Bir çekim için konuklarımız geldi geçen gün… 23 Nisan’la ilgili bir proje; kendileri henüz söz konusu projeyi açıklamadığı için kim olduklarını şimdilik söylemeyeyim. Ancak sordukları sorularla ben...
Bir çekim için konuklarımız geldi geçen gün… 23 Nisan’la ilgili bir proje; kendileri henüz söz konusu projeyi açıklamadığı için kim olduklarını şimdilik söylemeyeyim. Ancak sordukları sorularla beni çok eskilere götürdüler, ta çocukluk yıllarıma… 1968 doğumluyum; teknolojinin bu kadar ileri düzeyde olmadığı günlerde doğdum… Hatta doğduğumda köyümüzde; Klavya’da elektrik yoktu… Altı yaşıma geldiğimde köye elektrik geleceği söylenmiş, hatta direkler dikilmeye başlanmıştı ama 1974 savaşı çıktı, kuzeye göç ettik, köyüme elektriğin geldiğini görmedim. Klavya’daki elektriksiz zamanlarda babam geceleri gaz lambası ışığında bize roman okurdu. Babam romanı okudukça film izler gibi heyecanlanır, sonraki sayfaları okumasını merakla beklerdim. Anlatılmaz keyifliydi babamın roman okumalarını dinlemek. Oğuz Özdeş’in “Karapençe” roman dizisi vardı… “Karapençe”, “Karapençe’nin İntikamı”, “Karapençe Estergon’da”, “Karapençe’nin Oğlu” diye giderdi. İşte bu seri romanları, ben dizi film izler gibi babamdan dinlerdim… Her romanda kahramanları, kötü adamları, mekanları hep kafamdan hayal ederdim, güzel bir deneyimdi… Kitap ve gaz lambasından çıkan o koku, sanki birbirini tamamlayan, ayrılmaz parça gibiydi… Kitapları böyle sevdim ben, böyle aşık oldum onlara ve onlarsız yapamadım bir daha… Tabii pilli radyoyu da unutmamak lazım, evet elektriğimiz yoktu ama pilli radyomuz vardı. Bugünün müzik klipleri var ya, gençlik yıllarımda ilk kez klipleri izlediğimde canım sıkılmıştı; çünkü ben yıllarca, çocukluğumdan beri müziği dinlerken kendi kafamda canlandırırdım dinlediğim müziğin sözlerini. Klipler sanki de hayal etmemi engelliyor, bana başka bir şey dayatıyor gibiydi. Uzun süre kliplere sinir oldum… Bunu herkes anlayamaz; benim gibi teknoloji olmayan günlerde doğanlar anlar. Altı yaşıma kadar, televizyon da görmemiştim ama sinemayı biliyordum, çünkü benim çocukluğumda sinema bizim oralarda en iyi eğlencelerden birisiydi. Köylülerimiz otobüse doluşur, Larnaka’ya sinemaya giderdi. Çok güzeldi toplu halde sinemaya gitmek, hem giderken nasıl bir film izleyeceğinin tahmini, hem de dönüşün filmle ilgili yorumlar yapılırdı. Sinemaya gitmek de inanılmaz keyifliydi, başka bir dünya açıyordu sanki bize. Yaz aylarında panayırlar da vazgeçilmez eğlenceydi, tabii ki en güzeli bize göre Larnaka’daki panayırdı… Ne çok mutlu olurduk panayıra giderken… Altı yaşımda kuzeye göç ettiğimizde, yeni köyümüzde elektrik vardı, televizyon da… Televizyon kuşkusuz farklı bir deneyimdi, o siyah beyaz ekranın da müptelası olmuştuk… “Dallas”, “Aşk Gemisi”, “Küçük Ev”, “Flamingo Yolu”, “Zengin ve Yoksul”, “Bonanza”, “Kökler” gibi diziler bizi ekrana bağlardı… Hatırlıyorum; “Dallas”ın yayınlandığı güne düğün dernek bile koymazlardı insanlar diziyi izleyip de gitmeyecek diye… Bugünkü gibi dizi furyası yoktu, o siyah beyaz tek kanallı ekranda her güne ancak bir dizi bile düşmüyordu, dönemine göre nitelikli dizilerdi… Çocukken oyunlarımız vardı; futbol tabii ki her dönemin vazgeçilmez oyunu ama severek oynadığımız başka oyunları da saymak lazım; saklambaç, taşlı ve taşsız bir ayak, yakan top, lingiri (çelik çomak), ip atlama, ortada sıçan, el kızartmaca ve daha niceleri… Nasıl mutlu olurduk bunları oynarken, eve girmek istemezdik, anneler çıkar adımızı bağırırdı; “Alliii yemek vakti” diye. Oyunlar oynarken zamanı sezmezdik. Dünya bir oyundu sanki… Bilgisayar yoktu, internet yoktu, bilgisayar oyunları yoktu, tablet yoktu, akıllı telefon yoktu, youtube yoktu, facebook yoktu, instagram yoktu, Twitter yoktu, Google/ Yandeks yoktu… Bugün hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz hiçbir şey yoktu ama mutluyduk, hatta bugünkü çocuklardan sanki daha mutluyduk… Mesleğe başladığımda da bilgisayar yoktu… Daktilo kullandım mesleğimin ilk yıllarında. İnternet, akıllı telefon, dijital fotoğraf makinesi, youtube, facebook, instagram, Twitter, arama motorları yoktu… Her şeyi öyle iki tuşa basarak bulamazdık, birçok şeyi bilmek zorundaydık, bilgi kaynağına ulaşmak o kadar kolay değildi, maharet isterdi… Çocukluğumda, gençlik yıllarımın bir bölümünde, varlığından haberdar olmadığımız teknolojik gelişmeleri aramıyorduk tabii ki… Ancak teknolojisiz ortamda gerçekten daha mutluyduk sanki, insanlar daha iç içeydi, ilişkiler daha sıcaktı, teknolojik aletlerin esiri olmamıştık… Hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz teknoloji, çoğu kez mutsuzluk kaynağımız da oluyor… Teknoloji insani ilişkilerini de bozdu, eskiyi arar olduk… Ben teknolojisiz bir dönemde doğduğum için şikayetçi değilim, iyi ki de öyle bir dönemde doğdum, iyi ki o günleri yaşadım… Bugün çocuklar eğitim sisteminin dayattığı birçok sınavla, özel dersle kuşatılmış durumda, geriye kalan zamanı da insani ilişkilerden yoksun, teknolojik aletler arasına sıkıştı, çocukluğunu bile yaşayamıyorlar. Bence o sokak oyunları oynanabilirse bir çocuk, gerçek anlamda çocukluğunu yaşamış olur, bugün bence çocukların bir tarafı eksik kalıyor… Biliyorum kolay değil ama anneler, babalar; mümkün olduğunca çocuğunuzu bırakın çocukluğunu yaşasın, yaşından büyük sorumluluklar yüklemeyin, bir tarafları eksik kalmasın…17 Nisan 2023
