Değerli okuyucularım,

Bu gün sizlere kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olan türkülerimizden bir örnek vereceğim.

Türkülerin dilden dile dolaşıp ölümsüzleşmesinin nedeni, çoğunun gerçek hikayelerinin olmasıdır.

Bu hikayelerin çoğu maalesef acılıdır, hüzünlüdür ve efsaneleştirilmiştir.

İşte ZAHİDEM adlı türkünün hikayesi;

1901 yılında doğan Arap Mustafa, küçük yaşta kimsesiz kalmış ve akrabaları tarafından büyütülmüştür. Çocuk yaşta Hacı Bürozade Mehmet isimli bir ağanın yanında çalışmaya başlayan Arap Mustafa, ağanın kızına aşık olur. Elbette ağa kızını vermez.

Arap Mustafa askere gittiği zaman duyar ki, Zahide evlendirilmiş.

O da alır eline kağıdı kalemi, acısını dizelere döker.

Kırşehir’de bir köyde, Neşet Ertaş’ın eline bir kağıt parçası tutuşturulur. Bu kağıtta, öksüz bir çocuk tarafından yazılmış bir şiir vardır. Neşet Ertaş bu şiiri okur ve o kadar etkilenir ki, besteleyerek ZAHİDEM türküsü haline getirir. Neşet Ertaş ‘benimki boynumu bükük koyan eski bir aşk hikayesidir. Çalgıcı dediler, kız vermediler’ demiş ve aslında herkesin bir ZAHİDEsi olduğunu söylemiş.

İşte o türkü:

“Zahidem kurbanım n’olacak halim

Gene bir laf duydum kırıldı belim

Gelenden gidenden haber sorarım

Zahidem bu hafta oluyor gelin.

Hezeli de deli gönül hazeli

Çiçekdağ’da döktü m’ola gazeli

Dolaştım alemi gurbet gezeli

Bulamadım Zahidem’den güzeli.

Gurbet ellerinde esirim esir

Zahidem kurbanım hep bende kusur

Eğer baban seni bana verirse,

Nemize yetmiyor el kadar hasır”.