Vakit akşam… Bebek’te bir lokanta… Bina deniz ortasında gibi. Karşıda Kız Kulesi pırıl pırıl ışıklar içinde vakur… Gemiler geçiyor tek tük…
   Boğaz şıkır şıkır… Yakamozlar…
   Yüreğimi salıverdim derin mavi sularına Marmara’nın…
   Kocaman, şık bir salon… Kristal avizeli… Yuvarlak bir masada üç çift ve ben, yedi kişiyiz.
   Kırk yıllık dostlar…
   Hepsinin yüzüne yılların yorgunluğu çökmüş, yine de mutlular; ya da öyle görünüyorlar.
   Herkes birbirine saygılı…
   Çiftlerden biri Londra’da sakin bir hayat yaşıyor… Londra’da bir daire alıp yerleşmişler. İstanbul’a ara sıra gidip geliyorlar. Adam biraz hasta. Kendini Londra’da daha rahat hissediyor. Karısı alımlı, zarif. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlar. Mutluluk yansıyor yüzlerine…
   Diğer çift Kanada’da bir düzen tutturmuş, programlı bir hayatı var. Arada bir onlar da İstanbul’a gelip gidiyorlar. Nasıl olsa buradaki düzeni de sürdürebiliyorlar, İstanbul’dan tamamen kopmamışlar. Adam enerji yüklü. Yaş altmış sekiz ama olsun… Öyle çok planları var ki daha… Karısı olgun, hanımefendi, mantıklı… Her ikisi de doğma büyüme İstanbullu…
   Üçüncü çifti tanımıyorum ama onlar da aynı gruptan, eski dostlar… Adam emekli. Sportmen, kibar.
   O da karısının gözünün içine bakıyor. Belli ki yıllar öncesi gibi hala ona aşık… Kadın da öyle… Kocasına saygılı, sevecen…
   Ve ben tek başıma… Yüreğimde bin bir hatırayla…
   Garsonlar geldi, garsonlar gitti… Hep bir şeyler taşıdılar masaya… Balıklar yendi, rakılar içildi. Hep geçmiş konuşuldu. Çocuklardan, torunlardan söz edildi. Bir gururlu tebessüm yayıldı yüzlere…  
   Sonra eski dostlar anıldı, zamansız gidenler… Gözler dolu dolu oldu, rahmetle anıldılar, herkes sustu…
   Güzel bir geceydi. Güzel ve hüzünlü… Geçmiş yaşandı. Kahkahalarla gülen yoktu. Sanki bir sonun başlangıcı gibiydi o gece…
   Masada yaşlılık vardı, huzur vardı, sevgi-saygı, hatıralar, bütün bir ömür, acı-tatlı hayatlar vardı. Evet! Her şey rüya gibi yaşandı ve bitti o gece…
   Kim bilir, bir daha yaşanır mıydı? Sonra, lokantanın küf kokan eski taş merdivenlerinden inerken, denizin o ağır nemi çöktü üzerimize…
   Soğuk bir kış gecesiydi ve 1997 yılının son gecelerinden biri…
   Kâhyanın getirdiği arabamıza binip, İstanbul’un o karmaşık trafiğine karıştık…
   Yeşil-Mavi – İstanbul… 26 Aralık, 1997…