Bazılarınız okumuştur. Tolstoy’un bir öyküsü vardır, “Kral ve Gömlek” adını taşır. Bu öyküde kral hastalanır ve hekimlerin uğraşıları onu iyileştiremeyince, bilge biri der ki “ülkedeki hiçbir derdi bulunmayan, halinden memnun, sağlıklı ve en mutlu insanı bulup gömleğini krala giydirirseniz iyileşecektir”. Bütün arayışlara rağmen, krallığın hiçbir yerinde gerçekten mutlu birisi bulunamaz. Çok zenginler mutsuzdur. Yoksullar mutsuzdur. Sağlıklı ve saygın kişiler mutsuzdur. Nihayetinde dağlık bir bölgede çobanlık yapan bir adamın yaşadığı kulübenin önünden geçen kralın oğlu, içeriden gelen mutluluk ve memnuniyet dolu sesleri duyunca “mutlu insanı” bulduğunu düşünerek kapıyı çalar. Gerçekten de içeride dünyanın en mutlu insanı vardır ama onun da gömleği yoktur.

      Sürekli mutlu olamayacağımızı çocukluğumuzun pembe bulutları kararırken anladık. Ancak sürekli olmasa da onu elimizde tutmak için çoğumuz uğraş vermekteyiz.

      Yüzyıllardır filozoflar mutluluk için düşünüyorlar. Biz sıradan insanlar ise, hedefler belirleyip ulaştığımızda mutlu oluyoruz. Bu elde edişler bazen geçici bazen ise yeni arayışlarla yüklü bir huzursuzluk ile dünyamıza konuk oluyor. Nihayetinde bazılarımız para ile, bazılarımız hırslarının yarattığı ve adına başarı dedikleri “son” çizgisi ile mutluluğu elde ettiklerine inanıyorlar. Bir süreliğine olsa da.

      Duygusal bütünlüğün yaşadığı acılar, psikologların da önemli konusudur.  Ruhsal acılar, huzursuzluklar, endişeler “mutlu” hissetmeyi engeller ve insanı çıkmaza sürükler. Mutlu hissetmek bize gereklidir ve sağlıklı olmanın da şartlarından biridir.

      Bir şekilde, bilim insanın mutlu olma yollarını aramaktadır ve bunun için sadece duygusal ruhsal yapımız değil; biyolojik, zihinsel bütünlüğümüz de incelenmektedir.  Belki de savaşlar, felaketler, sahtekarlıklar, eşit olmayan gelir dağılımı, artan hastalıklar, insanın insana zulmü…aklımıza geldiğinde bazılarımız bu arayışı boşa kürek sallamak olarak görecektir. Ancak unutmamalıyız ki, insanın her zaman yeniden başlamak seçeneği vardır ve bu son nefese kadar devam eder. En zor anımızda, her şeyin bittiğini düşündüğümüz noktada yaşama devam etmek ve onca acıdan sonra mutluluğun habercisi olan gerçek gülümsemeyi yakalamak mümkündür. Viktor Frankl, her şeyin bittiğini düşündüğümüz o umutsuz noktada bile yaşama, yaşamaya dair bir anlam ve yapılacakların olduğunu hatırlatır. Bunu başardığımızda mutluluk, değer ve anlam içinde yaşamak mümkün olur.

       Frankl’ı takip edersek o hep aradığımız huzura da kavuşur muyuz?

      Ya da yıllar önce konuştuğumuz sükûnet kavramının mutluluğumuz ile bir ilişkisi var mı? Sükûnet varsa örseleyici çatışma, depresif çöküntü, anksiyete bozuklukları kapımızdan kolayca giremez. Uykularımız bozulmaz, endişelerimiz ve korkularımız bizi ele geçiremez. Bir an için sonsuz huzurun ve mutluluğun iç dünyanıza yerleştiğini düşünün. Nasıl hissediyorsunuz?

      Yani en başta konuştuğumuz gibi arada bir kapımızı çalan mutluluk yeterli değil. Hele ki ödenen bedel ağır olduğunda, ona mutluluk demeden önce belki biraz düşünmeliyiz. Bu anlamda, sükûnet kavramını hedefler arasına koyabiliriz, değil mi? Bunu başardığımız zaman sanırım kendimizi anlamamız ve neye ihtiyaç duyduğumuz konusunda da bilgimiz olacaktır. Düşünün ki milyonlarca insan bunu bilmeden yaşıyor. Bir kısır döngü içinde “daha çok” bir şeyler elde etmeye çalışıyor. Ama para kasanız ne kadar büyük olursa olsun, onu kucaklayıp huzurlu bir uykuya dalamazsınız.

İnsanların haklarını, canlarını gasp etmeyi, “işin gereği” gibi gören kişilerin sükûnet içinde olma ihtimali var mı? Başarı veya güç için önüne çıkan engelleri yok etmenin mübah olduğunu düşünen kişiler veya ideolojiler için vicdan, ahlâk, eşitlik gibi değerler gündemde olabilir mi?

      Bizler bu kötücül eğilimlerin yokluğunda, arzularımızın, tutkularımızın, sevdalarımızın, kendimize, başka insanlara ve dünyamıza bağlı değerlerimizin eşliğinde yaşamayı umut eden iyi insanlarız.     

      Sükûnet mutluluğun kapısı ise yanında vicdan, adalet gibi insanın eşit ve eşdeğer olduğunu anımsatan değerlerin de olması zorunludur.