Değerli vatandaşlar, trafikte önce biz üzerimize düşeni yapalım sonrasında birlikte eleştirelim. Gördüğüm kadarıyla trafikte hepimizin işi çok acele. İstisnalar olsa da devede kulak. Gideceğimiz yere en erken en süratle gitmek isteriz genel olarak. Benzin pedalından ayağımızı kaldırmaya üşenmeyelim, birbirimize karşı saygılı, sabırlı, anlayışlı olalım, trafik kurallarına uyalım, acele etmeyelim, hem korunalım hem koruyalım, cep telefonlarını yanımıza değil bagaja koyalım, kazandığımızı sandığımız  birkaç saniyedir, yarım veya bir dakikadır, ama kaybedeceğimiz yahut kaybettireceğimiz değeri biçilemeyen HAYATTIR. Üzerimize düşeni yapalım ki, görevlerini yapmayan, ihmal eden yetkilileri hep birlikte protesto edelim. Polisimize de yardımcı olmayı ihmal etmeyelim.

         Balkınız, geçmişte de olduğu gibi halkın üzerine değnekle gitmeyi planlıyorlar, yani ağır cezalarla. Sadece ağır cezaların çare olamayacağı geçen zamanda görülmüştür. Şimdiki rakamlar geçmişte az buz değildi, atomatiğe de bağlanmıştı, unuttuk mu? Bizler, bir türlü yola gelmeyen bir halk mıyız, iyiyi güzeli doğruyu göremeyecek kadar, yasalara bilerek  riayet etmeyecek kadar, hem kendimize hem başkalarına zarar verebilecek kadar vurdumduymaz  insanlar mıyız, anlayışsız, umursamaz insanlar mıyız da kendimiz dahi ağır cezaları çağırır olduk?

          Ve maalesef trafikte işlenen suçların tamamına yakını bilerek işlenmektedir maalesef. Ve bu en kötü olan husustur. O yüzden bunu düzeltmek zaman ister, çaba ister, plan program ister, psikologların da katkısını ister. Öyle bas cezayı görsün gününü yaklaşımıyla olmaz sn Arıklı. Göreceksiniz, cezalar ne kadar da artsa pek bir şey değiştirmeyeceğini. Başımız ağrımadan, kimseden korkmadan, gaile çekmeden rahatça sağ salim yollarda seyahat etmekten aciz miyiz ki illa topuzun başımızın üstünde olmasını ister ve bekleriz? Budur kültürümüz?

          Geçmişte de ayni cezai yaklaşımlara baş vuruldu, hatta iki ay önceden Devlet yerine dernek başkanı yapmıştı gelecek cezaları adeta intikam nidasıyla. Ama insanlarımız birer ikişer dörder pat küt heba oldu yollarda. Ben size söyleyeyim, aha BU MAYA DA GENE TUTMAYACAK. O zaman falakaya geçebiliriz! Belirttiğim organizeler ülke genelinde yapılmazsa gene nafiledir. Köyleri kentleri organize edin, trafik birimleri kurun, konuşmalar slaytlar, broşürler, trafik kitapçıkları her eve dağıtılsın vs, vs, vs. uzar gider. Koşmak ister, özveri ,ster plan program ister, öyle guduru değil. Cezayla değil, eğiterek, seferberliğe dahil ederek, Devlet-Halk el ele Trafik Seferberliği diyorum. Ne halse son günlerde trafikte ölümler sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Ne ise akşam eve gittiğimizde şükredelim Allah’ımıza.

          Demiştik, keşkelerin faydası yoktur, yitirilen canların da bedeli yoktur, ne ceza verilse de bedeli olamaz. Kaldırımda yürüyen genç kızlarımıza çarparak ikisini hayattan koparan kişi diyelim ki idam cezası aldı, mesele fit olur mu? Olmaz da, iki cana bir can? Diğer bir can için? Havada kalacak. Diyeceğim şudur, kimse canından olmak istemez, faili de öldürülse de. Bunu karşılaştırma olsun diye yazdım. Cezaların da bir yerde yetersiz kaldığını anlatmak istedim sadece. O yüzden hepimiz kendimize çeki düzen vermek zorundayız. İnsanların canı, benzin pedalında kimsenin sağ ayağının altında olamaz. Bakınız bir yanlışlık bir ihmal bir hata ne büyük felakete sebep oldu. İki genç kızımız gitti, genç sürücü de bitti. Geriye kalanlar da ayrı, YAZIK. Allah kimseye ne öylesini ne ötekisini göstermesin İnşallah, Amin.

