1974 Barış Harekâtı da Güney’den Kuzey’e göç etmemiz de adadaki varoluş hareketimiz olarak ne kadar meşru ve kaçnılmazsaydı…                             

Adını yine bizim koyduğumuz sonrası “ganimet dönemi” de bugünlerde bile hâlâ eleştirdiğimiz türlü çeşitli falsolarıyla bir o kadar yanlıştı! 
Yarım asır öncesi o tarihi günleri  artık ne sorgulayabilecek durumdayız ne de yargılayabilecek!                                 

Çünkü artık  aramızda ne saldıran öldüren bizi kentlerimizden topraklarımızdan kısaca yurdumuzdan kovup göçmen durumuna düşüren ne bir EOKA vardır  ne de  Rum topluluğu…                                     

Tutun ki  yıllar önce olan olduydu:  Adanın Kuzey Güney olarak ikiye ayrılmasının sonuçta Türk Rum iki ayrı “yönetim” haline gelmemizin  de sorumluları olan Rumlar bizim adımıza da çözümün esasını oluşturacak iki bölgeliliği bizzat yarattılardı!
FAKAT işte bu tarihi gerçeğin üzerinde inşa edilen ve bugünlere kadar gelirken hâlâ her iki tarafın da üzerinde mutabakata varamadıkları “iki bölgeli iki Devletli siyasi tanınmışlık” olayı, “AB’nin ve BM’lerin de Rum-Yunan ikilisinden yana tavır koyması sonucunda bugüne kadar siyasi çözüm aşamasına gelinemedii. Ve ne oldu? 
Rum’un Kuzey’de, Türk’ün Güney’de kalan mülkleri sorunu bir türlü “mahsuplaşma” aşamasına getirilemedi.. Ve gitgide üstü örtülerek unutulmuşlukla görmezlikten gelinen sorun “olağan  düzenlere” dönüştü! 
NREYE KADAR? Kuzey’deki Türk Devletinin hâlâ “Rum malı” olarak ifade edilen topraklarının üçüncü ülke insanlarına satılmaya başlanmasına kadar!
SADECE “dikkat” ama. Olay çözüm olmadan, iki bölgenin mülkiyetleriyle ilgili mahsuplaşmaya gidilmeden bazı Rum topraklarının üçüncü ülke insanlarına satılmaya başlanmasına kadar vardırılta hem Rum hem de Türk tarafında bir ayılmayla birlikte etki tepkiler de başladı!                  

Rum tarafı Kuzey’deki mülklerinin özellikle tuıristik yörelerdekilerin  Ruslarla  Yahudilere satılmalarını şiddetle ptotesto ederek karşı çıktı! .. Çünkü satılan topraklar olası çözümde aidiyetlerine geçmesi gereken turizm yönünden değerli  topraklardı..      
İKİNCİSİ Kuzey’de 3. Ülke insanlarına satılan bu değerli ve turistik araziler.. mesela İskele Bahçeler gibi yörelerde daha şimdiden sitelere dönüştülerdi.
NİTEKİM Rus, Yahudi gibi 3. Ülke insanları sürekli “Rumdan kalan bu değerli toprakları satın alıyorlar yeni siteler turistik tesisler inşaatlarıyla adeta yeni kentler oluşturuyorlar.. Ki bir gün çözüm olduğunda Rum sahipleri kimlerle nasıl muhatap olacklarının bile içinden çıkamayacaklar!
TABİ Kİ hukukçu değilim. Fakat çözüm olmadan ayni zamanda Türk Rum mülklerinin mahsuplaşmasını da gerçekleştirecek çalışmalar ve kesin kararlar alınmadan adadaki toprakların “Allahın takdiri yada lütfu kabilinden” sadece  “bazı kişilerin” babadan anadan tapulu mallıymışçasına emirlerine amade kılınması yağma Hasan’ın böreği gibi de satılmaları doğrusu bizim de kabul edebileceğimiz bir “ulusal turizm faaliyeti” olamazdı! 
VE EKLEYİM: bu GELİŞMELER OLURKEN Rumlarla görüşmekten kaçınmak yada Rum tarafının bizimle görüşmekten kaçınması olayına değinmek isterim.

Ne olursa olsun ne onlara ne bize ne de Kıbrıs adasının siyasi beklentilerine kârdır. Zaman kaybıdır.                               

Kuzey üzerindeki haklarımızı koruyarak en azından toplumlararası sorunları Rum tarafı ile görüşmek zorundayız. Adadaki Türk Rum halklarının harekât öncesinde bile görülmedik bir yoğunlukta ticari ilişkilerde bulundukları birbirlerinin bölgelerine yine görülmedik şekilde ziyaret ettikleri gerçeklerde yaratılacak “iki komşu görüşmeleri” tutun ki  çözümü bile sağlayacak başın sonu olabilir.. 
FAKAT tam bu bu olumlu düşünceler gelişirken KKTC’deki Rumun sahibi olduğu turistik yöreleri babamızdan miras kalmış gibi hem de “kişiler” tarafından satılması kullanılmaları, üzerlerinde ekonomik spekülasyonlara varacak “alım satım” işleriyle yabancılara satılmaları çözümsüz ve tanınmamış KKTC’de yaratılan yeni bir sorun daha oldu!    
DENECEK Kİ “kim korkar hain kurttan!” Bir zamanlar İsrailin Yahudisi de  Filistin topraklarını ufaktan ufaktan satın alarak başladıydı yatırımlarına. Ardından da Filistin’in üzerine yattıydı ki şimdi de Gazze! 
HER ne kadar arkamızda dağ gibi Türkiye varsa da usulet ve suhuletle çözülecek sorunlarımızı öylesi savaş meydanlarına taşımadan çözmek her halde daha akıllıca olacaktır.. 
SON SÖZ: Kuzey’de bir avuç türk topluluğuyuz. Eğer ayaklarımızın bastığı ekip  biçtiğimiz toprakları da başlarsak 3. Ülke insanlarına satmaya, en büyük ekonomik beklentimiz olan turizmi olumsuz etkileyecek toprak satışlarını da sokarsak araya bir gün ayaklarımızı kaybederiz sonrasında Kuzey Kıbrıs’ı da!