Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin Kıbrıs Türk tarafı ile Türkiye’nin ortak pozisyonu olan iki devletlilik politikası, son uluslararası gelişmeler ve bunların kamuoyunda yarattığı etkiler nedeniyle ciddi irtifa kaybetmiştir.

Ersin Tatar’ın cumhurbaşkanlığı döneminde ileriye götürülmeye çalışılan iki devletlilik politikasının, en somut kazanımı, KKTC’nin 2022’de Türk Devletleri Teşkilatı (TDT)’na gözlemci statüsünde de olsa üye olması olmuştur.

Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan bu Teşkilatın tam üyeleri, Macaristan ve Türkmenistan ise KKTC ile birlikte gözlemci üyeleri statüsündedir.

Türk Devletleri Teşkilatı üyelerinden Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nde art arda elçilik açmaları ve Avrupa Birliği-Orta Asya Zirvesi’nde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hukuki statüsüyle ilgili Güvenlik Konseyi’nde alınan 541 ve 550 sayılı kararlara bağlı olduklarını bildirmeleri, Kıbrıs Türk liderliğinin savunduğu ve Türkiye tarafından desteklenen iki devletlilik tezini akamete uğratmıştır.

Zira stratejik öncelik olarak, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk liderliğinin beklentisi, KKTC’nin tarih, dil ve kültür yakınlığı olan ve ‘kardeş’ ülke olarak adlandırılan TDT üyeleri tarafından tanınmasıydı. Böylesi bir tanıma girişiminin, domino etkisi yaratarak diğer devletleri de harekete geçirebileceği varsayılmaktaydı.

Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı!

Türk dili konuşan Orta Asya cumhuriyetlerin, Kıbrıs sorunu konusunda iki devletli çözümü, Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarından dolayı savunamayacaklarını ve uluslararası izolasyon ve yaptırımlarla karşılaşmak istemeyeceklerini 7.2.2025 tarihli yazımda da vurgulamıştım.

Nitekim AB ile Orta Asya devletlerinin imzalamış oldukları ortak bildiride, Kıbrıs ile ilgili sözkonusu BM Güvenlik Konseyi kararlarına bağlılıklarını yineleyerek, aslında KKTC’yi tanıyamayacaklarını da teyit etmiş oldular.

Daha somut olarak ifade etmek gerekirse, Orta Asya ülkeleri, TDT üyeleri de dahil, Kıbrıs sorunu konusunda BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlılıklarını teyit ederken, şu hususları da esasen kabul etmiş oluyorlar:

-KKTC’nin bağımsızlık ilanının ve hukuki varlığının geçersiz olduğu

-KKTC’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrılmasını kınandıklarını

-‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını

-KKTC’nin ayrılıkçı bir hareket olup, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal edilmiş bölgesi olduğunu

Bu çerçevede ‘kardeş’ ülke olarak adlandırılan Orta Asya devletlerinin, Kıbrıs sorunu konusunda aldıkları pozisyon, başta AB olmak üzere uluslararası toplum ile uyumlu olup Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının mevcut pozisyonu ile taban tabana zıttır.

Dolayısıyla ‘kardeşlik’ söylemi üzerinden dış politika tercihlerimize destek bulma arayışı, son AB-Orta Asya Zirvesi ile boşa çıkmış oldu. Uluslararası ilişkilerde ‘kardeşlik’ retoriği, kimi zaman ortak kimlik inşasında kimi zaman ortak iş birliği yaratılmasında iş görmekle birlikte, devletlerin ulusal çıkar algılamaları karşısında, sınırlı bir etkiye sahiptir.

Orta Asya devletleri’nin AB ile ilişkilerini derinleştirme tercihi, özellikle çok yönlü dış politika anlayışı çerçevesinde anlam kazanmaktadır.

Rusya’nın Sovyet geçmişine sahip Orta Asya ülkeleri üzerinde kültür, dil, eğitim ve askeri alanlarda hala güçlü bir etkisi var.

Diğer yandan Çin ‘Bir Kuşak Bir Yol’ politikası çerçevesinde Orta Asya’da alt yapı yatırımları yapmakta ve bölgedeki doğal kaynakların önemli bir ihracatçısı konumundadır.

Türkiye bölgeyle olan tarihsel, kültürel ve dilsel bağlarına dayanarak, TDT üzerinden nüfuzunu artırmaya ve ilişkilerini geliştirmeye çalışmakta ve bu kapsamda eğitim ve ekonomi alanında birtakım iş birlikleri kurmaktadır.

AB ise Rusya ve Çin’in bölgedeki nüfuzunu dengelemeye çalışmakta ve özellikle enerji arzını çeşitlendirmek için bölgeyle ilgilenmektedir.

Nitekim Orta Asya ülkeleri, 12 milyar dolarlık bir yatırım paketi karşılığında, AB ile yeni bir stratejik ortaklık sürecine girerek ilişkilerini derinleştirmeyi tercih etmiştir. Dolayısıyla kardeşlik retoriğinden çok kar/maliyet mülahazası daha ağır basmıştır.

Ne var ki Orta Asya devletlerinin AB ile imzaladıkları ortak deklarasyonun etkileri, Kıbrıslı Türkler ile Türkiye bakımından olumsuz olmuştur.

Aralarında TDT üyelerinin de bulunduğu devletlerin, AB ile ilişkiler kapsamında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi tezlerinin yanında yer almaları, gerek Kıbrıslı Türkler gerekse Türkiye’de hayal kırıklığı yaratmış ve TDT’nin öngördüğü dayanışma ruhuna zarar vermiştir.

Bu gelişmelerin iki devletlilik tezi açısından etkileri ise daha yıkıcı olmuştur.

KKTC’nin ‘kardeş’ Türk devletleri tarafından tanınması şöyle dursun, TDT’ye tam üye olması bile zora girmiştir. Kardeş ülkelerin destek ver(e)mediği iki devletlilik politikasında, diğer devletlerin desteğini almak, bu vakitten sonra ne kadar gerçekçidir?

Zaten uluslararası meşruiyet bakımından sorunlu olan iki devletlilik politikasının, toplumsal meşruiyeti de erozyona uğramıştır.

Bu politikanın, toplumsal olarak ne kadar kabul görüp görmeyeceği ise Ekim ayında yapılacak olan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sınanmış olacak!