Hayatımızın büyük bir kısmı çalışmakla geçiyor. Çalışma koşullarımız ve hayatımızı sürdürmek için sarf ettiğimiz emek ve elimize geçen kazanç, hayatımızın her yönünü etkilemektedir.

1 Mayıs’ın işçi ve emekçilere adanmasının gerisinde, 19. yüzyılın sonlarında günlük çalışma süresini 8 saate düşürme ve çalışma koşullarını iyileştirme mücadelesi yatmaktadır.

O dönemden bu yana, neredeyse aradan bir buçuk asır geçmiştir. Çalışma koşullarında göreli olarak iyileşme olsa da emekçilerin tarihsel mücadeleleriyle kazanılan birçok hak, günümüzde endişe verici saldırılar altındadır.

Çalışma koşullarını ve hakları düzenleyen Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO) gibi onca sözleşmeye, anayasal ve yasal güvencelere rağmen, küresel ölçekte emekçilerin hakları giderek erozyona uğramaktadır.

Örneğin 2024 yılına ait Küresel Haklar Endeksi’ne göre ölçüm yapılan 151 ülkenin, %42’sinde ifade özgürlüğü ve toplanma hakkı kısıtlandı; %74’ünde sendikaların tescil edilmesi engellendi; %87’sinde grev hakkı; %79’unda toplu sözleşme hakkı ihlal edildi ve %75’inde sendikal haklar tanınmadı.

Ayrıca çalışanların haklarına bölgesel açıdan baktığımızda, Avrupa’nın en iyi durumda iken, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın dünyanın en kötü bölgesi olduğunu görmekteyiz.

Bununla birlikte en iyi durumda olan Avrupa’daki çalışma koşulları ve çalışan haklarının bile son 10 yılda gerilediği dikkat çekmektedir.

Çalışanların haklarının kötüleşmesi ise aynı zamanda temel hak ve özgürlükler ile demokrasinin de gerilediğinin bir göstergesidir.

Küreselleşme, esnek üretim modeline geçilmesi, üretimde otomasyonun artması, neoliberal politikalar, sosyal devletin gerilemesi, çalışma hayatının giderek esnekleşmesi, uluslararası rekabet ve ucuz işgücü arayışı, ekonomik krizler, pandemiler, yoksullaşma, işsizlik ve aşırı sağ partilerin yükselişi gibi çeşitli faktörler, çalışanların haklarının altını oymaktadır.

Bütün bu gelişmeler, kuşkusuz ülkemizi de doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir.

KKTC İstatistik Kurumu’nun en güncel olan 2023 yılına ait resmi rakamlarına göre, toplam çalışan 148.211 kişi olup, işgücüne katılma oranı %50.9’dur. Buna karşılık 7.988 kişi ise işsiz olup, işsizlik oranı % 5.1 olarak rapor edilmiştir.

Kıbrıs Türk toplumunda çalışma hayatına katılan erkeklerin oranı ile kadınların oranı arasında dramatik bir dengesizlik vardır. Buna göre erkeklerin işgücüne katılma oranı 61.9 iken, kadınların işgücüne katılma oranı 38.3 olarak tespit edilmiştir.

KKTC’deki kamu sektöründe çalışanların sayısı 35.844 kişi olup, toplam çalışanlar içindeki payı % 24.2’dir. Dolayısıyla Kıbrıs Türk toplumunda çalışanların ezici çoğunluğu, özel sektörde istihdam edilmektedir.

Ancak haklar bakımından karşılaştırdığımızda, kamu çalışanları ile özel sektör çalışanları arasında ciddi bir uçurum vardır. Örneğin sendikal haklar bakımından kamu çalışanları rahatlıkla bir sendikaya üye olabilirken, özel sektör çalışanları bu haklarını pratikteki engellerden dolayı kullanamamaktadır.

Nitekim ülkedeki toplam sendikalı sayısı 26.756 kişi olup, bunların neredeyse tamamı kamu sektöründe istihdam edilmektedir. Geriye kalan 148.211 kişi sendikal haklardan ve dolayısıyla insan onuruna yaraşır çalışma koşullarından yoksundur. Oysa KKTC Anayası’nın 47. maddesi sosyo-ekonomik hayatımızın adalete ve insan onuruna yaraşır bir biçimde düzenlenmesini öngörmektedir.

KKTC’de sendikal haklar Anayasal ve yasal olarak tanınmaktadır. Ayrıca 14, 87, 96, 119, 122, 138, 151, 158 ve 182 no’lu ILO sözleşmeleri, KKTC Meclisi tarafından 1993 yılında onaylanıp iç hukukun bir parçası haline getirilmiştir. Buna rağmen hem mevzuatta eksiklikler hem de uygulamada ciddi sıkıntılar bulunmaktadır.

Toplu iş sözleşmesi, Anayasal bir hak olarak tanımlanmakla birlikte, çok kısıtlı düzeyde uygulanabilmektedir. Ancak bunun hayata geçirilebilmesine rehberlik edebilecek ILO sözleşmelerinden Örgütlenme ve Toplu Pazarlık ile ilişkili olan 98 no’lu sözleşmenin de KKTC Meclisince onaylanması düşünülebilir.

KKTC çalışma hayatında birçok sorun giderek birikmektedir.

Örneğin kayıtdışı çalışan 11.243 kişi olup, toplam çalışanların %7.6’sını oluşturmaktadır. Üstelik bu insanlar sağlık sigortasından, iş kazası tazminatından ve emeklilik hakkından yararlanamıyorlar; çünkü hiçbir sosyal güvenlik sistemine kayıtlı değildirler.

İş kazalarından dolayı hayatını kaybenlerin ve yaralananların sayısı da giderek artmaktadır. İş güvenliği bakımından ciddi zaafiyetler var. Bu bağlamda İş Sağlığı ve Güvenliğine ilişkin uluslararası standartları belirleyen 155 no’lu ILO sözleşmesinin onaylanması değerlendirilemez mi? Keza KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın koruyucu önlemler alması ve etkin denetim kapasitesini artırması çok mu zor?

Ayrıca Nijerya, Pakistan ve Bangladeş gibi üçüncü ülkelerden gelen işçiler, çok kötü koşullarda, iş güvenliğinden yoksun ve düşük ücretlerle çalıştırılabiliyorlar. Bu noktada da uluslararası standartları izleyerek, çalışma hayatında her türlü ayrımcılığı yasaklayan 11 no’lu ILO sözleşmesi, KKTC için yol gösterici olabilir.

KKTC’de enflasyon yüksek olup, özel sektörde ücretler, asgari ücret düzeyinde kalmaktadır. Asgari ücret tespitinde ise hükümet işverenin yanında yer alabilmekte ve asgari ücreti açlık sınırında tutabilmektedir.

Dolayısıyla KKTC’deki çalışma hayatının, insan onuruna yaraşır bir biçimde düzenlenmesi, acil bir ihtiyaç olarak tüm siyasi aktörlerin boynunun borcudur. Ancak bunun örgütlenmeden ve mücadele etmeden gerçekleşmesini beklemek de saf iyimserlik olur.

Kol emekçisinden kafa emekçisine, proletaryadan prekaryaya tüm çalışanların, mücadele ve dayanışmanın simgesi olan 1 Mayıs gününe selam olsun!