23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun, nice Bayramlara.

Parantez açalım, Yunan takımına elenen Fenerbahçe değil İsmail Kartal’dır, altın tepside sundu maçı. Zırnık faydası olmayan dökülen Tadiç’i 120 dakika sahada tutması, ilk penaltıyı ona teslim edip harcadı, Cengiz berbat, Bonuççi  ile penaltıları harcadılar, seçim yanlış. Fener ancak böyle elenebilirdi,  İsmail başardı. Hava toplarında zayıf, kaleye şut zayıf, rakip kalede topa avantajlı yer tutma hiç olmadı rakip arkasında, orta saha cılız. Rakip uzatmalara oynadı kazandı. Kaleci, 4 müdafaa, İrfan Can iyiydi. Yazık oldu.

          Bu et konusundan artık gına geldi, duyan da zannedecek et yemezsek ölürüz, aslan kaplan gibi illa et da et. Vallahi söyle söyle o günden etten nefret ettim, hele son yemekteki kuş başı dana eti  plastik maşşallah, ikrah ettim. Tartışmalar sürer, CTP hem nala hem mıha, tazıya tut tavşana kaç,  kaçamak güreş, açıkça söyleyiniz kafaları bulandırmadan, etin kilosu 550 TL  mi, aşağı mı yukarı mı  olmalı? Ben sana ne diyeyim koltuk sevdalısı UBP. Bırakmalıydın pandemide, döviz krizinde muhalefet yönetsin da görelim, fırsat verdin kaçmalarına, dibe vurmanın  can kurtaranı oldu, çoktan silinmişti.

          Bu koltuk hırsınız sevdanız Ulusal Davamıza da zarar vermeye devam ediyor, ön görüş yok, itibar güven cılız. İlk seçimde tumba görünüş böyle, haberiniz olsun. Sol çevrelerin Devletimize hükümete, makamlarına saygısı pek kalmadı, Güneydekine itibar arttı, temaslar dayanışmalar ileri boyutta, halktan da meyil var. Tehlike, Rum görüşlerine paralel desteğin hamlelerle pekiştirilmesidir, bunun için büyük gayret gösterilmesidir. AKPA toplantılarına iki parça olarak gitmektense gidilmesin daha iyi  demiştik, buyurun gidin madem.

          Gazze’de insanlık ölmüştür, BMGK beşlinin üçlüsü tarafından öldürülmüştür. Gazze’de yaşananları ifade edebilmek için yeni Alfabe hem yeni sözcük gerekir, sözün bittiği yer budur demek, o yüzden yeni Alfabe yeni sözcükler keşfetmek lazım. Bunun için acilen yeni dünya düzeni kurulması gerek. Ama geriye kalanların aklı başına gelince, zamanı meçhul. Konumuza dönelim.

         Güçlü ülkelerin çıkarları neyi gerektiriyorsa Adalet O’dur. Bunlar başta BMGK beşlisidir,  yetkileri çok , hukuk dışılık, yargısız infaz, insanlık dışı muamele, saldırı, dikta, halkları parçalama bir birine düşürme, savaş çıkarma, adına da dünyayı güya idare etme ayar verme, sıraya koyma denme. Zor kullanma, baskı, vurup kırma sonuçta kendi çıkarlarını elde etme, kendi Adaletini kurma. Sorgulanmaz, herkes biat eder. Onlarca ülkenin sesini çıkarması, karşı çıkmayı aklından bile geçirmesi, gizliden homurdanması söz konusu değil, başına gelecekleri bilir, kimse yardımına koşmaz, yanında kimseyi bulmaz, hatta karşısında bulur.

          Biraz yan çizmeye kalkayım dese, yahut ağaların istemediği başka bir ülkeyle yakınlaşmak istese, yer kafasına topuzu, istediğine isteyeceğine bin pişman ederler, ezer elerler, bir köşede atılı naçar kalır, dış teması bile engellenir. Bu bilindiğinden ağalara hürmette kusur etmemek, bir dediğini iki etmemek, önlerinde el pençe divan durmak, hatta ajanlığını yapmak, ülkenin doğal zenginliklerini de önlerine sermek gerek. O yüzden, büyük ağaların dediği dediktir, otur arap kalk arap, parmağı kaldır indir, yes sör, duymadım görmedim bilmem efendim.

