Kıbrıslı Türklerin devlet olgusuna ilişkin tutumları tarihsel olarak ikircikli olmuş ve büyük ölçüde Kıbrıs sorununun gölgesinde şekillenmiştir.
Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletine yönelik yaklaşım farkları, siyasal kültürümüzdeki ihtilaflı alanların başında gelmektedir.
Kıbrıs Türk sağı, KKTC’nin varlığı ve yaşatılması konusunda hassasiyet gösterirken; Kıbrıs Türk solu, uluslararası statü sorunundan dolayı KKTC’yi daha çok Kıbrıs sorununun federasyon temelinde çözümünün bir parçası olarak değerlendirmektedir.
Siyasal iktidara talip olan gerek sağ gerekse sol siyasal aktörler, devleti kutsal veya yarı kutsal bir varlık olarak değil, bir yönetim aracı olarak görme eğilimindedir.
Örneğin güçlü devlet geleneği bulunan Türkiye, Çin, Rusya, Japonya ve İran gibi ülkelerde devlete bir kutsiyet atfedilmekte ve devlet eleştirisi bir tür tabu olarak kabul edilmektedir. Devlet mefhumuyla ilk kez 1960 yılında tanışan Kıbrıslı Türkler için ise devlet, daha çok varoluşsal güvenliklerini ve toplumsal kimliklerini koruyacak bir mekanizma olarak görülmektedir.
Bu bağlamda devletin bir yönetim aracı olarak işlevselleşmesi hem Kıbrıs Türk sağının hem de sol kesimin devletle olan ilişkisini görece esnekleştirmektedir. Sözgelimi, ne sağdaki siyasal elitler ne de soldaki siyasal elitler açısından KKTC devletinin adının “Kıbrıs Türk Devleti” olarak değiştirilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Yeter ki yeni isimle devletin uluslararası statüsünde bir yükselme kaydedilebilsin.
Kıbrıslı Türklerin devletleşme süreçlerine kısaca bakmak gerekirse, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ile Kıbrıslı Türkler ilk kez modern bir devletin eşit ve kurucu ortağı oldular.
Oysa 1960 yılına kadar ne Rumlar ne de Kıbrıslı Türkler, ne ayrı ne de ortak bir devletin hayalini bile kurmamışlardı. Rumlar enosis politikasıyla Yunanistan Devleti’nin, Kıbrıslı Türkler ise taksim politikasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir parçası olmayı amaçlamışlardı.
Nitekim, ne Rumlar ne de Kıbrıslı Türkler 1974 yılına kadar “anavatanlardan” ayrı bir devlet yönetme fikrini yeterince içselleştirebilmişlerdi.
Kıbrıslı Türkler, 1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlanmalarına bağlı olarak yasama ve yürütme işlerini; Genel Komite, Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi ve ardından Kıbrıs Türk Yönetimi gibi devletleşme yönünde oluşturdukları bazı mekanizmalar aracılığıyla yerine getirdiler.
Garantör devlet olarak Türkiye’nin 1974 askeri müdahalesinin hemen ertesinde Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi kuruldu. Kıbrıslı Türk elitler bu dönemde Meclis’te yaptıkları gizli oturumda, birinci seçenek olarak Türkiye’ye ilhak olma; eğer Türkiye tarafından uygun görülmezse ikinci seçenek olarak da federal bir devlet kurma yönünde karar almışlardı.
Nitekim, Türkiye’nin ilhak politikasını uygun bulmaması üzerine Kıbrıslı Türk elitler, Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurarak ileride ortak kurulabilecek federasyonun bir parçasını ihdas etmiş oldular.
Dolayısıyla bu dönemde Kıbrıslı Türk elitler, esas emellerine göre değil, uluslararası konjonktürü dikkate alan Türkiye’nin telkinine göre hareket ettiler. Ayrıca ne Kıbrıs Türk sağı ne de Rum liderliği ortak bir federasyon fikrini ve kültürünü içselleştirebildi.
Rumların tekelindeki Kıbrıs Cumhuriyeti, uluslararası toplum tarafından meşru devlet olarak kabul görürken; Kıbrıslı Türklerin bir devlet olarak kabul edilmemesi taraflar arasında asimetrik güç ilişkileri yaratıyordu. Bunun üzerine Rauf Denktaş’ın öncülüğünde KKTC ilan edildi.
Kıbrıs Türk sağı, KKTC ilanını selamlarken; sol kesim başlangıçta ayrı devlet ilanına çeşitli sebeplerle karşı çıkmıştı. Ancak yeni kurulacak olan devlete Meclis’te olumlu oy vermeyenlerin daha sonra o devlette siyaset yapamayacakları riskiyle karşılaşmaları üzerine sol partiler de sağ partilerle birlikte KKTC’nin ilanına olumlu oy vermek durumunda kalmışlardı.
Ne var ki BM Güvenlik Konseyi’nin yeni kurulan devlete ilişkin almış olduğu 541 ve 550 sayılı kararlara göre KKTC hukuksal olarak yok hükmünde sayılıyor ve bu ilan ayrılıkçı bir hareket olarak damgalanıyordu.
2004 yılında referanduma sunulan Annan Planı’na Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu “evet” diyerek, aslında KKTC yerine kurulacak federasyonun Kıbrıs Türk Devleti unsurunu onaylıyordu. Ayrıca, o tarihe kadar uluslararası toplum tarafından ayrılıkçı olarak görülen Kıbrıslı Türkler, ezber bozarak, her şeye rağmen tercihlerini birleşme yönünde kullanmışlardı.
Kıbrıslı Rum çoğunluğun “hayır” oyu nedeniyle hayata geçirilemeyen federal devlet projesi, en son 2017 Crans-Montana görüşmelerinde çözüme yaklaşılmasına rağmen, yine Rum liderliğinin isteksizliği nedeniyle başarısızlık ve hayal kırıklığıyla sonuçlandı.
Bütün bu başarısızlıkların ve hayal kırıklıklarının sonucunda, 2020 yılından sonra Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye bu kez iki devletlilik politikasını savunarak KKTC’nin egemen eşitliğini ve uluslararası statüsünün tescil edilmesini öngördü.
Sonuç olarak KKTC, 1983 yılından itibaren Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmadığı gibi, 2020 yılından sonra resmen yapılan tanınma çağrılarına rağmen de hiçbir ülke tarafından henüz tanınmış değildir.
Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Annan Planı’nda öngörülen modele benzeyen bir federasyon modelini savunan aday büyük bir oy çokluğuyla kazanmıştır. KKTC Cumhurbaşkanı Erhürman’ın Türkiye’ye yapmış olduğu ilk resmi ziyarette, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte yapmış oldukları basın açıklamasında, taraflar arasında bazı terminolojik farklılıklar ve dolayısıyla siyasal pozisyon farklılıkları olduğu göze çarpmaktadır.
Bununla birlikte, esas sürecin Erhürman’ın çözüm metodolojisiyle ilgili öne sürdüğü koşulların, Rum lider Hristodulidis tarafından nasıl karşılanacağıyla şekilleneceğe benziyor.
Ancak KKTC’nin uluslararası statüsünün ne olacağı, Kıbrıs sorununun çözümüne bağlı olup hâlâ belirsizliğini korumaktadır. 1983’ten bu yana, uluslararası hukuk bakımından geçerli olmasa da de facto olarak bir devlet vardır. Bugün bize düşen görev, çözüm bulunana dek bu devleti yeniden yapılandırmak ve yurttaşlarına etkin hizmet sunabilecek kapasiteye ulaştırmaktır.
