1962-63 dönemi Namık Kemal Lisesi mezunu, Aralık 1963-19 Aralık 1970 Mağusa Sancağında Mücahit, 19 Aralık 1970 Polis Teşkilatına giriş. Serdalı’da bir yıl polislik, sonrası 1972 Mağusa’ya tayin. Sakarya’ya yerleşme. Polislik ve MTG’de futbol devam.

1974’te 4 yaşında kızım 8 aylık oğlum. 15 Temmuz 1974 Pazartesi günü, EOKA-Yunan Cunta askerleri birlikteliğinde işgaldeki Kıbrıs ortaklık Cumhuriyetine, ENOSİS için durumun müsait olduğu düşüncesiyle ikinci darbe yapıldığında Mağusa’da görevdeydik, alarmda idik. Ayni gün eşimin dayıları Sakarya’lı Fikri Komutan kardeşi Selçuk, Yüzbaşı Kadir Bayraktar ve Polis Hüseyin Başbuğ geldiler, beni aldılar Sakarya’ya gidip Bölüğe katıldım. Takım Komutanım Hüseyin Başbuğ, ben yardımcısı. Evim, Sakarya’nın Kuzey Batısında uçta, Lefkoşa Yoluna taraf, önü açık düz tarla, mevzilerimiz de tarla kenarında.

Mevzi derken bölge etrafına Güney, Batı ve Kuzeyine önceden kazdığımız irtibat hendeklerinden ibaretti, dizili tek bir kum torbası mevzi falan yoktu. Mevzi derken olası savaşta mahalle bazında kimlerin nerede bulunacağı belirlenmiş yerler, herkes yerini bilirdi, icabı halinde hazırdaki torbalar doldurulup mevzi yapılacaktı. Herkes derken mahallenin sakinleri, eskiden terhis olmuş Mücahitler, 14-15 yaşında çocuklar, yaşlı başlı 60-70 yaşta, kimisi bakkal, kimisi yapıcı, kimisi makinist, kimisi İngiliz üsleri çalışanı, 3 kişimiz de Polis. Resmi Mücahit yoktu. Bölge kadın çocuk vs takriben 300 nüfus.

Terörist EOKA’cılar ikinci darbe öncesinde her gece Polis karakollarına bomba koymaya Makarios’çu solcuları katletmeye başlamışlardı. Bir şeyler olacağı belliydi. Hazır durumundaydık. Nihayet 15 Temmuz 1974’te Yunan Cunta askerleriyle birlikte CB Makarios’a ve sarayına tanklarla toplarla yüzlerce askerle saldırdılar, yakıp yıktılar, katlettiler, Makarios’u öldürdüklerini söylediler, halbuki öldürememişlerdi, kaçmıştı. Sonra İngilizler Kıbrıs’tan kaçırdı. Darbeciler Kıbrıs Helen Cumhuriyetini ilan ettiler, terörist başı Sampson’u da Cumhurbaşkanı koydular ve silahları Türklere çevirdiler. Türkler alarmda idi.

Sakarya’lılar olarak gündüz silahsız gece silahlı nöbet tutardık sivil kıyafette, mahalleli mahallesini koruyacaktı. Gece gündez bütün bölgede nöbet tutuldu. 19 Temmuz 1974 Cuma günü ös. saat 14.00 sıralarında Lefkoşa yolu boyunca birçok tank, ağır silahlı yüzlerce Rum çapulcuyla aniden kuşatıldık, hemen hendek içindeki kum torbalarını doldurmaya başladık, silahlarımızı almamıştık. Bizim mevzinin karşısına 70-80 metre uzağına zincirli üç tank yerleşip toplarını bize çevirdi, çapulcular kamyonlardan inip eğilerek koşarak kürekle çukur kazıp araziye mevzilendi. Bölge arazisi Lefkoşa yolundan Sakarya’ya doğru inişti, meyilliydi. Hemen eve koştum, eşime çocukları çok acele alıp diğer sokaktaki annesine gitmesini söyledim.

Derhal mevzi yapmaya koyulduk, daha 5-10 torba ancak doldurmuştuk ki sol taraftan tarladan iki Barış Gücü Arabası tozu dumana katarak geldi önümüzde durdu. Düşmanı katacak yahut tarlanın ortasında araya girecek zannettik. Tam tersi oldu, arabadan 7-8 silahlı asker indi bağıra çağıra geldi, torbaları tekmelemeye kasaturayla parçalamaya başladılar. Şok olduk. Siz mevzi yapamazsınız dedi komutanları. Takım Komutanımız 70-80 metre mesafede karşımızda mevzilenen düşman tanklarını ve mevzilenmiş yüzlerce çapulcuyu gösterip ‘ esas onları gidip yollatınız, burası bizim bölgemiz, niçin onlara gitmediniz ve bize geldiniz ‘ dedi. Komutanları bir saniye dönüp tanklara baktı. Gene bize, siz mevzi yapamazsınız deyince mesele anlaşıldı, biz torbaları doldurmaya koyulduk, bağıra çağıra torbaların üstüne çıktılar, çapa küreği almak istediler. Uzun süre tartışma, itişme kakışma yaşandı. Anladık ki BG askerleri, tankların silindir gibi üzerimizden geçmesini isterler.