         Dünyada yıllardır bu böyledir, demokrasi, insan hakları, hak hukuk vs, tümü ağaların izin verdiği kadardır, örnekler boldur. Kıbrıs’ta, Orta Doğu’da, Afrika’da, Uzak Doğuda. Kıbırs’ta biz bunları yaşadık yaşıyoruz, bereket Garantör Türkiye’miz vardır da bu zorluklar baskılar bir nebze hafifliyor. Yoksa Orta Doğu’da yıllardır yaşananların beterini yaşayacaktık, işimiz 1963-64’lerde bitmiş olurdu. Türkiye desteğinde 1974’e kadar zorluklara, baskılara, katliamlara dayandık. Rum-Yunan’ın ENOSİS  acelesi, şımarıklığı yanlış hesaplarla Temmuz 1974’te ikinci büyük darbeyi yapmasaydı bu güne kadar durumumuz ne olurdu bilemem, lakin daha kötü olacağı kesin. Yaptıkları en büyük yanlışlıktı, Allah yardım etti kurtulmamıza vesile oldu savaşı yaşasak da.  

         Kurtulduk deriz ama, ağaların pençesinden kurtulamadık, hala bizi cezalı ambargolu tutarlar, başka ülkelerle ilişki içinde olmamıza engel olurlar, Cumhuriyet ortaklığımızı 60 seneden fazladır saldırgan ortağa işgal ettirirler, insanlık dışı muameleye dünyadan izoleli tutarlar, istediklerini yapmamızı, saldırganlara yama olmamızı isterler. Alenen saldırgan darbeci suçluları koruyup kollarlar. Çıkarları, Kıbrıs’ın Güneyinde üsler alıp çöreklenmektir, Orta Doğu’yu kontrol altında tutmaktır, Kıbrıs  ana uçak gemileridir. İşte büyük ağaların çıkarları, çıkarlarına dayalı Adaletin durumu, suçluları koruyup kollamalarında açıkça ortadadır.

         Rumların onca suçları aşikar ortadayken niçin desteklenir dersiniz, veya Aralık 1963’te hem 15 Temmuz 1974’te EOKA-Yunan Cuntası birlikteliğinde Cumhuriyete yapılan darbelerden bu güçlerin haberi ve izni yok muydu sanırsınız, teşvik bile ettiler. Adadaki durumun böyle olmasını onlar çoktan planlamışlardı, tıkır tıkır uyguladılar. Şimdi Rumlar suçlu ama mükafatlı, Türkler masum ama cezalı, Kıbrıs’ta uyguladıkları Adalet budur. Rumlara mükafat sözde Cumhuriyetin tek egemeni, güya tüm devletin sahibi ve yöneticisi, üstelik AB üyesi. Suçları örtülürken aldığı desteklerin yanı sıra ENOSİS’in canlı tutulması, Türklerin de baskı altında cezalı tutulmasıdır, bunun karşılığında ağalara adada üsler vermek ve kapıları ardına kadar açmak, tepe tepe kullanmalarına boyun eğmek.

         Rumlar bu durumlardan memnun, hayallerine devam. Pirince gider zanneder, bilmez evdeki bulgurdan da olacağını. Zamanında Anastasi için de yazdım, Hristodulidis için de yazdım, yazarım, daha geçen Cuma yazıp gönderdim Pazar günü yayınlandı Bağımsız’da. Rumların gördüğü ilgiden çok memnun olduğunu, korunup kollanmasından, bütün ülkelerce güya tanınmasından, Cumhuriyeti tek başına elinde tutmasından, en güçlü ülkelerle ortak tatbikatlar yapmasından, silah ambargosunun kalkmasından, bolca aldığı türlü yardımlardan, güya el üstünde tutulmasından, arkasının sıvazlanmasından, düşmanca baktığı Türklerin sıkıştırılmasından dolayı ağzı kulaklarında olduğunu ama bunun bir bedeli olacağını, adaya üsleriyle yerleşen ağaları gün gele adadan çıkarmak isteyip de  çıkaramayacaklarını, adanın yabancı ülkelerce savaş alanı haline getirileceğini yazdım.

         Bakınız, yazımdan bir gün sonra ağalar adadaki üslerinden jetlerle, füzelerle İran-İsrail savaşına doğrudan katıldılar, Yemen’i de bombalarlar. Geçmişte Irak’ı Suriye’yi, Libya’ya vs bombaladılar, 1967’de, 1973’te İsrail-Arap savaşlarında Arap ülkelerini da. Şimdi Rum başkan  haberimiz yoktur, haber vermediler, bilmezdik dedi. Sıkıştırma olunca Dışişleri bakanı, ‘haaa açtım telefonu da İngiliz Dışişleri bakanına sordum da doğruladı’  dedi. Etekleri tutuştu olası İran füzelerinden. Eeee Vallahi, bir bedeli olabilir, cephe aldı madem karşı cephe de açtı demektir, hedefteymişiz, endişe, korku, tedbir, ne olacaktı ne beklerdin ya efendi Hristodulidis başka? Aha o ENOSİS için tavuk ayağı gibi kısacık boyunuzla her tarafı karıştırırsınız durmadan. Yüz buldunuz mu astar da istersiniz. Sanki az kana buladınız Kıbrıs’ı senelerdir. Durun bakalım BM’ni, AB’ni ne kadar idare edebileceksiniz, danışıklı döğüş yalanlarla, papaz cübbeleriyle, karşılıklı çıkarlarla? Tekerlek gene dönecek.

