Nerdeyse unutmuş olacağız. Oysa: Daha güneş doğdu doğacak analarımız evlerimizin kapı önlerini süpürmekle başlarlardı güne. Toprak yollar süpürülür yaz mevsimiyse eğer tozlar kalkmasın diye yollara sular serpiştirilirdi…

   O yıllarda okul çantalarımız annelerimizin kaput bezinden diktiği kumaşlardandı. Çantaların bazılarını boynumuza asar bazılarını ellerimizde tutardık. Anamızın kapıdan çıkarken aceleyle elimize tutuşturduğu üzerine margarin sürülmüş kabira (kızartılmış) ekmek dilimini dişleye dişleye okul yolunu tutardık…

   Arada bir ne hikmettir bilinmez yaz kış akan burnumuzu sesli sesli çeker rengârenk yün fanilalarımızın yenlerine silerekten ayaklarımıza dolanan küçük taşlara futbol topu gibi vura şutlaya bir adım ötede dediğimiz okulumuzun yolunu tutardık…

    HAYIR o yılların özlemini duymuyorum. Fukaralık vardı, meşakkat vardı, yokluk vardı! Artı İngiliz sömürge idaresinin baskısı ve Rum’un bitmeyen enosis hülyası gene vardı…

   RUM toplumunun kendine göre “ideali” de vardı ama “Enosis!” Kilise papazlarının doğurup besleyip büyüttükleri adanın Yunanistan’a ilhakını öngören bu mücadele safhalarını çok kolay atlatamadık ki hâlâ devamda!

***

   GEÇEN hafta yüreklerimizi dağlayan TC’deki menfur terör eylemini, şehit olan askerlerimizin haberlerini izlerken içimden söyleniyordum: “Biz Kıbrıs’ta bu ve benzeri badirelerden de geçtikti… Ki şimdi düşünüyorum da çok ucuza atlattık diyorum!”  

   VE şimdi de hâlâ o yıllardaki gibi yazıyorum:

   BU adadaki varoluşumuzu eğer bugün Kıbrıs Türk Devleti olarak tarihe kazınmış olmamızı sadece askeri tedbirler ve mücadelelerle başarmadık…

   Kıbrıs’ta en az Rum toplumu kadar hakkımız hukukumuz olduğu inancını kendimize mefkûre yaptık… Bunda bugün ölümünün yıldönümünde rahmet ve sevgiyle bir kez andığımız rahmetlik Dr. Fazıl Küçük’ün ve geçen hafta 12. ölüm yıldönümü nedeniyle rahmet ve minnetle andığımız liderimiz rahmetlik Denktaş’ın kanla tere batan çalışma ve inançlarının da çok büyük katkıları oldu…

   VE yeri geldi yine yazayım:  

   ÇOK İYİ HATIRLARIM: Bu liderlerimiz Kıbrıs Türk Devletini kurarlarken “dünyada ilk kez TC dışında bir Türk Devleti doğuyor” söylemlerimin nakaratlarında sevincimden havalara fırlıyordum… Dünyada ilk kez anavatan Türkiye dışında bir Türk devleti doğuyordu. Ne demekti bu: Dünyada iki Türk devleti…

***

   BUGÜN İŞTE bu “Devleti” beğenmeyenler vardır!. “Kimsenin tanımadığı devlet mi olurmuş” diyerek nanik çekip alay edenler vardır? Ki oluştuğunda da “Denktaş’ın devleti” diyorlardı…

   BUNA karşılık Güney’deki komşunun tüm ada egemenliğine yönelik “enosis” mücadelesine hayran bazı hasta ruhlar, aynı zamanda Türk halkını bu Rum’un kucağına oturmasını teşvik ederlerken, Türkiye’nin değil, Rum’un şemsiyesi altında toplanmaya davet etmektedirler… Bu adada neden Rum toplumu ile “federal bir sistem” içinde “birleşik Kıbrıs’ın oluşturulamadığına kızıyorlar!

