Her gün siyasi yöneticilerin çok sayıda konuşması haber yapılıyor…

   Ziyaretlerde, kabullerde konuşmalar, demeçler, basın açıklamaları, röportajlar…

   Bunlar gazetelere, dijital gazetelere, televizyonlara haber de oluyor.

   Medya “konuşmalar” üzerinden gidiyor.

   Konuşmalar, konuşmalar bitmek bilmez konuşmalar…

   Vaatler, cekler, caklar, bir miktar da siyasi rakipleri suçlamalar.

   Onca konuşma içinde çok azı işe yarıyor maalesef.

   Konuşmak zorunda mıdır yöneticiler, siyasi yöneticiler ya da tüm siyasiler?

   Tabii ki konuşmayan siyasi olmaz ama konuştuğunun da bir anlamı, tutarlılığı olmalı, sırf konuşma olsun diye olmamalı.

    Biz gazetecilerde de kabahat var, bir taraftan şikâyet ediyor diğer taraftan da sırf TV programlarımızı dolduralım diye çağırıyor, onları zorla konuşturuyoruz.

   Elbette faydalı olan şeyleri söylemelerini sağlamak lazım da bunu bulabilmek mümkün mü ki?

   Gerçek olmayan birçok şey duyuyoruz her gün.

   Gerçek olmayan ve gerçekleşmeyecek şeyler…

   Yani çok yalan söylüyorlar bize…

   “Yapılacak” denilen birçok şey yapılmıyor, “çözülecek” denilen sorunlar çözülmüyor.

    Hatta “çözdük” dedikleri de bir bakmışsınız çözülmemiş.

    Durmaksızın konuşacaklarına iş yapsalar, halkın sorunlarını çözseler daha iyi olmaz mı?

    Öyle olması gerekiyor ama olmuyor işte.

    Konuşmalardan başlıklar atılıyor, sayfa sayfa haberler veriliyor, hepimiz biliyoruz yalan olduğunu, gerçekleşmeyeceğini ama müjde gibi yer alıyor bu sözler haberlerde.

     Ekonomide, eğitimde, sağlıkta, hemen her şeyde hatta Kıbrıs sorununda bile yığınla yalan söyleniyor bize.

     Olmayacak, hiç gerçekleşmeyecek şeyleri bize bir şey oluyormuş ya da olacakmış yalanıyla sunuyorlar.

     Yalanı bir siyaset becerisi olarak görenler bile var, iyi yalan söyleyebildiği için övünenler olduğunu görüyoruz.

      Ne söyleyen inanıyor bu yalanlara ne de duyan ama bir tiyatro, bir film gibi herkes rolünü oynuyor.

    Herkes rolünü oynayınca ne oluyor peki?

    Tabii ki hepimiz de yalanların bir parçası haline dönüşüyoruz.

    Yalanları duya duya kanıksamaya başlıyoruz, yalanlar da normalleşiyor hayatımızda.

    Yalanla bir yere varılmaz ama ondan vazgeçilemiyor.

    Mesela yeni Girne Hastanesi’nin bitirilmesi ve hizmete açılmasıyla ilgili defalarca tarih verildi ama hiçbir gerçek çıkmadı.

    Engelsiz Yaşam Evi için gelen giden bakanlar tarihler verdi, hiçbiri tutmadı.

    Herhalde en fazla tarih, Ercan Havaalanı’nın yeni terminal binası ve pisti için verilmiştir.

    Birçok sorunuyla birlikte açılmıştır yeni Ercan Havaalanı ama o tarihe kadar defalarca bize yalan söylenmiştir.

     Tutmayan tarihler verilmesini “yalan” değil de “hesap hatası” olarak değerlendirenler de var.

      Hesap hataları çok bu ülkede ve bir anlamda onlar da yalan sayılır.

      Gerçekleşeceğinden emin olmadığın şeylerle ilgili kafadan atmak da bir tür yalandır.

      Söylenen ve gerçekleşmeyen daha neler neler var bu ülkede…

     Yalan söyleyene; “yalan söylüyorsun” diyememek ve bile bile o yalanları dinlemek, o kişilere iyi bir şey söylüyormuş gibi davranmak da bir zafiyet aslında.

     İzin verdiğiniz sürece size gittikçe büyüyen yalanlar uyduracaklar.

     Yalanlar yalanları kovaladıkça bir bakmışsınız ki insanlar yalandan diploma da alır ve yalanlıyla devleti de kullanır.

     Usulsüzce “sahte üniversite diploması” alıyorlar ve barem yükseltmek ya da bedelli askerlikten faydalanmak için devleti kandırıyorlar.

      Yalan, aldatma, kandırma her tarafa sıçramış durumda…

      Yani yalanın sonu yok… O nedenle bizi daha fazla kandırmalarına izin vermemeliyiz, yalana battık…

     Yalan yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, rüşvetin, entrikaların kapısını açıyor.

     Yaratılan yalandan düzenin, yalandan dünyanın bir parçası olmak istemiyorsak, yalanların normalleşmesine izin vermemeliyiz… Bu gidişatın hiç iyi olmadığı apaçık ortada değil mi?