Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi’yle ilgili yolsuzluk iddiaları bir yana diploma verme sürecinde de çeteler birbirine girmiş durumda.

Önceleri aldığı sahte diplomayı tedavüle sürüp haksız kazanç elde etmeyenlerin mahsumlaştırılması girişimine tanıklık etmiştik. Kamuoyundan gelen tepkiyle geri adım atıldı, ama yeni yönteme girişim gecikmedi.

Şimdi de üniversitede yaşananları bir kişinin üzerine yıkıp, taraf olan diğer kesimlerin mahsumlaştırılması girişimlerine tanık oluyoruz.

Tutuklamalar ve mahkemedeki konuşmalar dışında çok farklı kesimlerden derlenen bilgilere bakıldığında daha buzdağının görünen tarafındayız.

Buzdağının diğer taraflarındakilerin ortaya çıkmasından korkuluyor ki, adaleti ve kamuoyunu farklı noktalara çekme girişimlerini takip ediyoruz.

Bu haftada konuyla ilgili resmi açıklamalara bakıldığında, herkes üniversitede var olan bir çetenin kurbanıymış gibi gösterilerek suçlar örtülmeye çalışılıyor.

Üniversitede bir çete olduğu iddialarının adresi olan Serdal Gündüz, üniversitenin tüm resmi işlemlerini yürüten, üniversitenin her türlü iznini almasını takip, bazı izinleri diğer üniversitelerden önce almayı başarabilen bir kişiydi. Görevini yaparken de diploma hediye ettiği algısını incelerken bunları tek başına yürüttüğü ve üniversite sahiplerinin haberi olmadığına ben inanmıyorum. İnananı da daha görmedim.

Hele bir de sahte diplomalara işlerinden olma tehdidiyle imza attıklarını söyleyen rektörlükteki isimlere diyecek bir şey bulamıyorum. Bu da suçun itirafıdır. Maaşı kaybetmeme adına suça ortak olmanın affedilir bir yanı olmayacağı gibi savunması da olamaz görüşündeyim.

Gelinen noktada Serdal Gündüz’e “çetecilik” suçlaması yapılarak tüm suçlar ona yıkılıp geri kalanları mahsumlaştırma çabaları net olarak görüldüğü için; bu girişimlerde bulunanların bir çete gibi hareket ettiği saptaması da uygun olacak diye düşünüyorum.

Üniversite yönetiminin de suçu olduğu ve hatta kapatılması gerektiğiyle ilgili görüşler karşısında savunmaya geçen Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi basın açıklamasında, bir çetenin kurbanı olduklarını iddia etmişlerdi.

Üniversite kurumsal olarak kendisini mahsumlaştırıp tüm suçu “çete” diye bir kişiye atma yolunu seçerken, benzer yöntemi sahte diploma olayıyla anılan UBP İskele Milletvekili Emrah Yeşilırmak da izledi.

DAÜ’de 3 yıllık bir bölüm bitiren Yeşilırmak, Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi’nin  bu dersleri kabul ederek kendisine 4 yıllık lisans bölümünden diplama verimesini “kandırılma” olarak değerlendirecek kadar toplumla alay etme yolunu seçti.

“Gelecek hafta polise gidip ifade verecem” diye topluma bu konuda ilk yalanını aylar önce söyleyen Yeşilırmak, kendini mahsumlaştırıp çetenin kurbanı gibi gösterme gayretinin kamuoyunda çok ciddi tepki topladığını sosyal medyada net olarak görebiliriz.

Yeşilırmak, kandırılma iddiasında samimiyse kendini aklamasının yolu bellidir. Dokunulmazlığının kaldırılmasını talep eder, mahkemede kendini aklar, yoksa gerisi onun aleyhine işlemeye devam eder.

Belli ki “çete” diye tüm suçu şu anda cezaevinde bulunan birine atarak, olayın kapatılma çabası sırasında birliktelik sağlanmış ve tek ağız konuşmaya başlanılmış. Zannederim bu da çetecilik tanımları arasına giremektedir.

Bir sonraki adımda Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi’nin adını değiştirerek “beyaz sayfa” açma girişimlerine de tanık olursak hiç şaşırmam.

Gelinen noktada Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi’ndeki sahte diploma sürecini ileri götürmeme eğilimi için yöntemler aranıyor. Ama bu noktada maalesef tüm sorumluluğu bir çeteye yükleme eylemiyle bir çete oluşturanlara hukuğun önüne geçmemeleri çağrısında bulunmak zorundayız.

Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖDAK, topu YÖK’e atıp sorumluluklarından sıyrıldıklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Her iki kurumun da boynunu kumun altından çıkartıp kamuoyunu aydınlatmalarını bekliyoruz…