İkinci dünya savaşı sonrasında ABD liderliğindeki Batı bloku ve Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu bloku arasında kurulan güçler dengesine dayalı küresel siyaset 1991 yılında bozuldu.

Çoğu stratejistin öngörmediği, dıştan cüsseli ve güçlü görülen büyük bir ağacın içten çürümesi nedeniyle yere serilmesi benzeri bir çöküş yaşayan Sovyetler Birliği’nden geriye onun çekirdek gücü Rusya kaldı.

Ne var ki Rusya ABD liderliğindeki Batı ittifakı ile denge kurabilecek güçte değildi ve artık küresel siyasetin belirleyici gücü ABD olmuştu.

ABD’nin belirleyici güç olduğu bu dönem tek kutuplu olduğundan, ABD ve Batı değerleri dünyaya egemen oldu. Hatta tarihin sonu geldi yorumları yaygın bir inanç olarak, siyasal ve akademik hayata damga vurdu.

Aslında,  denge denilen olgu, karşılıklı güçler gerektirdiğinden, bu durumun uzun sürmeyeceği öngörülebilirdi.

Nitekim 2001 yılında ABD’deki ikiz kulelere yapılan saldırı ile küresel siyaset radikal İslamla tanıştı. Bu tarihten sonra da ABD’nin ve Batı ittifakının karşısına aldığı güç radikal İslam oldu.

Son yirmi yıl ABD’nin ve Batı ittifakının ortaya çıkan bu yeni güçle mücadele stratejileri ile şekillendi.

Tabii, bu yirmi yılda dipten gelen bir dalgayla yükselen Çin’in gücü ilk başta çok fazla farkedilemedi ama özellikle son on yılın ve muhtemelen bundan sonraki on yılların küresel siyaseti ABD’nin Çin’le kuracağı dengelerle şekillenecek.

O nedenle, dünya siyaseti yeniden şekillenirken eski ittifakların bozulacağı, yeni ittifakların kurulacağı yeni bir düzenin şafağındayız.

ABD’nin bilinen en yakın müttefiği olan Avrupa ile ilişkileri bu nedenle sarsıntı geçirmektedir.

Bunun en yakın ve somut örneği, Avrupa Birliği’nin en derin ismi kabul edilen AB Komisyonu Başkanı Ursula Van der Leyen’in, geçtiğimiz hafta Alman Zeit gazetesine verdiği röportajda açıkça görülebilir.

“Bildiğimiz Batı artık kalmadı. Dünya jeopolitik bir küre haline geldi. Dostluk ağlarımız dünyanın dört bir yanına yayılıyor” diyen Von der Leyen yeni bir dünya kurulmakta olduğunu vurguluyor. “Dünya düzeni olarak algıladığımız şey, dünya düzensizliği oluyor” değerlendirmesinde bulunan Von der Leyen, bunu ABD ile Çin arasındaki güç mücadelesine ve Putin’in “emperyalist hırslarına” bağlıyor.

Son yıllarda Avrupa cephesinden yapılan en ilgi çekici ve belki en samimi açıklamalardan biri olan bu röportajı, hem ülkelerine yön veren siyasetçilerin, hem de dünyada ne olup bittiğini anlamak isteyen kanaat önderlerinin iyice okuyup analiz etmesinde yarar var.

Tabii, siyaseti satranç değil de tavla gibi algılayan bu toprakların hakim kasaba siyaseti erbabının böyle konulara ilgi duymasını beklemek ne denli gerçekçidir?

Sorunun cevabı olumsuz olsa da, Kıbrıs’ın geleceğinin bu yeni dengelerle yakından ilgili olduğu şüphesizdir.