"Korkuyu küçük bir kutucuğa koyuyorum ve bunu odanın bir köşesine yerleştiriyorum. Sonra günün tadını çıkarıyorum…"

    Yukarıdaki sözler, Hint asıllı Britanyalı-Amerikalı ünlü yazar ve romancı Salman Rüşdi’ye ait…

    Bildiğiniz gibi; "Şeytan Ayetleri" adlı romanı sonrası 1989 yılında İran lideri Humeyni'nin hakkında yayımladığı ölüm fetvası nedeniyle uzun yıllardır tehdit altında yaşayan Rüşdi, geçen yıl New York'ta bıçaklı saldırıya uğramış, saldırıdan sonra sağ gözü kör olmuştu.

    Alman Kitap Yayımcıları Birliği Barış Ödülü'ne layık görülen yazar Salman Rüşdi, birkaç gün önce ödülünü almak için gittiği Frankfurt'ta Kitap Fuarı'na konuk oldu.

    Fuarda katıldığı edebiyat galasında konuşan Rüşdi, korkunun hayatına hükmetmesine izin vermediğini söyledi.

    Tekrar saldırıya uğrama olasılığından duyduğu korku ile nasıl baş ettiği sorulan Rüşdi, "Korkuyu küçük bir kutucuğa koyuyorum ve bunu odanın bir köşesine yerleştiriyorum. Sonra günün tadını çıkarıyorum" diye cevap verdi.

     Yani bir tür korkuyla baş edebilme yöntemi. 34 yıldır, ölüm tehditleri alan, saldırıya uğrayan, gözünü kaybeden bir kişinin korkmaması mümkün değildir tabii ki… Ancak önemli olan bir şekilde o korkuyu yenebilme yeteneğini ortaya koyabilmektir.

    Aşırı korkunun, bir adım ötesi aklını yitirmektir, o nedenle korkuyu yenebilmek, onunla baş edebilmek önemlidir, hayatidir.

    Korku kontrol edilemediğinde neler olabileceğini pandemi günlerinde görmüştük… İnsanlar korkudan dolayı akıl almaz şeyler yapmıştı.

    Korkunun bilimsellikle, akılla kontrol edilemediğinde başka sıkıntıların doğabileceğini pandemi döneminde fazlasıyla deneyimlemiştik.

    “Korku” ya da “korkutmak”, birçok ülkede yöneticilerin en büyük silahıdır.

    Yönetenler, bazen direkt bazense indirekt, salınan korkularla insanları kontrol altına almaya çalışırlar… İnsanlar bir şeyleri kaybetme korkusuyla pasifleşir, sesini çıkaramaz, itiraz edemez hale gelir.  

     Demokratik olmayan ülkelerde zaten korku mutlak hakimdir, ancak bazı demokratik ülkelerde de korku başka yöntemlerle halka şırınga edilir. O nedenle halkın buna karşı bilinçli olması gerekir…

    Pandemi döneminde korku üzerine yazılar yazmıştım…

    Fransa'nın en iyi korku ve fobi uzmanlarından biri olan Christophe Andre’den de alıntı yapmıştım. Christophe Andre, “Korkunun Psikolojisi” isimli kitabında, “Korku bazen hayat kurtarır, bazen de hayati mahveder... Kişiyi çoğu şeyden mahrum eder, yıpratır, yalnızlığa iter, hepimizi etkiler. Korku, dünya nüfusunun yarısı için bir engeldir. Her 10 kişiden birinin özgürlüğünü çalar. Etkisi zamanla artar, bunalımlara sürükler. Bize bu kadar zarar verdiği halde varlığına muhtaç olduğumuz duygudur korku...” demektedir.

   Yani bu ilkel duygu hayatımızı kurtardığı gibi hayatı bize zehir de edebilir.

   Elbette insanoğlu, bazı deneyimlerden, tecrübelerden geçerek bazı korkular edinir ve bu korkulara karşı tedbirler aldığı için ölüm dahil, birçok tehlikeden kurtulur. Ancak korkunun esiri olmak insanı çağdaş bir köleye de dönüştürür.

   O nedenle yeri geldiğinde Salman Rüşdi’nin yaptığı gibi korkuyu bir kutuya koyup, evimizin, odamızın bir köşesine yerleştirme becerisini gösterebilmeliyiz.

    Kıbrıslı Türklerin de kokuları vardır… Ancak “toplumsal ortak korkuların” yerini “basit kişisel çıkar korkuları” almaya başlaması çok tehlikelidir.

    Keşke ülkenin yaşanmaz bir hal alması, gelecek kaygısı, gençlerin göçü, ortak korkumuz olsaydı… O korku da var tabii ki… Ancak “çocuğumu işe aldılar ya da alacaklar”, “eşimi/ yakınımı müdür yaptılar ya da yapacaklar”, “kredi verdiler ya da verecekler”, “arazi kiraladılar ya da kiralayacaklar”, “şirketimin işlerini kolaylaştırdılar ya da kolaylaştıracaklar”, “taşıma izni verdiler ya da verecekler” ve liste uzar gider…

   Küçük kişisel korkular nedeniyle haksızlıklara, yolsuzluklara, ihmallere, istismarlara, beceriksizliklere ses çıkarmıyor birçok kişi…

   Herkes her şeyi görüyor, doğru da bulmuyor ama sesini de çıkarmıyor.

   Küçük kişisel korkular koca bir toplumun suskunluğuna ve mağduriyetine dönüşüyor.

  Bu da yetmiyor bakın ülkemizde yönetenler, düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı da yasalar yapmaya çalışıyor, gazetecileri dava ediyorlar, ceza davaları açıyorlar, hapsedilmesini istiyorlar, gazetecilerle yetinmiyor, sosyal medyadan yükselen tepkileri toplayıp mahkemelik yapıyorlar.

   Partizanca rüşvetlerle susturdukları kesimler yetmez, geriye kalanlar konuşursa, gerçekleri haykırırsa ve diğerlerini de ayaklandırırsa diye yasal düzenlemelerle korku salmak isterler… “Uğraşma başın belaya girer, kara listeye alınırsın” korkusu salarlar, eski çağdan kaşmış yöntemlerle…

    Yeter artık, küçük kişisel korkularınızı siz de kutuya koyup bir kenara bırakın, küçük korkuların hayatınıza ve tüm toplumun hayatına hükmetmesine izin vermeyin, toplumsal korkular için de herkes mücadele etmelidir. Küçük kişisel çıkarları kaybetmekten korka korka tükendik…