Geçen hafta kaldırdığımız toz bulutları içinde boğulur, yarattığımız gürültü patırtıdan sağırlaşır ve birbirimize “seni yerim” diyerek gösterdiğimiz dişlerimizi çatır çatır kırarken… Aradan sadece tek bir akıllı ses işitildi onu da canlarını çıkartmak için birbirlerinin gırtlaklarına yapışarak canhıraş feryatlar kopartanlar işitmedi!       

    Ki öteden beridir kendimizi dünyanın odağı zanneder, sabahtan akşama akşamdan sabaha biri birlerimize ya ince ayar vermek yada nasihatta bulunmak için cart curt ederken, zaten sağır kulaklara anlatacağımız ne olabilir ki o “ses” de işitilmedi.

   SÖZ KONUSU sesin sahibi Kıbrıs Türk Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesi   Alp Cengiz Alp’tı.. Kakafoniye dönüşmüş bağırmalar çağırmalar arasına sıkışmış olsa da sesi Pavarotti’nin aryası kadar gürdü!  

    ÇOK kısaca söylediğiyse şuydu:

   “Başkanlık sistemine geçmeliyiz…”                                                              

    Bu kadar basit yalın ve mantıklı... Ki sorun bugünlerin değil yılların sorunudur.. Üstelik artık kalkınmış ve demokratik ülkelerde bile fasarya üzerine yeni fasaryalar eklemekten öte işlevi olmayan “parlamenter sistemler

” yönetsel bunalımlar yaratmaktan icraat yapamıyorlar, tıkanmış sorunların yarattığı rejim bunalımları ile sürekli seçim, sürekli hükümet değişiklikleri ile zaman öldürüyorlar!

***                        

  

   BİZE DÖNÜYORUM: Namı diğer KKTC’ye.. Dünyanın en  özgür ve demokratik ülkelerinin çoğunun da üzerinde  çalışanın, emekçinin, işçinin  hak ve  hukukunu korumaya yönelik  “sendikalarla sendikacılığımız” ayni zamanda tanınmamış devletimizin medarı iftiharı kuruluşlarından olmalıdır.

    Kİ BU ÜLKEDE de  vakti zamanında “aş iş para” sağlamak, insanca yaşamak uğruna aylarca grevler devam ederdi..       

    Mağduriyete uğrayan kesimler homurdanır, uzayıp giden grevlere tepkilerini koyarlardı ama “inatlaşarak, restleşerek, birbirlerinden nefret ederek değil!” Dolayısıyla birbirlerinin maddi manevi çıkarlarına zarar  vermekten de  kaçınırlardı.     

***

   ARTIK toplumda sadece “sendikal faaliyetlerde” değil öteki örgütlü kuruluşlarda da görüldüğünce  “zümresel çıkarlar toplumsal çıkarlarla” bütünleşme fırsatı bulamıyorlar.!                                                                             

    BU nedenle sendikalar çoğu zaman yalnızlığa düşüyor,  halk desteğinden yoksun kalıyorlar!  Dolayısıyla ne amaçlarını anlatabiliyorlar ne de haklarının hakkını alabiliyorlar! Dolayısıyla kendi bireysellikleri içinde  savunmasız kalıyorlar.

   NİTEKİM Öğretmenlerin son grevi de söz konusu desteksizliğin yalnızlığında kaldı! Uzayıp gittikçe de sadece eğitim öğrenim yönünden  değil, “sendikal işlev” yönünden de kınanmalara neden oldu..

    BUNDAN sonra artık öğrencilerin eğitim öğrenim kayıplarının nasıl telafi edilebilineceğinin de bilinmediği gerçeklerde toplumca kayıplar hanemize bir yenisini daha eklediğimiz muhakkaktır!.. 

                                                                                             

***   

    VE GELELİM DEVLETÇİLİĞE: Her halde “liderlik dönemlerinin” monopolist ve baskıcı rejimlerinden kalma olumsuz tepkilerindendir… Hâlâ “devletçilik” eli sopalı yada kırbaçlı liderlerin halkın anasını ağlatan yönetimleri olarak görülürler.

    OYSA çok iyi anlamamış olsak da öne çıkmış ülkelerin hemen tümünün de başlarındaki liderleri ile kabul görmeleri bir rastlantı değildir…                                                                                                            

    Çok da uzatmadan yazayım: Mesela geçmişte denediğimizce seçilmiş Cumhurbaşkanlarımız ve toplum kademelerindeki “liderlerimizle”  kaimdik.

    Çok partili Parlamenter sisteme geçtik ama bu kez de “liderlik” kurulumunu yozlaştırarak memleketi mesela tek bir “parti Başkanının” istifa etmesiyle bile seçmeni erken seçime sürükleyecek bir siyasi zafiyet ve “yanlış” yarattık! 

    ÜSTELİK krizi çözmek için inisiyatif yüklenecek ne yetkili ve sorumlu bir “seçilmiş”  ne de atanmış “ilgili” çıktı! Çünkü “alternatiflerin” hemen hepsini de parlamenter sistem ahkâmlarında harcadık! Harcadık ki o zaman da tek bir milletvekili koltuğu için   binlerce seçmeni bir kez daha oy sandıklarının yollarına düşürdük!.. “Düşürmemek” için ise “parlamenter sistemi aşacak”  tek bir alternatif şans kapısı, tek bir  yeni sistem bulamadık!.. 

    KISACA diyorum: :Dünyada taklit edeceğimiz yığınla örneği vardır..  “Başkanlık sistemine” geçmeli,  denemeliyiz…                                                                                   

***

    KISACA TAKILDIĞIM: (TC’DEKİ SEÇİM SONUÇLARI) TC’deki seçim öncesi kampanyalar sırasında ilgili tek bir yorumum olmadı. “Bana ne TC’deki seçimden” düşüncesine dayanan ilgisizliğimden dolayı değil! TC’deki siyasi partiler ötesi oluşumdan dolayı da değil...                                                                   

   KALDI ki eğer KKTC’nin gerçekten TC’deki seçimle direkt ilgisi olsaydı zaten medyamız, kamuoyumuz, aramızdaki TC’lilerle birlikte “taraf olacak” kadar da nedenlerimiz vardı… BUNA karşın “bravo” denecek bir tutumda gerek muhalif ve muvafık medya gerek Sağdaki ve Soldaki medya ile STÖ’leri hatta ilgili “siyasiler” bile, TC’deki seçimlere fiskelik taraf olma gösteri ve propagandalarına girişmediler!

    BU tutumuz anavatan Türkiye siyasası karşısında  öteden beri geliveren “tarafsızlığımızın” yeni bir göstergesi oldu.. Ki bizim dönemimizde (1950’lar sonrasından söz ediyorum)  Kıbrıs Türk toplumu hep İsmet İnönü’lü yani “CHP”li olduydu! Atatürk’ün dava ve mücadele arkadaşı  olarak bildikleri “milli şefe” bağlılıklarımız nesillerden nesillere taşındıydı..

   TABİ şimdilerde aramızda TC kökenliler de var ama bizim için Türkiye ne Erdoğan’ın ne Kılıçdaroğlu’nundur! Atatürk’ün kurtardığı ülkedir ve anavatanımızdır. 

    BU DURUM vaziyetlere karşın  ben yine de bir tık’lık farkla “Erdoğan’a yaslanırım.. Neme lazım cesur siyasetçidir Türkiye’yi de ayağa kaldıran liderdir.. Doğrusu seçimleri kazandığına memnun oldum… Kıbrıs Türk halkına hayırlı olsun Rum-Yunan ikilisinin de gözü aydın!