İnsanın hayatı ve hayat içerisinde ilişki içerisinde olduğu “şey”leri anlamlandırması ve bu “şey”lere bir değer vermesine Varoluşçuluk felsefesi açısından yaklaşıldığında insanın eylem içerisinde olduğu görülmektedir.   

   Sartre’a göre insan dünyaya belli bir amaç ve değer yargısıyla gelmez, insan yaşam içerisinde kendisini ve değer yargılarını yaratır.

   İnsanın çevresindekileri değerlendirmesi, onlara değer atfetmesi de onun eylemlilik hâlini ortaya koymaktadır. Buradan yola çıktığımızda insanların tarih boyunca kedilere de farklı açılardan yaklaştığı dikkat çekmektedir. Kedilerin değeri kültürel açıdan da değişiklik göstermektedir.

    Öyle ki medeniyetin merkezi durumunda olan Antik Mısır’da kediler kutsallaştırılmış ve birçok Tanrıça ile ilişkilendirilmiştir.

    Bu duruma daha derin bir gözle baktığımızda Mısır mitolojisinde kedilerin önemli bir yerde durduğu gözlemlenmektedir. Bu mitolojide kediler genellikle Aşk ve Bereket Tanrıçası olan Bastet ile ilişkilendirilmiştir. Bastet’in sembolü bile bir kedi başıdır. Kedilerin Bastet ile ilişkilendirilmesi onların kutsal bir önem kazanmasını ve tapınaklarda korunmasını sağlamıştır.

    Antik Mısır’da kraliçeler ve soylular da kedilere büyük bir değer atfetmiştir. Soylular ve kraliçeler resimlerde ve heykellerde kedilerle birlikte betimlenmiştir. Öte yandan kediler Antik Mısır’da evlerde güvenlik ve bereketin bir simgesi haline gelmiştir.

    Kutsallığın olduğu yerde tahmin edilebileceği gibi koruma amaçlı yasaklar da söz konusu olmaktadır. Bu nedenle Antik Mısır’da kedilere yanlışlıkla bile zarar verilmesi durumunda o eylemi gerçekleştiren kişi cezalandırılmıştır.

    Kediler Orta Çağ’da Antik Mısır’dakinden farklı bir anlam taşımıştır. Orta Çağ’da Avrupa’da kediler cadılarla birlikte düşünülmüş ve onların arkadaşı olarak değerlendirilmiştir. Birçok kültürde kedilerin mistik ve sihirli özellikleri olduğuna inanılmaktadır. Kedilerin bağımsız hayvanlar olması da onların kutsallık yönü bağlamında düşünülebilir.

   Günümüzde ise kediler kimi zaman sokaklarda yaşayan, ötekileştirilmiş kimi zaman ise evlerde yaşayan ve bağımsız tavırlarıyla farklı bir kişiliği yansıtan canlılar olarak düşünülmektedir.

   Dil, kültür ve değer yargıları birbirilerinden ayrılamayan unsurlardır. Birçok kültürde kedilere farklı bir anlam yüklemesi şiirlerde de kedilerin kendine yer bulmasını beraberinde getirmiştir.

Şiirde kedilerin yeri

 

   İnsan türü, daha önce de vurgulandığı gibi kedilere tarih boyunca değer vermiştir. İnançlar ve bu inançlardan yola çıkılarak oluşturulan değer yargıları o toplumların kültürel altyapısını da yansıtmaktadır.

   Belli bir kültür içerisinde yetişen şairler de kedilere imgesel bakış açısıyla yaklaşmaktadır.

   Şiir yolculuğunda olan şairler, kendi estetik dünyalarını oluşturarak üretimde bulunmaktadır. Kimi şairler imgeli, kapalı bir söyleyişi tercih ederken, kimi şairler yaşam içerisindeki basitliği farklı şekilde işleyebilir. Bu nedenle soyut bir şiir özelliğine sahip olan şair ile yalın bir anlamı tercih eden şairin kedileri işleyişi de farklılık göstermektedir.

       

“Su başında durmuşuz,

çınarla ben.

Suda suretimiz çıkıyor,

çınarla benim.

Suyun şavkı vuruyor bize,

çınarla bana.

 

Su başında durmuşuz,

çınarla ben, bir de kedi.

Suda suretimiz çıkıyor,

çınarla benim, bir de kedinin.

Suyun şavkı vuruyor bize,

çınarla bana, bir de kediye.

 

Su başında durmuşuz,

çınar, ben, kedi, bir de güneş.

Suda suretimiz çıkıyor,

çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.

Suyun şavkı vuruyor bize,

çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

 

Su başında durmuşuz,

çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.

Suda suretimiz çıkıyor,

çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.

Suyun şavkı vuruyor bize,

çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze .

 

Su başında durmuşuz.

Önce kedi gidecek,

kaybolacak suda sureti.

Sonra ben gideceğim,

kaybolacak suda suretim.

Sonra çınar gidecek,

kaybolacak suda sureti.

Sonra su gidecek

güneş kalacak;

sonra o da gidecek…

 

Su başında durmuşuz.

Su serin,

Çınar ulu,

Ben şiir yazıyorum.

Kedi uyukluyor

Güneş sıcak.

