turner’a, Michael Jackson’a, Prince’e, Whitney Houston’a, David Bowie’ye denk geldiği için kendimi şanslı hissediyorum.

     Hayatını dün kaybeden Tina Turner çok sevdiğim bir sanatçıydı; “We Don't Need Another Hero”, “What's Love Got to With It", “The Best” ve “Private Dancer” gibi parçalarını bugün bile zevkle dinliyorum.

   İlginç kıyafetleri ve tuhaf saç modeli, harika sahne dansları ve o güçlü sesi ile bana göre mükemmel bir sanatçıydı Tina Turner…

  Tina Turner, “Mad Max - Beyond Thunderdome” isimli filmde de oynamıştı.

   Zaten "We Don't Need Another Hero" isimli parçası da bu film için yapılmıştı.

   Bu arada “Mad Max” film serisi de gençlik yıllarımın favorilerindendi.

   Diyeceğim o ki; bana göre Tina Turner efsane bir sanatçıydı.

   Bugün, dinlediğim şarkıcıların veya diğer sanat dallarındaki hiçbir sanatçının özel yaşamıyla ilgilenmiyorum, okuyup öğrenmek istemiyorum ama gençlik yıllarımda sevdiğim sanatçıların neredeyse her şeyini biliyordum.

    Mesela Tina Turner’in ayrıldığı eşinden şiddet gördüğünü, bu nedenle tacizlere, kadın erkek ayrımcılığına ve şiddete savaş açan, mücadele eden bir sanatçı olduğunu hatırlıyorum.

    Sanatçılarla ilgili bilgi bulabilmek bugünkü kadar kolay değildi ama dergiler vardı, onlardan yararlanırdık…

    O dönemlerde “Ses”, “Hey”, “Onyedi”, “Blue Jean” gibi müzik- gençlik dergileri çıkardı, hiç kaçırmazdım, heyecanla çıkmalarını beklerdim.

    “Ses” ve “Hey” haftalık, Onyedi” ve “Blue Jean” aylık dergilerdi.

    Dergi deyip geçmeyin, çok kaliteli, emek ürünü çalışmalardı…  

    Müzikleriyle duygusal bağlar kurduğumuz sanatçıları, daha iyi tanımamızı sağlarlardı.

    “Duygusal bağ” dedim de ne ilginç değil mi?

   Hayatınızda bir kere bile görmediğiniz, görme imkanınızın da olmadığı, dünyanın bir ucundaki sanatçılarla eserleri sayesinde bağ kuruyorsunuz, onlara bir şey olduğunda üzülüyorsunuz.

   Hiç karşılaşmadığınız bu sanatçılar, yaşamınızın belli dönemlerine damga vuruyor, onların hiç haberi olmasa da sizi etkiliyor, size yön veriyorlar.

    Bunu yalnızca müzisyenler için söylemiyorum; hiç görmediğiniz, karşılaşmadığınız, karşılaşma ihtimaliniz hiç olmayan yazarlar, şairler, sinema sanatçıları, ressamlar bir şekilde yaşamınıza etki ediyor.

     Sanatçı olmanın değerli tarafı da bu olsa gerek, bir şekilde milyonları etkilemek, kimi zaman onlara yön vermek, hayatına bir şekilde etki etmek…

    Tina Turner, Michael Jackson, Prince, George Michael, Freddie Mercury, Whitney Houston, David Bowie gibi sanatçılar öldüğünde sanki aileden, akrabalardan birisini, çok yakın bir dostumu kaybetmiş gibi oldum. Eminim siz de öyle oluyorsunuz.

     Türk sanatçılar da var tabii; bir şekilde çocukluğuma, gençliğime denk gelen; örneğin Adile Naşit, Tuncel Kurtiz, İlhan İrem, Barış Manço, Cem Karaca, Cüneyt Arkın, Tarık Akan, Zeki Alasya öldüğünde de bir yakınımı kaybetmişim gibi geldi bana…

    Çok klişe biz söz olacak, sanatçılar ölse de eserleriyle yaşar ama yine de insan bir şekilde eserleriyle yaşamına etki eden birisinin bu dünyadan göçüp gitmesine üzülüyor.

   “Boş şeylerle uğraşıyorsun” demeyin, öyle hissediyorum, elimde değil…