   ANCAK! “Devletler” hamaset laflarıyla değil, topraklarına akıtılan terlerle kanlarıyla yeşerirler. Emekle büyürler.

   OYSA bizi TC’nin küfe küfe akıttığı paraları, nüfusumuzdan daha fazlası güvencemiz olan askeri, kendi devlet varlığını tehlikeye sokarken bizi yedi düvele karşı koruması bile tatmin etmiyor!

   NE denizlerin altına döşediği borularla akıttığı suyu ne şimdilerde yanı sıra sağlayacağı elektrik akımı! Ne güvencemiz olan Kuzey’deki askeri…

   Ya ne istiyor aramızdaki bazı ağalar paşalar? “Kıbrıs Kıbrıslılarınsa Rum toplumu ile birleşmeyi!”

   Neyse, bunu da geçiyorum ve soruyorum:

***

   NE YAPIYORUZ KUZEYİ? Desek ki “yatırım ve ekonomik kazanım” diyerek açtığımız üniversitelere öğrenci kaydetmek telaşında üçüncü ülke insanlarını, gençlerini sürekli aramıza sokuşturarak ülkeyi kozmopolit bir yapıya dönüştürüyoruz…

   Artık nüfusumuz kadar nüfusları ile olanca Afrika ülkelerinin öğrencilerini aramıza yığıyor, “turizme” sığınarak ülkenin ekilip biçilecek en mümbit topraklarını apartmanlarla dolduruyoruz… 

   Gitgide artan sayılarıyla nüfusumuz kadar nüfusa ulaşmakta olan yabancı ailelerin rehabilitelerini nasıl gerçekleştireceğimizi bilemediğimizce yeni yeni gailelerin içinde boğuluyoruz da bir daha soralım.

   İLLE de böyle bir yapısallığa gelişmeye mi ijtiyacımız vardı? Ki bakın şu memleketin haline: “Ekmek su gibi uyuşturucu satılıyor!

   VE işte o büyük sorun: Bu uyuşturucu piyasasında at koşturanların bazıları bu ülke üniversitelerinde yüksek tahsillerini yapmaya gelen gencecik insanlardır. Öğrenciler yani!                                                                      

***

   BÜYÜK SORUN: Emniyet güçlerimiz ellerinden geleni yapıyorlar, buna inanıyoruz. Fakat gitgide şebekeler haline gelerek kim bilir hangi kaynakları kimleri nasıl devreye sokuyorlar? Ki artık bu ülkede aradığınız ilacı bulamazsınız ama varsa ihtiyacınız yeter ki isteyin, uyuşturucu şip şak emrinize amade olmakta!..

   ASIL korkunç olanı ise şudur: Gitgide Uyuşturucunun da sigara gibi “ihtiyaçtan tiryakilikten kaynaklı bir meta hanine getirilmesi!.”

   Hatta içicilere hayıflanarak hak veriyorlar: “Ne yapsın zavallılar alışmışlar bir kere” diyorlar…

   “Dediler miydi de böylesi haklılıklara sarılı savunmalarda tüm kötülükler meşru hale geliyorlar!. Olacak iş değil!

***

   BUGÜN YENİ bir haftaya başlıyoruz. KKTC “eti ile budu ne ola ki” dediğimize nazire çapını aşan illegal olaylarının arasında boğuluyor ki bir süre sonra “yok mu durduracak” diye feryatlar kopacak… Ki bir başka tehlike de Afrika’nın olanca siyahilerinin adaya dökülmesi! Yok öğrencilik vasıflarıyla değil. Uyuşturucu ticaretlerinden ötesi illegal olaylara kadar olagelen kanunsuzluklarıyla…

***

   YENİ bir haftaya yeni konularla başlamak isterdim… İrademizin dışındaki olayların tursağı durumuna gelinmiş… Siz onları değil onlar sizi bizi güdüyorlar… Bunları da yazalım dedik!