         Hiç düşünmezler, yahu biz onca yanlış şeyler yaptık hem de aşikar, bu ülkeler niçin bizi kayırır, Türklere de baskı ceza, diye. Yıllarca İsrail’i Filistin’i hem diğer Arap ülkelerini idare ettiler. Filistinli yetkililer, Rumlara kaderimiz ortaktır! dedi kucaklaştılar, ağlaştılar. Halbuki uzaktan yakından ilgisi yoktur, tam tersidir o ayrı mesele. Darbeci saldırganları toplu katliamcıları bir mok sandılar. Aha mal ortada, giden gelen ağalar tepe tepe kullansın, kullanır zaten, ENOSİS gazını vererek. Bir zamanlar ağalara karşı olan AKEL bile dilini yuttu, bizdeki omuzdaş yoldaşları da öyle.

          Çöktüler, oturtuldular ortaklığımızın üzerine diyar diyar gezerler, ora bura şikayet ederler hiç sıkılmadan. AP’daki iki sandalye hakkımıza da kondular, yakında seçim yapacaklar. Çağırırlar gidelim onların listesinden katılalım, yani teslim bayrağını çekelim. Çoktan teslim olanlar gider aday da olur, oy da kullanır. İşte Rumların sonucu bu olan çözüm budur. Sn Talat’ın eseri ‘Çapraz Oylama’sının sonucu da budur, Rum halkı arasına serpilmek, iltihaktır.

         Hiçbir Rum, egemen eşitliğimizi kabul etmez, Garantileri asla istemez diğerlerini saymayım. Yahu biz 1960 Antlaşmalarından daha güvenli daha sağlam bir antlaşma isterken, 3 yıl değil uzun yıllar sürmesi arzusundayken, bu da her iki halkın yararınadır, komşu hafif bir sarsıntıda tepe taklak olacak bir antlaşmanın peşindedir. Deve hendeği atlayana kadar süslü püslü sözlerle bizi ve dünyayı aldatmaya çalışıyor. Garantilerin modası geçmiş, yok AB garantisi vardır, yok ABD, BMGK garantisi vardır vs. Hepsi de fossss. Hepsini hem geçmişte gördük, hem şimdilerde. 1960 Antlaşmasından  memnunduk, bozulsun diye yapmadık. ilk günden itiraz eden hem  ENOSİS’e sıçrama tahtasıdır diyen Rumlardı. Türklere fazla haklar verilmiş, değişmeli dediler. Eee ne kabul ettiler madem. Güvenli, sağlam bir Antlaşma olduğu halde bozdular. Eşit egemenlik, veto hakkımız, Garantiler yoksa pamuk ipliğine bağlı zayıf bir antlaşmayı değil 3 yılda sabahtan öğleye bozarlar, çöpe atarlar. Bu da sonumuz olur. Bizim sol cenah da egemenliğimizi, Vetomuzu, Garantileri istemez. Barış istermiş, da bu şekilde Barış asla olmaz, ENOSİS olur ancak. Asıl Barış, eşit egemenlik, garantiler, iki devlettir. Kimse kimseyi ezmeyecek.

         Referandumun 20.yılı, bizim yes be annemci evetçiler, kutlamaya başladılar etkinliklerle.  Bir gerçek var o da, kendileri açısından fiyaskoyla sonuçlanan Türkiye destekli yüzde 65’lik evet oylarının, dostları AKEL’in son anda attığı kazıkla boşa gittiğidir. Anlamadığım, ders çıkarmayıp hala AKEL’in peşinden koşup kol kola girmeleridir, neyi kutladıklarıdır, Rumların savunduğu tezlere niçin destek vermeleridir. Emperyal ağaların sahte vaatlerine hala neden güvendikleridir, sözlerinden çıkmadıklarıdır, emirlerini Tanrı kelamı sanıp  karanlığa yürümeleridir, Milletine arkalarını dönmeleridir. Rum bakan açıkça eşit egemenliği tek bir Rum bile kabul etmez dediği halde, egemenlik gibi en hayati hususu neden istemedikleridir. Geçmişten ders almayıp Milletini inkar etmeleridir,

