“Sorun insanın bu doğal duygusu ile nasıl dans ettiği noktadadır.

           Öfkesinin kölesi mi yoksa efendisi mi? Köle düşünmeden emri uygular:

          -Kitleleri ayağa kaldır, mantığı uyut ve yok et.

          -Kır, dök, ez ve geç. Sonra enkazının tepesinde oturarak bunu normalleştirmeye çalış.

          Bu noktada öfkenin efendisi olmak gerek. Öfke kölelerinin başımıza açtığı işleri asırlardır yaşıyoruz değil mi?

        Zorlu bir danstır ama mümkündür. Kişinin kendini tanımasında da iyi bir yolculuk vaat eden bir içsel hesaplaşmadır”

     

      Önceki yazımın son paragrafı ile bu günkü sohbetimize başlamak istedim.  Bir haftadan fazladır, öfke duygusu kavramsallaşmış bir biçimde kılıktan kılığa dönüşen halleriyle zihinsel yolculuğuma eşlik etti. Üstelik arada bir duygusal bütünlüğümü de sarstı. Akla karayı karıştırma diyen vicdani sesim de ayrı bir dert. Bereket, sadece psikolojinin değil, pek çok bilim alanının ön planda tuttuğu bir konu ve bilimin ışığı her zaman iyi bir yol göstericidir.

      Felsefe, bu konuyu didiklemiş. Hem de asırlardır. Seneca, Paul Tillich, aynı zamanda matematik bilgini olan filozof Jacop Bronowski, Martin Baber, Psikolog Rollo May ve pek çok araştırmacı ve düşünür için bu konu, insanı anlamak, tanımak açısından eskimeyen bir düşün ve bilim konusudur.

      Öfkenin doğal bir duygu oluşu, içimizden geldiği gibi dışa vurulması anlamına gelmez. Böyle olursa hem zulmeden hem de kurban rolünü giyinmemiz kaçınılmaz olur. Öfkesinin esiri insanları galeyana getirmek ne kolay, farkındasınız. Öne sürülecek piyonlar gibidirler. İlişkiler içinde öfkesinin kölesi olan insanların kırıp döktüğü hayatlara da hiç yabancı değiliz.

      Öfkenin en basit ve en acımasız gösterisi saldırganlıktır. Birileri öfkelenir ve öldürürler, sakat bırakırlar, yakarlar, yıkarlar, insanı insana yok ettirirler. 

      Hastalıklı ruhların kitlelere yönelik yok edici düğmelere basmaları günümüzde hükümranlığını hâlâ sürdürüyor. Kitleler ve bireyler öfke ile girişilen eylemlerin kurbanıdırlar. Değerleri, inançları, dünyaya, doğaya, insana, aşka, evlada ne bileyim insani olan her şeye bakışları ve duyguları vardı ve onlar artık sadece tarihin unutulmuş tozlu sayfalarında ve gündelik gazetelerin alışılmış nahoş sayfalarında.

       Bir de öfkesini bastırarak, içerisine gömerek yaşayanlar var. Kan kusarlar, kızılcık şerbeti içtim derler. Bir de onları düşünelim. Öfkeyi bastırmak ve her şey yolundaymış gibi davranmak, yanardağının aktif hale gelmesine kadar işe yarar. Bastırma, sonunda yıkıcılık olasılığı taşır ve tehlikeli olabilir. Ancak öfkeyi bastırma, bir çeşit “uyum” eşliğinde, kişinin uyanışını da sağlayabilir. Yeter ki kişinin öfkesini tanıma şansı olsun. Yani kendini anlama, önemseme, duygusal analizini ve yaşadığı sosyal duygusal ortamı yorumlama cesareti olsun.

        Bu, kendimize yönelik bir yolculuğun içinde sorunu fark etme ve doğru, ahlaki, yasal çerçevede çözümü için gereklidir.

      Öfke her zaman vardır ve doğal bir duygudur ve kadın erkek çocuk ayırmaz. Ayırt edici nokta bunu anlamak ve idare edebilmektir. Öfkelenen çocuk elindeki oyuncağı, bardağı yere atar veya kırar. Bunu bir yetişkin de yapıyorsa öfke yönetimi ile ilgili sorunları olabilir diye düşünebiliriz. Çocuğun öfkeyi ifade etmesi ile yetişkininki aynı olmamalıdır, değil mi? İrade, etik, ahlak, vicdan gibi değerlerin henüz gerçekleşmediği çocukluk dönemini; toplumsal sistemin aktif görev, hak ve sorumlulukları ile donatılmış bireylerden ayırmak gerek. 

          Bir düşünün, gerçekten efendisi olmayı başardığımızda öfke işe yarar mı?

          İnsanın insana köleliğini bitiren; “insan” olduğunu fark eden kitlelerin öfkesidir. Tarihte bunun sayısız örnekleri vardır. Yakın tarihte de. Unutkanlığın normalleştiği günümüzde bile, geçmişin çığlıklarını duymak mümkündür.

      Dereceye girdiği sınavda, mülakatta elenen gencin yargı yolu ile hakkını arama girişimi de öfkenin eseridir.

      Mesleki kariyeri için sabahlara kadar uykusuz kalan, özel ilişkilerini bozmak uğruna bilim yolculuğunun zorluklarına katlanan kişilerin isyanlarındaki öfkeyi de anlarız. Birileri için birkaç kalem veya tuş hareketi ile diplomalar, akademik ilerlemeler çabucak gerçekleşir ve birkaç gün içinde, yüksek mesleki konumlara yerleşiverirler. Buradaki farkındalık ve öfke, adaletin iyi çalışmasına vesile olmuştur.

         Bu örneklerde, öfkenin efendisi olmayı başaran kişiler vardır. Öfkenin idaresini ele almanın yolu, öfkenin nedenini anlamaktan geçer. Kişi bunu kendini tanıyarak yapabilir. “Öfkelendim de yaptım” demeden önce, duygu bütünlüğümüze bir yolculuk yapıp tekrar dünyaya dönmeyi başarmalıyız. Nedenini, haklılığını veya doğruluğunu anlamak; öfkeyi saldırgan ve yok edici eyleme dökmeye hak kazandık demek değildir. Aksine, öfkelendiren amilleri yönetebilmek, aklı, adaleti çalıştırmak için bu anlayışa ihtiyaç vardır.