         1 Nisan EOKA tedhiş örgütünün kuruluş yıl dönümünde görüldü ki komşumuz hala geçmişte ne idiyse odur. Hiç değişmemiş, ne hedefinden ne Türk düşmanlığından. Önemli teröristleri andılar konuşmalar yaptılar, Kıbrıs Helenizminin parlak sayfalarından söz ettiler, Türkiye’nin sözde işgalinden ve Garantilerin kaldırılmasından dem vurdular. Bu amaçla çocukları gençleri daha iyi bir şekilde yetiştirmeleri gerektiğini Eğitim bakanı vurgulayıp mücadeleden söz etti. Varsın biz de onların ne kadar şirin olduklarını çocuklarımıza okullarda anlatalım, ikna edelim, gerçeklerden uzak savunmasız  gözü kapalı yetiştirelim, hem bunun adına da barış eğitimi diyelim, hem bunun finansmanlarını sağlayan AB’nin ayrıca BMGK ve Rumların da takdirini alıp göze girelim.

          

        Geçtiğimiz hafta Gazimağusa’da bir partinin düzenlediği ‘Yolsuzluk, yoksulluk ve yoklaşmaya yeter’ temalı yürüyüşün ardından Sn Parti Başkanının yaptığı konuşmada ‘Kıbrıs Türk Halkının uzun yıllar varoluş mücadelesi verdiğini’ bu mücadelenin ‘Bizi yok etmeniz için verilmediğini, bizi yok edemeyeceksiniz demek için sokaktayız, Barışa, özgürlüğe, eşitliğe susamışız’ şeklindeki göndermenin adresi acaba neresi?

         Kıbrıs Türk Halkının uzun yıllar hem de çok zor şartlarda Var Oluş Mücadelesi verdiği doğru. Lakin, Devletimizin sınırları içerisinde bizi yok etmeye çalışanlar var mı, varsa kimler? Açıklanmalı.  Mücadele başarıyla verildi ve Mutlu sona da ulaşıldı. Eksik olan Antlaşmadır o ayrı. Ama Barışı savunan taraf olarak BM çözüm planlarına hep evet dedik, Barışın olmaması bizden kaynaklanmaz ki.  Özgürlük hiç olmadığı kadar, hiç yaşamadığımız kadar alasıyla vardır. Eşitlik, ülkemizde  herkes eşittir, haaa Güney ile eşit kabul edilmeyiz, kastedilen bu mu? Bunda da suçumuz yoktur, bunun için de  mücadelemiz sürüyor zaten.

          Ne var ki, Güney ile eşit egemen eşit statüde olmamızı reddedenler, bunları savunanlara bozguncu ve çözüm istemeyenler diyerek suçlaması ve ülkede eşitliğe susamışlık içinde oldukları  iddiasına anlam vermek zor. Halbuki özgürlük ve eşitlikten şikayet edenler, bu değerleri herkesten daha fazla hatta sınırları bile aşarak tepe tepe kullanırlar, o ayrı mesele. Sn Başkan, bu hususlara açıklık getirirse iyi olur, yanlış anlaşılmamış da olur. Gönderme Anavatan Türkiye’ye mi, yoksa Güney komşumuza hem dış güçlere mi?  Var oluş Mücadelesi derken 1974 öncesi için mi, sonrası için mi? Ben 1955’lerden beri bu Mücadelede varım, ama içte bizi yok etmeye çalışan görmedim, Türkiye’nin ise varlığımızı sağladığını gördüm, Milletine- Anavatanına sırtını dönüp Güney ile kol kola girerek Kıbrıs sorununu çözmeye çalışanları hesaba katmazsak.