Bölge Komutanına durumu bildirdik, bırakın gece yapınız emri geldi. Barış Gücü doldurduğumuz torbaları parçaladı, Sakarya’nın diğer bölgelerinde de aynisini yaptılar. Neticede bölgede yeterli kum torbası kalmadı. Gece zifiri karanlıktı göz gözü görmezdi, kalan torbalarla karanlıkta doğru düzgün mevzi yapamadık, mevzi delikleri genişti yanlıştı, bir delikten giren mermi diğerini de vurabilirdi, mevzi irtibat hendeğinde yarım ay şeklindeydi. Darbeden beri her gece tarlada sabahladık, nöbet tuttuk, uykusuzduk. Ertesi gün 20 Temmuz’da savaşa yarı buçuk mevzilerde yorgun lakin azimli umutlu girdik.

20 Temmuz sabahı hava ağarmadan arkadaşları Takım komutanımız bir şeyler atıştırmak için evlerine gönderdi. Evim bölgenin Kuzey Batı kenarında tam düşmana karşıydı önü açıktı , aramızda düz tarla vardı, mevzim ile evim arası 10-15 metreydi, düşmanı görebildiğim için tek ben kalmıştım. Koştum evden karpuz hellim ekmek aldım kapı önüne oturdum, radyoyu açtım, Marş çalıyordu. Az sonra komşum ve mevzi arkadaşım Kemal Hasan geldi, gel otur karpuz hellim kes ye dedim, oturdu. Biraz sonra Denktaş babanın radyodan anonsu. Fırladık, arkadaşlar da koşarak geldiler mevzilere.

Lefkoşa yolundan Maraş tarafından Lefkoşa istikametine sayısız otobüs, kamyon, kamyonet, romörklü traktörler, ne araç varsa hepsi Rum erkek dolu geçmeye başladı, 2 saatten fazla sürdü. Komutanlığa bildirdik, Karakol bölüğüne bildirdik. Karakol bölüğü geçen araçların, Yenişehir’den dönerek Karakol kampına gittiklerini, orada silahlandıktan sonra geldikleri tarafa geri gittiklerini bildirdi. Bu arada iki Türk Jeti geçti üstümüzden Maraş’a doğru sonra döndü. Hemen tarlaya flamaları koyduk. Çok geçmeden şiddetli çatışmalar başladı. Sakarya cehenneme döndü, düşmanın sanki elleri tetikteydi. Ne tür silah aklınıza gelirse aralıksız, orantısız kullanıldı küçük bir bölgeye. Çok geçmedi genç komşum Kemal Hasan yanımızda Şehit oldu, mevzi deliğinden giren mermiyle. Hatalı ve yarı buçuk mevzi deliğinden giren kurşunla anlından vuruldu, akşama kadar yanımızda kaldı, sıcaktan breni örtmek için evden getirdiğim örtüyle yüzünü örttüm. Karanlık olunca yandaki eve taşıdık. Takım Komutanımız Hüseyin Başbuğ (Polis) TK yardımcısı ben ve Kemal ayni mevzideydik.

Diğer mevzilerimizde de Şehitler yaralılar vardı. Toplar, havanlar, dumdumlar, ağır makineli tüfekler ne ararsan, hiç susmadı, toz duman, ana baba günü. Hava müthiş sıcaktı. Arazinin Lefkoşa yolundan bize doğru meyilli (iniş) oluşu hayatta kalmamızı sağladı, zira tankların topları 90 dereceden aşağıya inmezdi, attığı top mermileri üstümüzden geçer arkamızda bizim evin damından bir ayak aşağıya duvara isabet ederdi.

Takımda bir bren, bir havan topu 5 mermi, piyade, tomson, el bombası. Rumların mevzilerinden bize havan atan duvarlarla çevrili bahçeli küçük bir çiftlik vardı. Oraya, arkamızdaki mandıradan bir havan attık isabetli. Kapısı kırıldı üç inek salındı tarlaya, bize taraf geldiler tam önümüzde 20-30 metrede Rumlar vurdu orada kaldılar. Çok gitmedi havan topumuzun üzerine havan topu düştü, arkadaşlar bereket gerideydi. Rumlar çok orantısız güç kullandılar. Akşamüzeri BM sözde Barış Gücü komutanı Karargaha geldi Rumlar yollamış, çatışmalar azaldı. Silahları teslim edelim ve teslim olalım istedi, aksi halde Rumların büyük taarruza geçeceğini ve hepimizi öldüreceklerini söyledi. Kabul edilmedi, bunun üzerine kadın ve çocukları veriniz bize dedi, reddedildi, hiddetle ‘Hepiniz öleceksiniz’ deyip çekip gitti. Hemen sonra şiddetli çarpışmalar tekrar başladı.

