Hak arama konusuna dair söyleyeceklerime geçmeden önce, kafalarda bazen karışıklığa sebep veren bir konuyu açıklamak gerekir diye düşünmekteyim. Bu da insan hakları ile temel haklar arasındaki ayrım. İnsan hakları insanların doğuştan sahip olduğuna inanılan haklar olarak kabul edilmektedir. Yani bir kişinin insan olmaktan kaynaklı olarak kendinin sahip olduğuna inandığı haklara kısaca insan hakları demek mümkündür. Temel haklar ise bir devletin, o ülkede yaşayan insanlara hukuki düzenlemeler yoluyla tanıdığı insan haklarıdır. Başka bir ifadeyle temel haklar, insan haklarının bir ülkede yaşayan insanlar için somutlaşmış halidir demek mümkündür. O halde şöyle bir çıkarım yapmak da yanlış olmayacaktır: Her temel hak aynı zamanda insan hakkıdır ancak her insan hakkı temel hak değildir ta ki o devlet o insan hakkını bir temel hak olarak tanıyana kadar.  Bunu dilekçe hakkı üzerinden bir örnekle açıklayalım. Dilekçe hakkı hem bir insan hakkıdır hem de KKTC Anayasasına göre bir temel haktır. Ancak, örnek bu ya, dilekçe hakkı KKTC Anayasasından ve diğer mevzuattan çıkarılsa dilekçe hakkı insan hakkı olmaya devam eder ancak KKTC’de yaşayanlar için bir temel hak olmaktan çıkar. Peki temel hak olması neden önemli? Temel haklar devlet tarafından tanınmış insan haklarıdır demiştik ancak bu tanınma, devletler için başka unsurları da zorunlu kılmaktadır. Bir devletin bir insan hakkına kendi mevzuatında temel hak olarak yer vermesi demek, aynı zamanda o hakkı koruma, yerine getirme yükümlülüğü altına da girmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla da o ülkede yaşayan insanlar, o temel hakkı yerine getirmesi için yani bir anlamda verdiği taahüte uyması için devlete başvurma imkanına sahip olurlar. 

İşte hak arama bilinci de esasında burada devreye girmektedir. Bir ülkede yaşayan insanlar, yaşadıkları devletin koruma ve yerine getirmeye vaat ettiği haklarını talep ediyorlarsa tabiri caizse peşine düşebiliyorlarsa burada karşımıza hak arama bilinci ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle, bir devlet bir hakkı tanımış ancak bu tanımanın gerekliliklerini yerine getirmiyorsa, o ülkede yaşayan insanların çeşitli araçlar yoluyla bunu talep etme bilincidir diyebiliriz. Peki insanlar sadece temel haklarının yerine getirilmesi ya da sağlanması için mi harekete geçebilirler? Tabii ki hayır, ancak yaşadıkları ülke o temel hakkı tanıdığı ve koruyup geliştirmeye söz verdiği için onu ileri sürmeleri çok daha etkili ve sonuç doğurucu olacaktır.

Hak arama temelde iki türlü olmaktadır. Bunlardan birincisi yargısal yollar ikincisi de yargı dışı (sosyal -siyasal tepki ve eylemler) yollardır. Hak ihlaline uğrayan ya da temel hakkının yerine getirilmediğini düşünen kişi ya da kişiler çoğunlukla bireysel olarak (istisnai olarak toplu davalar da olabilir) yargı yoluna başvurmaktadırlar. Yargıya başvurma günümüzde her ne kadar masraflı ve karar çıkıncaya kadar kamuoyu yaratmada çok da etkin olmasa da hukuk devleti bakımından bireyler için çok önemli ve vazgeçilmez bir yoldur (Yargının iç işleyişinden veyahut sistemden kaynaklı sorunları bu yazının kapsamını aştığı için değinilmeyecektir.).

