Adı “reçete yolsuzluğu” diye ortaya çıkan, “reçete usulsüzlüğü”ne dönüşen sürece temkinli yaklaştığım için yorum yapmamaya özen göstermiştim. Ancak gelinen noktada “reçete olayı” diye adlandırdığım bu sürecin yarattığı birçok çirkinliği tartışma ihtiyacı duydum.

Siyasetçinin “temiz eller” misali gündeme getirip açıklamalarıyla şov yaptığı süreçte tutuklananların birçoğunun ilk verilerden bir suç şebekesinin içinde olduğu kanaati yüksek olmasına rağmen, itham edilen suça uygun olmayan, mahkemede suçla ilişkilendirilemeyenlerin görülmeye başladığını da gözlemliyoruz.

Doktor bir reçeteyi yazarsa ve hasta o ilacı almıyorsa veya eczanede bulunan reçete üzerinden doktoru suçlamaya geçmeden önce, kelepçeli olarak tutuklayıp mahkemeye çıkartmadan yapılabilecek bir şeyler olduğuna inanıyorum. Yeter ki isteyelim, bu yapılabilir.

Tüm toplumun gözü önünde cereyan eden mahkeme sürecinde her gün birileri kelepçeli bir şekilde mahkemeye çıkartılarak tutuklulukları talep ediliyor. Neden? Delilleri karartmasınlar diye. Bilinçli suç işleyen biri bu konu gündeme gelişinin ardından geçen bir ay içerisinde zaten delilleri karartmıştır, ki her yerde torbalarda ilaçlar bulunuyor. Bugün delil karartma gerekçesi anlamını yitirmiştir. Ama klasikleşen ifadelerle mahkeme de tutuklulukları uzatıyor.

Doktor ve eczacıların kriminal suçlu gibi gösterilmeleri kamu vicdanını rahatsız ediyor. Hele de Sibel Siber’in mahkemeye çıkartılması ve tutukluluğu uzatma talepleri gerekçelendirilirken altı dolu söylemlerin olmaması, toplum genelinde bahse konu suçu işlemeyeceği kanaatini oluşmuşken, bu sürecin güven erozyonuna uğradığı eşikteyiz. Polis ve savcılığın daha da titiz davranmaması durumunda sürecin tümüne sorunlu bakış şekillenecektir.

Gözaltına alınan kişilerin insanlık dışı ortamda tutulduklarını serbest kalanlardan öğrendikçe polis de artık zan altına girmiştir. Tahta kuruları arasında uyumaya terk edilen, tuvalete gitmesinde zamansal sorunlar çıkartıldığı için su şişelerinin içine tuvaletini yapmak zorunda bırakılan kişilere karşı devlet bir insanlık suçu işlemektedir. O kötü ortamın psikolojik çöküntüsünü azaltabilmek için kafalarını dağıtmak isteyenlerin kitap taleplerinin kabul edilmemesini anlamak mümkün değildir.

Tutuklamalarla birlikte herkese öyle bir korku sarıldı ki tepki olarak doktorlar artık sigortalılar için reçete düzenlemeyeceğini ilan ediyor. Bunun yanında birçok doktor ve eczacı yeni reçete düzenlemekten kaçındıkları için sosyal sigortalılar ve emeklilerin oluşan mağduriyeti gelecek kötü günlerin habercisi oldu.

Korku ikliminden dolayı reçete yazılmamasıyla hastaların mağdur olmasını Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sadık Gardiyanoğlu’nun tasarruf olarak lanse etmesi talihsizliğini bile yaşadık.

Bu dönemde süreci şovla başlatanların batacağı günlerin yakın olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Yukarıdaki sorgulamalarım, reçete olayı soruşturmasına son verilmesini istediğim şeklinde algılanmasın. Soruşturma yöntemi, hükümetin oluşacak mağduriyetleri düşünmeden konunun üzerine atlaması, asgari ücretli sigorta çalışanı ve düşük maaşlı emeklilerin tek can simitlerinin ellerinin altından kayıp gidip daha da fakirleşmelerinin yolunun açılmasındaki umursamazlıktır tepkimin odağında.

“İyilikten maraz doğduğu” bir sürece gelen reçete olayının tek suçsuzu olan sigortalıların ilaç temininin bürokrasiden uzak, pratik ve güven ortamında yapabilmesinin sorumluluğu Sadık Gardiyanoğlu’ndadır. Sayın Bakan bu sorunu hızlıca çözemezse bu sürecin altında ezileceğini umarım görebilmektedir. Zaman kaybımız yok.