        Bir Sn Vekilimizin Meclis Kürsüsünden, Sn Meclis Başkanına yüksek sesle iki kez ‘ sapla samanı karıştırdın, senin övüne övüne bitiremediğin o Devletin hem Meclisin’ şeklindeki ifadeden ve üsluptan  kimler yıpranır veya faydalanır? Söyleyen mi, muhatabı mı, halkımız mı, Meclisimiz mi?

         Yunan Dışişleri Bakanı Güneyde üst düzey toplantılar yaptı, Kıbrıs konusu ve Avrupa Konseyindeki gelişmeler öncesinde ikili koordinasyon hakkında. Güney tanınan sözde Cumhuriyet ama anası Yunan’ın sözünden çıkmaz. Buna müdahale diyen bir tek Rum yoktur. Geçen gün de Yunan Komünist Partisi başkanı geldi attı tuttu. Bizde hemen başlarlar dünyaya şikayet ederler, Türkiye her şeyimize müdahale eder, Demokrasi yok, insan hakları yok, özgürlüğe susamak, işgalci-istilacı defol,  dış güçlere gizli saklı mektuplar, irademize müdahale vs. gibi feryatlar yükselir protestolarla. Rum-Yunan Kıbrıs meselesinde tek yumruk, biz de iki parça, maalesef.

        BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Kıbrıs’ta insan hakları sorunu bulunduğunu, bunun da bölünmüşlükten kaynaklandığını belirtti. Kıbrıs sorununun 60 yılı aşmasının da, savaşların yaşanmasının da, bölünmüşlükten hem sürmesinden de baş sorumlu BM’dir. Bölünmenin temellerini 4 Mart 1964’te BMGK 186 nolu hukuk dışı kararla atmıştır bayım, şimdi öyle yan gelip haklarını darbecilere işgal ettirdiğiniz Cumhuriyetin ortağı masum Türk tarafını suçlamaktan vaz geçiniz. Resmi bölünme 1975’te Viyana’da BM katılımında tarafların anlaşmasıyla oluşmuştur. Top yekün katliamdan kurtarılan Kıbrıslı Türklerin özgürce güven içinde korkusuz, endişesiz, itilip kakılmadan, insanca, başı dik yaşamını sürdürmesi demek olan bölünmüşlüğün üzerinden geçen yarım asırda kimsenin burnunun kanamaması, çözümün bu şekilde kalıcı olabileceğini gösteren yol haritası olduğudur,  Türklerin kurtuluşunun ve varlığının simgesidir.

          Bölünmüşlük, Türklerin KC  ortaklık haklarının Rumlarca işgal edilip BMGK tarafından işgal ettirilmesiyle başlayan ve günümüze kadar süren Kıbrıs sorununda Türklerin salimen varlığını sürdürebileceği çok önemli bir dönüm noktasıdır. Yarım asırlık bölünmüşlük döneminde BM kısmi birleşme çözüm planlarını kimlerin kabul etmediği ortada. Kıbrıs Türk Halkı olarak Cumhuriyet ortaklığımız zorla elimizden alınıp saldırganlara verilirken ve BM kanalıyla saldırganların egemenliğinde azınlığa itilirken şimdi insan haklarından söz etmeye BM’nin hiç hakkı yoktur. Hiçbir şey olmamış gibi yağ gibi su üstüne çıkmanın da lüzumu yoktur.

          BMGK, Kıbrıs Türk Halkının sadece insan haklarını değil, yaşam haklarının da yok edilmesine yardımcı oldu zemin hazırladı. 60 yıldır haksız cezalarla baskılarla ambargolarla ezilip yok edilmeye çalışılan Türkler bir tarafta, ortak Cumhuriyeti darbelerle ispatlı şahitli yıkan, ancak BM ve AB tarafından mükafatlandırılan saldırganlar diğer tarafta. Ey BM, Kıbrısta 60 yıl 2 aydan beri Adalet teraziniz bozuktur, düzeltin sonra konuşun.

