Öncelikle belirtmek isterim ki; siyasi parti muhalefetinin neskafe içerken attığı tweetle sınırlı olduğu günümüzde gerçek ve etkili muhalefeti sadece sendikalar yapabilmektedir.
   Siyasi iktidarın başta kamu çalışanı ve ekonomik unsurlara yönelik eşel mobilin kaldırılması, maaş kesintisi yoluyla halkın fakirleştirilmesi ve ilave vergilerle esnafın perişan edilmesi yönündeki girişimleri karşısında en önemli engel hiç kuşkusuz özgül ağırlığı ile sendikalar olmuştur.

   Sırf bu açıdan toplum sendikalara sahip çıkmalıdır. Ancak ve de ancak sendikalar meşru zeminden uzaklaştıkları anda toplumsal desteği yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
   Hepimiz merhum efsane sanatçı Cem Karaca’nın şu şarkı sözlerini hatırlarız.

 “Kavganın haklı olanı erkek dişi bilmiyor. Bütün halk birlik olmazsa kavga haklı olmuyor.”
   Karaca, bu sözler ile verilecek kavganın başarıya ulaşabilmesi için meşru zeminin yani halkın desteğinin şart olduğunun altını çizmektedir.
   Kişisel ve zümresel çıkarları korumak adı altında halkı mağdur ederek kendinize siper ederseniz neticede kamu desteğini yitirir ve kavgayı sürdürme kabiliyetini kaybedersiniz.
   Sendikaların meşru zemini yitirdiği en canlı örnek EL-SEN’in akamete uğrayan eylemleridir. İhale yasasında yapılmaya çalışılan değişikliğe karşı durarak haklı bir zeminde mücadeleye başlayan EL-SEN halkı mağdur ederek baskı gücünü artırma yanılgısına düştüğü anda toplumsal tepkiyle karşılaşmış ve polis gücüyle Teknecik’e yapılan müdahaleyi seyretme zorunda kalarak eylemlere son vermek durumunda kalmıştır.
   Sendikaların maalesef meşru zeminden uzaklaştığı ve bir nevi kabak tadı verdikleri en son eylem öğrencileri mağdur edip strese sokmak yoluyla eğitimde sürdürdükleri grevlerdir.  
   Öncelikle grevler ile ilgili yöneltmek istediğim soru, Avrupalılık dendiği zaman mangalda kül bakmayan sendika yetkilileri Avrupa ülkelerinde öğrencileri mağdur edip eğitimi akamete uğratma suretiyle kaç gün grev yapabilirler? Bu durum aynı zamanda sağlık için de geçerlidir.
   Yapılan grevlerin meşruiyetini tehlikeye sokan en önemli konu, Bakanın çağrısına rağmen Öğretmenler (Değişiklik) Yasası’na neden karşı olunduğunun net olarak ifade edilmemesidir.
   Eğitim Bakanı yasada nelerin değişeceğini madde madde net olarak toplumla paylaşmıştır. Buna göre en fazla dikkati çeken husus rehberlik hocaları da dahil daha adil bir ders yükü dağılımı yapılmaya çalışılması ve ders yükünün haftalık 2-3 saat artırılmasıdır.  
   Ders yükü de dahil sendikalar değişime karşı duruş sergilerken bir maddeye karşı gösterdikleri direnç ne üzücüdür ki sendikaların eğitim kalitesiyle gaileleri olmadığını göstermektedir.
   Sendikaların “Alan ve Branşları ile ilgili hizmet içi eğitimlere çağrılan öğretmenler, bu eğitimlere katılmakla yükümlüdür” şeklindeki yasal değişikliğe karşı olduklarına inanmak istemiyorum.
   Çağdaş eğitimin zirvesinde olan İskandinav ülkelerinde başta Finlandiya olmak üzere hizmet içi eğitim çağdaş eğitimin olmazsa olmazı olarak görülmekte ve kurumsal, sistematik ve hatta bilgi ve deneyim paylaşımı için interaktif olarak sürdürülmek yükümlülüğü bulunmaktadır.
   Özetle sendikalar gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin sorumluluğunda olan altyapı ve teknik eksiklikleri bahane göstererek her türlü değişikliğe karşı çıkmakta ve neticede kendilerinin de sık sık şikâyet ettikleri statükoya sarılmaktadırlar.
   Sonuç olarak, sendikalar altyapı ve teknik eksiklikler konusunda haklı olmakla beraber kişisel ve zümresel çıkar ve rahatlıklarını olumsuz etkileyecek her türlü iyileştirmeye karşı çıkmaları ve her seferinde öğrenciyi mağdur ederek eğitimi akamete uğratmaları artık kabak tadı vermeye başlamış ve aynen EL-SEN gibi kendi varlıklarını tehlikeye sokar duruma gelmişlerdir. Üstüne üstlük, ilk ve orta eğitimde genelleme yapmamakla beraber öğretmenlerin psikolojik baskı kullanarak öğrencilerini özel ders ve dershanelere yönelterek yarattıkları rant düzenine sendikaların kayıtsız kalmaları da meşruiyetleri açısından kaygı verici bir olgudur.