Sorunlar, sıkıntılarla dolu günlerden geçiyoruz.
Uzun zamandır da durum böyledir.
Sorunlara çözüm bulunamıyor, halk sanki de artık yaşadıklarına bir çare bulabileceği inancını da yitirmiş gibi.
Kimisi kaderine razı, kimisi sosyal medya üzerinden didişip duruyor…
Hep bir yenilgi hali var toplumda…
Hep bir çaresizlik, hep “Ne yapsak olmuyor” ya da “gücümüz yetmiyor” yakınmaları…
Gerçekten öyle mi? Gerçekten halkın gücü bu kadar mı? Bence gücünün farkında değil.
Sürekli defans yapıp, sürekli gol yemek bu toplumun kaderi mi?
Öyle sanki… Çamura saplanıp da çıkış yolu bulamamak ama sürekli olarak başka saçmalıklarla uğraşmak, çok yorucu bir durum…
Yaşananlar yalnızca saçma değil, aynı zamanda bu toplumu yok edici, bitirici işler…
“Çekip gitsem buralardan” diyenlerde yine artış var.
Bu çıkışsızlığa, bu çaresizliğe çare bulunmasını istenenler, bu ülkeye baktığında farklı şeyler görüyor, pembe gözlük takmışçasına.
Gerçekten iyi işler yaptıklarını mı sanıyorlar yoksa öyle görmek işlerine mi geliyor?
Toplumun faydasına olmayan şeyleri, faydasınaymış gibi görmek, göstermeye çalışmak, bunun için canla başla savaşmak nasıl bir ruh halinin eseri olabilir? Akıl alır gibi değil…
Ekonomik sorun tabii ki en büyük sorun ve şu anda Türk Lirası yine değer kaybediyor, döviz yine yükseliyor, önümüzdeki aylarda çok büyük bir ekonomik kriz beklentisi var.
Dövizin durdurulamaz bir yükseliş trendine gireceği söyleniyor.
İnsanlar ekonomistlerin yanılması için dua ediyor ama nafile, ekonomik krizin ayak sesleri gelmeye başladı bile…
Hükümet edenler, döviz krizleri ya da buna bağlı derin ekonomik krizlerde halkı rahatlatacak tedbirler alamadığını, alamayacağını kanıtladı zaten…
Herkes kendi başının çaresine bakmak zorunda ama nereye kadar ve nasıl?
“Türk Parası kullandıkça bu sorunları birkaç yılda bir yaşamak zorunda kalıyoruz” dediğinizde bunu hakaret kabul ediyor bazıları, Kıbrıs Türk halkının maruz kaldığı bu bilinen gerçeği duymaya tahammülü olmayanlar.
Amacım şimdi size yeniden sorunları sıralamak, hatırlatmak değil.
Ancak ülkeyi yönetenlerin, bazı bakanların ülkede fakirlik, geçim sıkıntısı olmadığını söylemesine gülünür mü, acı acı gülmek mi lazım yoksa sinirlenmek mi?
Başka bir bakanın defalarca Ercan Havaalanı için açılış tarihi vermesi ama hiçbirinin tutmamasına nasıl bakmak lazım?
Buna da mı gülelim katıla katıla, yoksa üzüntüden ölelim mi?
Kimi bakanlar ülke nüfusunun söylendiği kadar fazla olmadığını belirtirken, Sağlık Bakanının nüfusun gittikçe arttığını o nedenle ilaçlar ve diğer sağlık hizmetlerinde yetersizlik yaşandığını söylemesini bir çelişki yoksa bir gerçek olarak mı kabul edelim?
İşte böyle hem sorunlar yaşıyoruz hem de bu tür şeylere maruz kalıyoruz.
Bayram arası vermekle sorunlara ara verilmiyor kuşkusuz ama bir tür nefes almadır böyle günler.
Ne kadar nefes alınabilirse tabii…
Her yeni bir bayramın eskileri arattığı söylenir…
Ta çocukluğumdan beri, “Nerede o eski bayramlar?” klişe sözünü duyuyorum.
Her dönemin yetişkinleri, hep eski bayramları özler.
Bayramlar da dahil, eski olan her zaman hep güzel midir gerçekten?
Hiç mi sorun, sıkıntı yoktu geçmişte?
Neden sürekli eskilere özlem duyuyor insanlar?
Eskiye özlem, bir yanılsama mıdır?
Geçmişteki en sıkıntılı günlerden, dönemlerden bile iyi bahsedilmesinin sırrı nedir?
Sanırım özünü, kökünü kaybediyor insanlar ve bunu kaybettiğinin de farkında…
Her şeyi kaybederken “kendine özgülüğünü” de yitirdiğini ve hiçbir özelliği kalmadığını hissetmek ağır bir yüke dönüşüyor, “tükeniyoruz” endişesidir bu.
“Nostalji” ya da “nostaljiye sığınma” bir teselli aslında…
Bugünden kaçıp eskiye dönme, oralara gitme çare değil ama az da olsa rahatlatıcı…
Yüzümüzü geleceğe dönecek, geleceğe yürüyecekken halk anılara sığınır oldu, bunu yaratanlar keşke yarattıklarını görebilseler…
Nostalji, “Değişime karşı duyulan korku sonucu geçmişe sığınma duygusu” diye de tanımlanır...
Ülkemizdeki geçmişseverlik de "kendini bitireceğini düşündüğü değişim korkusudur" maalesef.
Haksız da değil insanımız ama korkmak yetmiyor, “korkunun ecele faydası yoktur” sözü boşuna söylenmiş değildir.