         Bir günden bir güne Cumhuriyet ortaklığımızı işgal edenlere ve ettirenlere karşı tek bir söz bile etmediler. Bize uygulanan haksız cezalara izolasyon ambargolara tepki göstermediler. Kıbrıs sorununu yaratanlar apaçık ortadayken  TMT’yi buna ortak etmek çabası içindedirler, sorumluluğu fifty fifty  göstermek isterler. Dikkat ederseniz dünyanın dikkati Orta Doğudaki savaşa ve olası büyük savaş senaryolarına kilitlendiği halde bu kesimler değişik konularla havadan sudan, kaçak güreşmeyle gündem değiştirmekle meşguller, günü gün ederler ne İran ne İsrail, Filistin Gazze, ABD, UK, Fransa, Lübnan, Ürdün, Yemen vs gibi ülkelerin faaliyetlerinden söz etmezler, yorum asla yapmazlar, ne suya ne sabuna. Ne diyecekler, yukarı bıyık aşağıya sakal misali, zor dönemeçteler, iyisi hiç konuşmamak, sinmek.

         Tuhafıma gitti bir gazeteci bayanın  ‘Kayıplar’ la ilgili geçen günkü tekrarlı makalesinde,’ 1963 yılının Aralık ayının son günlerinde başlayan iki toplumlu çatışmalar’ diye söz etmesi beni hayrete düşürdü. ‘Bir yerden bir yere gitmeye çalışan Tür ve Rumlar yollardan alınarak ‘kayıp’ edildi’ sözleri de acaip. Yahu adada yüzde doksan dokuz hatta yüzde yüz, bir yerden başka bir yere giden yolların tümü Rumların kontrolündeydi yıllarca. Neredeyse Kıbrıs sorununu da bütün saldırı ve kayıpları da Türklere yükleyecek. Biraz daha Mağusa’dan kalkan 35 otobüs dolusu ağır silahlarla Mücahit, 30 tane  tankla, 5 tane de hücumbotla Larnaka’ya oradan Limasol’a, oradan da Baf’a saldırdı diyecek. Halbuki yıllarca kale içinden başımızı uzatamadık dışarı Mağusa’dan, hem ablukadaki diğer Türk bölgelerinden, o ayrı mesele.

         Bizim baştakilere kaçtır yazdım, 1963-74 arası kaç Türk kaç Rum katledildi, kaçırıldı kayıp edildi. Taraflar ne zaman kaç yere saldırıldı. Ama oralı olan yok, kimsenin umurunda değil, biz geçmişte olanları yaşadık biliriz diye ağırımıza gider. Bilen bilmeyen aha böyle atar tutar. Size  açıkçası söyleyeyim, bunlarda da iş yok, günü kurtarma, laf kalabalığı. Birlik beraberlik bozuldu, bir taraf Güneye kaydı, her tarafa Türkiye’yi Devletimizi şikayet ederler, Güneyde AP seçimlerine katılım,  Güneyle dayanışma vs. umurlarında değil.

        CTP karşıt görüştür, muhaliftir ancak kendi görüşlerine göre çabaları organizesi, ağız birliği, aralıksız özverili çalışmaları kıskanılacak düzeydedir. Adamlar çalışıyorlar kendilerince. Baştakiler sandalye kavgasından, bir birinin kuyusunu kazmaktan başka bir şey yapmazlar. CTP birlik beraberliğe katılırsa, Milli Davamız yoluna girer, tek ses tek yürek olmamız halinde Kıbrıs’ta hem erken hem adil ve kalıcı çözüm olacağı kanısındayım.

          Bakınız, AB her zamanki gibi suçluları kollamayı sürdürüyor gerçekleri ters yüz ediyor.  AB Liderler zirvesi sonuç bildirisinde, Kıbrıs sorunundan hem çözümsüzlükten Türkiye sorumlu tutuluyor,  Türkiye’nin AB ilişkilerinde takoz olarak kullanılıyor. Bu kadar açık yanlış bir karar yıllardır sürdürülüyor, sonuçta da çözüm olmuyor. Kıbrıs sorununun hem çözümsüzlüğün sorumluları alem aşikar, şahitli ispatlı mühürlü tasdikli Rumlardır ve en ufak bir şüphe de yoktur. Saymakla bitmez. Sorunun, çözümsüzlüğün Türklere mal edilmesi dünyadaki yalanların ve haksızlıkların en büyüğüdür, çözümsüzlüğün da başlıca sebebidir. Ey AB, da biz size nasıl ve neden güvenelim, hele 2004’ten beri yalanlarınız katmerlenirken? 186 nolu  GK kararı yargısız infazdır, hukuk dışıdır, tutarsızdır, gerçeklere aykırıdır, miadı 3 aylıktı geçiciydi, 722 ay oldu, çürüdü koktu, o yüzden habire yenilenir, haksızlığın daniskasıdır. İşte dünyanın diktacılarının Adaleti böyle, masumlar suçlu cezalı, saldırgan darbeci soykırımcılar haklı, maalesef. Karşı sahilde Gazze’de de öyle. NOKTA.