Karanlık olunca inekleri hususi vurdular diye şüphelendim, karanlıkta arkalarından sızabilirler dedim. Komutanımız Karargaha gidip geleyim dedi. Takım mevzilerin dolaştım, anlattım sırayla beş on dakika arayla her mevziden sadece 3 el ateş edilsin tanklara doğru dedim. Sızma varsa fark edildiklerini sansınlar diye. Öyle yaptık, bizim Komutan baskın var sandı koşarak geldi. Bu defa Komutan, moraller yüksek olsun diye Mağusa’dan 200 Mücahit ağır silahlarla gece yarısı takviye gelecek diye arkadaşlara söyle dedi, hepsine söyledim. Ama ne gelen oldu ne giden.

Gece saat 01.00 sularında Tk. Komutanımız biraz uyuyayım, sonra da sen dedi. Çömeldi sırtını hendek duvarına dayadı, bir çeyrek sonra komşumuz 14 yaşında Tuncay heyecanla geldi. Fikret abi emir geldi Mağusa’ya çekilelim dedi. Komutan kalktı inanmadık, bekle Karargaha gidip geleyim dedi. Beş on dakikada geldi, mevzileri dolaş arkadaşlara söyle silah ne varsa alsınlar, Atatürk Büstüne gelsinler, önce çocuklar kadınlar yaşlılar, sonra Mücahitler dedi. Önce Selçuk, Kelami Komutanlar gidiş güzergahını belirlemeye çıktılar, zira sağımız solumuz hep düşmandı. Bir tek Karakol tarlalarından geçiş olabilirdi, o da şayet düşman yerleşmemişse.

Gece saat 02.00, 04.00 arasında çok zor çok muammalı şekilde kaleye çekildik. Hala nasıl sağ salim ulaştık çözemedik, kimse bilmez. Çünkü Rum mevzilerinin çok yakınından, önünden geçtik. Çocuklar ses çıkarmasın diye ağızları kapatıldıydı. Kızım, o kargaşada dikenli taşlı, inişli yokuşlu tarlalarda kaldı, ağlamasını bir Mücahit duydu ve alıp kurtardı. Komşumuz kadın elinden tutardı, düşüp ayağını burkunca çocuk orada kalakaldı. Çekilirken çok macera yaşandı.

BM sözde Barış Gücü, çatışmaları savaşları, gerginlikleri önlemek yerine maalesef saldırganların yanında yer aldı, emir öyleydi. Adaletten, insanlıktan, haklıdan yana hiç olmadı. Türk bölgesi Sakarya kuşatıldığında aradaki tarlada konuşlanması, yahut düşmanı oradan göndermesi gerekirdi. Adaya geldikleri günden masum Türk halkına asi muamelesi yaptılar. BMGK, hem Cumhuriyet ortaklığımızı saldırgana hediye etti, hem çözümsüzlüğü körükledi, hem Cumhuriyetin Antlaşmalarını, Anayasasını çiğnedi-çiğnetti, hem darbecileri destekledi, sonuçta da savaşa sebep oldu. O yüzden bizim nazarımızda itibarını çoktan kaybetti. Şimdilerde Gazze’de yaşanan soy kırımdan, sonra İran’da ve daha başka yerlerdeki saldırılarda, saymakla bitmez, Adaletsizlikten, taraf tutma, kayırma ve insan haklarına aykırı olarak çeşitli tutum ve davranışlardan dünya kamuoyunun çoğunluğunda itibarı kalmamıştır, iplikleri pazara çıkmıştır, takke düşmüş kel görünmüştür.

BMGK gadimicileri, kendi çıkarları için dünyayı kana bulamakta sakınca görmeyen adaletsiz, faşist birkaç emperyal zorba dünyayı altüst etmeye yeterli oluyor ne yazık ki. Adalete, insan haklarına, eşitliğe, özgürlüğe dayalı değişim, yenilenme olmazsa siddin sene bu düzen sürecektir. Uluslararası Hukuk mu, nerede bu meşhur Uluslararası Hukuk? Dünyayı güya idare edenlerin önde olanı ve daha başka yalakaları ve soykırım destekçileri, Uluslararası Mahkemenin kararını kılına bille sallamazlar artık, ben benim derler. Kenilerine gelince mangalda kül bırakmazlar ama. Binlerce masum çocuğun, kadının, yaşlının, gencin katledilmesinin, şehirlerin Hastanelerin okulların mülteci kamplarının, ambulansların füzelerle vurulmasının, insanların açlığa susuzluğa bırakılmasının, ibadetlerinin engellenmesinin, işkenceye tabi tutulmasının karşılığı yok kanunlarında, serbesttir. Dünyalı olup buluşacağımız O Uluslararası Hukuk BU MUDUR? Çıkarcıların, Hukuk dışı oldubitti taraflı kararlarına kimilerinin Tanrı kararı imiş gibi boyun eğip savunduğu BM ve BMGK, bunlar işte.