Rutin ve toplumsal travmamız haline geldi; Kendimizi batmak üzere olan bir gemide çırpınan, sağa sola koşuşan, yerlere düşüp ayaklar altında çiğnenirken çığlık çığlığa bağıran bir gemi dolusu yolculara benzetiyoruz.      

Büyük ülkelerde bir ulusal bayramın anca kalabalığı olabilecek kadar nüfusa sahip bir toplum oluşumuza karşın koyuverdiğimiz feryatlar arşıalaya yükselirken, sanırsınız ki dünyanın sonu geldi de can havliyle ve son çırpınışta, sağa sola koşuşturup son bir kez sevdiklerimiz, eşlerimiz dostlarımızla vedalaşmak üzerine salya sümük feryatlar kopartıyoruz!.

OYSA YALAN! Yok öyle bir şey!

Ne Kıbrıslı Türkler yok olmakla karşı karşıyadırlar ne “mahvolmak üzeredirler!” Ne “açtırlar ne bilaç!” Ne “yoksuldurlar ne biçare..” Hatta “evsiz barksız da değiller, okulsuz hastahanesiz de..”

BUNLARA karşın ama en büyük şikâyetlerimizden biridir artık arabalarımız için yeterli olmadığından trafikte tıkanan yollarımız!

VE çok canımız sıkılmaktadır üreticinin ya beleş elinden alınan Allahın domatesi ile hıyarına manavda ödediğimiz dayanılmaz paha!.

Artan akaryakıt fiyatlarına, gaza! Ete süte, hellime verdiğimiz paraya…                          

Kazıklandığımızı sandığımızdan çok ama çok sinirliyiz! “Kalmadı artık bu ülkede denetim” feryatlarında!

“Of Anam offf” diyor yurttaş Mehmet ağa! Evde evladı ayan var..  Giysiden ayakkabıya habire ister buba!..Battık anam battık!... 

HAYIR KKTC sendromundan söz etmiyorum.. Genelde hayatın günlük rutininde toplumu oluşturan orta halli insanların yaşadıkları hayattan söz ediyorum. Ki çoğunluğumuzca hepimiz o aileler bünyelerinde ana babalarımızın koltuk altlarında yetiştik, öylesi rutin bir devinimle de yetişmeye devam ediyoruz…

TABİ ki “vatan” bildiğimiz bu topraklar için savaştık da.. Ha! Kaybedenlerimiz ölenlerimiz de oldu.. Kazananlarımız olduğunca..

VE devlet olduk. Ki işte şimdi de devlet olduğumuz bu adada “var olmaya” çalışıyoruz.. Ama nasıl?

HATIRLARIZ: KKTC’nin ilk kuruluş yıllarında çok sancılıydık.. Çünkü “cemaat oluştan toplum oluşa, oradan da “Devlet” iddiasına sarılı bağımsız ve egemen bir siyasi yapılaşmaya evriliyorduk..                                      “Cemaat değil bir “ulusal topluluk” olduğumuzu bu nedenle “bağımsızlık ve egemenlik” hakkımızda “devlet” olmamız gerektiğinin idrakinde o günlerdeki önderimiz Denktaş’ın rehberliğinde KKTC’yi kuruyor ve ilk kez dünyada Türkiye Cumhuriyetinden sonra Kıbrıs’ta bir Türk Devletinin doğumunu kutluyorduk…”

İŞTE şimdilerde bütün derdimiz ve gailemiz de bu “devleti” artık o erken doğumu nedeniyle kapattığımız cam kavanozundan çıkartıp gerçek bir dünya devleti yapmak üzerine yoğunlaşıyor ama becerdiğimizi söylemek de mümkün olmuyor..                                                                                                                                              

GEÇTİĞİMİZ Pazartesi Cumhuriyet Meclisimiz yeni yasama yılının açılışını yaptı. Orada Siyasi parti liderlerimiz de KKTC ‘nin gidişatı ile ilgili görüşlerini ortaya koydulardı.. Sn. Başbakan’ın, parti liderlerinin eleştirileri öngörüleri vardı. Onları söylediler onları ortaya koydular.. Mesela Sn. Başbakan diyordu ki Meclis kürsüsünden, “daha bu yaptıklarımız nedir ki. Yeni projelere de imza atacağız…” “(Şaşıp kaldımdı neydi yapılanlar diye!..)

MUHALEFET liderleri ise icraatları eleştirirlerken mesela Sn.  Erhürman çok ciddi ve vahim bir haber verdi: “Kıbrıs Türkleri dedi yok olmayla karşı karşıyadırlar!...”

Kİ HATIRLAYIN: geçmişte bu partinin militanları “halkların kardeşliğinden” de söz ediyorlardı ama kafadarları “AKEL” yanlılarını bile ikna edip bu “kardeşliği “adadaki Kuzey Güney, Türk Rum devletleri” arasında barışçı bir çözüme imza atabilecekleri yakınlaşmaların oluşumlarına hazırlayamadılardı! Çünkü inandıkları o bolşevik Rumlar “sahtekârdı!” Ne EOKA’cılardan vardı farkları ne fanatik Rum liderlerinden.. Hepsi de bir makastan çıkmış Samson, Yorgacis, Grivas ruhlu Türk düşmanı militarist Rumlardı! Adanın tüm egemenliğine taliptiler.. Türklere ise biçtikleri kefenleriydi!

ARADAN yıllar geçti.. Siyasi sorun bir böyle bir şöyle devam ediyor. Buna karşın bir farkı da gözden kaçırmamak gerekir. Eğer adada kaybettiklerini yeniden kazanmak siyasetlerinde bukalemun gibi kılıktan kılığa giren Rum liderliği ile Yunanistan’ın Kıbrıs üzerine kurguladıkları pis politikaları da olmasa “iki bölgeli iki toplumlu siyasi eşitliğe dayanan çözüm” aklın ve mantığın en ileri aşaması olacak..

ŞİMDİ Rum liderliğinden beklediğimiz işte bu akıl ve mantıktır.