Çok şükür yaşıyoruz.

Suyun şavkı vuruyor bize

Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze…”

 

   Nâzım Hikmet’in önemli şiirlerinden birisi olan ve biçimsel olarak da farklılık yaratan yukarıdaki Masallar Masalı şiirinde kediye temel unsur olarak yer verilmiştir.

   Yaşamın çeşitli  boyutlarının ele alındığı bu şiirde şair, çınar ağacının bulunduğu bir su başında durarak suda oluşan yansımasına bakarak şiir kurma yoluna gitmektedir. Şairin suda ilk gördüğü çınar ağacıyla kendisinin yüzüdür. Şiir geliştikçe metne giren kişiler de çoğalırken, şair çınar ağacının yanı sıra bir kedinin, yanında durduğuna işaret etmektedir. Şair su başında dururken yanında çınar ve kedi vardır ve suda önce bu üçlünün yansımaları görülmektedir.

   Şair, şiirde çınar, kendisi ve kedinin ardından güneş ile ömrüne de yer vermektedir. Şair, şiirin son bölümünde ise hayatın geçiciliğini şu dizelerle anlatmaktadır:

 

“Su başında durmuşuz.

Önce kedi gidecek,

kaybolacak suda sureti.

Sonra ben gideceğim,

kaybolacak suda suretim.

Sonra çınar gidecek,

kaybolacak suda sureti.

Sonra su gidecek

güneş kalacak;

sonra o da gidecek…”

 

   Bu dizelere bakıldığında önce kedinin gidecek olması, kedilerin bağımsız bir karaktere sahip olduğu değer yargısının bir dışavurumudur.

“Kedi kadının yanındaydı,

Kadın gecenin yanındaydı.

 

Kedi gitti geceye değdi,

Karardı,

Döndü kadına değdi.

 

Bir kadın portresi belirdi;

Elinde siyah bir gül vardı,

Kucağında kırmızı bir kedi.”

   Özdemir Asaf’ın yukarıda verilen “Tablo” şiirinde kedi imgesel bir anlatımla kendine varlık alanı bulmaktadır. Türk(çe) şiirinde ilginç buluşlarıyla bilinen Özdemir Asaf, bu şiirinde kedi, kadın ve gece üçgeninde alışılmışın dışında bir atmosfer yaratmıştır.

   Şiire baktığımızda ilk olarak bir kedinin kadının yanında, kadının da gecenin yanında durduğu görülmektedir. Kedi, şiirin devamında gidip geceye değmekte ve kararmaktadır. Kedilerin okşanmaktan ve kendini sevdirmekten hoşlanması gözlemini akla getirdiğimizde kedinin kendini geceye de sevdirme isteğinde olduğu yorumuna varılabileceğini düşünüyorum.

   Geceye değmesiyle kararan kedi, daha sonra kadına da değmektedir. Bu değişin ardından ortaya çıkan kadın portresinde ise elinde siyah bir gül, kucağında da kırmızı bir kedi tutan bir kadın görülmektedir. Burada geceye değen kedi ile gülün renkleri arasında bir değişime gidildiği dikkat çekmektedir. Genelde portrelerde kadınlar ellerinde kırmızı bir gül taşırken kedinin kararmış rengi güle geçmiş, kedi de gülün kırmızı rengini almıştır.

   Görüldüğü gibi bu şiirde de kediye imgesel bakışla yaklaşılmıştır.

“Uyuşamayız seninle yollarımız ayrı;

Sen ciğercinin kedisi ben sokak kedisi;

Senin yiyeceğin kalaylı kapta;

Benimki aslan ağzında;

Sen aşk rüyaları görürsün, ben kemik

Ama seninki de kolay değil, kardeşim;

Kolay değil hani;

Böyle kuyruk sallamak tanrının günü.”

 

   Türk(çe) şiirinde bir devrim yaratan Garip akımının en önemli öncüsü olan Orhan Veli’nin yukarıda verilen “Ciğercinin Kedisi” şiiri toplumsal eleştiriyi ironik bir şekilde işlemektedir.

   Şair burada yoksul halk ile zengin kesimi kediler üzerinden karşılaştırmaktadır. Şiirde rüyasında kemik gören bir sokak kedisi ile aşk gören bir ciğercinin kedisine yer verilerek zıtlık oluşturulmuştur.

   Şair, anlatıcı olarak sokak kedisini seçmiştir. Sokak kedisi, şiirde, ciğercinin kedisine seslenerek onunla uyuşamayacaklarını çünkü onun yiyeceğinin kalaylı kapta kendisinin aslan ağzında olduğunu ifade etmektedir. Sokak kedisi aç olduğu için rüyasında kemik görürken, ciğercinin kedisi ise aşk rüyası görmektedir. Sokak kedisi temkinli, insanları iyi gözlemleyen ve onurlu bir şekilde yansıtılırken; ciğercinin kedisi ise kuyruk sallayarak ödül kazanan bir kişilik olarak sunulmaktadır.

   Garip akımı, gündelik yaşamı, halka, halkın diliyle anlatmayı amaçlamıştır. Şiire bu açıdan yaklaştığımızda şairin bu sanat anlayışından yola çıkarak bir kedi imgesi oluşturduğu söylenebilir.