Sosyal ve siyasal araçlar (eylem, protesto, dilekçe, sosyal medya v.s) yolu ile de hak arama mücadelesinin yürütülmesi çok ciddi önem taşımaktadır. Sosyal ve siyasal araçların en önemli özelliği ve diğer yollardan farkı, hem bireysel hem toplu olarak kullanılabilmesi, hukukilik yanı sıra yerindelik denetiminin yapılabilmesine imkan tanıması, çok hızlı bir şekilde organize edilebilir olması ve kamuoyu yaratmada çok daha etkin olmasıdır. Ayrıca, yargısal yollar kanunlar tarafından sizlere tanınan haklarınız ihlal edildiğinde ona karşı bir mücadele aracı olarak kullanılabilmekteyken, yargı dışı yollar hem mevzuatta tanına hakların yerine getirilmesi için hem de yeni hakların tanınması için bir mücadele yöntemi olarak da kullanılabilmektedir.  Ancak, günümüzde bu yolun etkin kullanımı ya da etkisi çeşitli sebeplerden ötürü ne yazık ki günden güne azalmaktadır. Bunun hem bireylerden hem de yönetimden kaynaklanan bazı sebepleri vardır. İlk olarak; bireylerin özellikle sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla beraber, sosyal medya tepkilerinin diğer tepkilerin (eylem, protesto v.s.) yerine geçtiğine dair oluşturdukları kanaattir. Bu durum günümüzde o kadar çok yaygınlaşmıştır ki birçok insan sosyal medya araçlarında yaptığı paylaşımlarla çok ciddi hak arayışında olduğuna inanmaktadır. Sosyal medyanın hele ki günümüzde kamuoyu yaratma etkisini göz ardı etmek elbette mümkün değildir ancak, bunun her hal ve şartta sonuç doğurması da beklenmemeli ya da diğer araçlarla desteklenmedikçe etkili bir şekilde sonuç doğurması her zaman mümkün olmamaktadır (ülkemizde ve dünyada örneklerini çokça görmek mümkündür). Bir diğer sebebi ise, gerek eğitim gerek yetiştiriliş tarzı itibarıyla bazı bireylerde aslında sahip oldukları haklarının yerine getirilmesi ya da yeni haklar talebinde bulunmaları halinde zarara uğrayacakları ya da ötekileştirileceklerine dair yaratılan inanç ve önyargıdır.  Diğer bir sebep ise, tabiri caizse kendini yormama dürtüsüdür. Nasıl olsa birilerinin kendileri yerine hak arama mücadelesi içerisinde olduğunu bilip olumlu bir sonuç çıkarsa faydalanacakları, olumsuz bir sonuç çıkarsa da en azından kendilerini yormamış olmalarının dayanılmaz hafifliği içerisinde olmalarıdır. Başka bir sebep ise, hiçbir sonuç alınamayacağına dair bir ön kabulün peşin olarak kabul edilmesidir.

 Yönetimden kaynaklanan sebeplere gelecek olursak; özellikle son yıllarda sokakta karşılığını bulan eylemlerin (örneğin protesto yürüyüşü, oturma eylemi, basın açıklaması v.s) sanki çok marjinal eylemlermiş ve insanların yapmaması gereken hareketlermiş gibi bir algı yaratılma çabası açıkça görülmektedir. Hakkını bu tür eylemlerle arayan insanların sanki sadece marjinal gruplara ait bireylermiş gibi gösterilme çabası, yönetimlerden kaynaklanan sorunların başında gelmektedir. İdarecilerin çok basit ama etkili olan bu tarz hak mücadelelerine aşırı tepki göstermeleri de yine bu yolun kullanılmasının azalmasında etkili olmaktadır.

Yukarıda sayılanların yanına elbette başka gerekçeleri de eklemek mümkündür. Ancak burada önemli olan hem Kıbrıs hem de yakın coğrafyalarda gün geçtikçe hak arayış mücadelelerinin hem nitelik hem de nicelik anlamında etkisinin ve katılımının günden güne düştüğü gerçeğinin fark edilmesidir. Mühim olan hususların başında, haklar tarihinde hiçbir hakkın mücadele edilmeden, çaba sarf edilmeden elde edilmeği gerçeğini tekrar tekrar hatırlamak ve unutmamak gelmektedir. Bir hakkın yasalarca kabul edilmiş olmasının, onun gerçekleşebilmesi için tek başına yeterli olmadığı asıl önemli olanın onların uygulanması ve hayata geçirilmesi olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bunun için ise en büyük çaba, yine bizatihi hak sahiplerine yani bizlere düşmektedir.

Hak aramak, bireyler aleyhine bozulan çıkarlar dengesinin eski durumuna ya da daha iyi duruma getirilmesini talep etmektir, dolayısıyla hak aramak bir çıkar çatışması olduğuna göre, birtakım güçlüklerle karşı karşıya gelmeyi, onlarla mücadele etmeyi de göze almayı gerektirdiği akıllardan çıkarılmamalıdır.