        Gazze için de öyle. Yahu, ne Hastane kaldı, ne bina ne mezarlık. Mezarlıklar bile bombalandı, cesetler etrafa saçıldı. Açlık susuzluk perişanlık, korku, ölüm, sözün bittiği yerdir Gazze. Güya ateş kes kararı aldı BMGK, hep masal. ABD silah yardımını sürdürüyor, ne ateş kesi. İnsanlar alenen katlediliyor vahşice hem de. BMGK kararları mı dediniz, parametreler mi dediniz, hangi BM, Guterres, Cuellar falan? Demiştik, Adalet güçlülerin ipoteğinde, ne derlerse o. 200’e yakın ülke de varsın özgürlükten demokrasiden, insan haklarından eşitlikten bahsetsin, eller göbekte başlar eğik rüya görerek. Adalet Yanky’dir! Bazılarının hala itibar ettiği, sözlerini Tanrı kelamı sandığıdır. Bu savaştan öte savaş, ülkelerin aklını başına toplamasına bulunmaz bir fırsattır aslında. Yeni ve ADALETLİ bir dünya düzeni şarttır. Baksanıza BM Genel Sekreteri ve Kuruluşlarının Başkanları bile şikayetçi, dert yanıyorlar.

          AP başkanı bayan Metsola, bunları size de yazıyorum, zira BMGK’nin adaletsiz taraflı kararına uyarak AB olarak Kıbrıs sorununun bu günlere sarkmasına sebep oldunuz, hem daha da karmaşık hale sokup oldubittileri katmerlediniz, saldırgan darbecileri desteklediniz, hem çözüme takoz koyarak Adaletsizliğin devamını hem suçluların mükafatlandırılmasını sağladınız, çözümden kaçmalarına da sebep oldunuz. Sn Metsola, sözde Tüm Kıbrıs adına Güney Helen yönetiminin haksızca ve şantajla AB’ye alındığını bilmeyen yoktur. Bu haksızlığı kabullenmemizi boşuna beklemeyiniz.

          Kaçtır Güneye uğrarsınız, Kuzeye de Türk Cumhuriyetine de geçiniz, hani tanıdığınız Kıbrıs Cumhuriyetinden kovulan diğer eşit ortağı da dinleyin, tarafsız olun bari, korkmayın insan yemezler. Güneye mahsus özelliklerinden biri de İngiliz bayanları çarşı ortasında arkadan vurmaktır. 15 Temmuz 1974’teki ikinci darbede sözde Cumhurbaşkanı Makarios’un öldürüldüğü ilan edilmişti ya, yerine  atatan işte o cinayetlerin faili Sampson canisiydi bayan, ona göre tedbirli olun. Koskoca ABD Büyükelçisini de vurmuşlardı, bilmende fayda vardır. Aşağıdaki tarihlere dikkat ediniz bayan Metsola, çok şeyler anlatan önemli tarihlerdir. 21 Aralık 1963, 4 Mart 1964, 15 Kasım 1967,  15 Temmuz 1974,  20 Temmuz 1974,  1975 Viyana nüfus mübadelesi, 1986 Ortega Raporu, 24 Nisan 2004 Referandum,  1 Mayıs 2004,  2017 Crans Montana.

         Güneyi ziyaret eden Estonya Cumhurbaşkanı Karis efendi, adanın bölünmüşlüğüne üzülmüş. Ne isterdi acaba, 1974, 15 Temmuzundan sonra adada tek bir Türk kalmayıp ENOSİS olmasını mı arzu ederdi da üzülüyor? EOKA-Yunan Cuntası ikinci darbesinden haberi yok galiba efendinin. Erken ENOSİS için Rumlar bir birlerini yerken bizi hayda hay yutarlardı. Bunu mu isterdi bay Karis. Filistin halkını seyredenler o zaman da bizi seyrederlerdi toplu çukurlara kuyulara atılırken. Yoksa siz de mi Rumların yarım kalan ENOSİS hayalinin tamamlanmasını arzu edersiniz bizi yeniden birleştirmekle? Bölünmüşlük bizim yaşam garantimizdir bay Karis, dersine iyi çalış.