1950’ler.. İngiliz sömürge devri.. Yaklaşırken böylesi yeni yıllar henüz elektriğin bile sadece bazı evlerde olduğu,  sokaklarının bir yarısı toprak, evleri mertekli Mağusa Surlar içinde  insanları bir telaş basardı: Hindili yeni yıl kutlamaları hazırlıklarımın telaşı! 

   Kİ aylar önce başlardı bu hazırlıklar.. Önce bir avucu bile doldurmayan “bibi” dediğimiz hindi yavrularından satın alınır yeni yıl sofraları için evlerin toprak avlularında hiç eksik olmayan tavuk kümeslerinde beslenirlerdi.. Ta ki yeni yıl gelene dek.. 
    O günün arifesi de geldi geldi miydi bir telaş basardı  insanlara. Hindi bir  gün önceden kesilir, ütülenirdi.. Yeni yıl ziyafetlerine  an kala özenle  ve türlü baharatlarla çam fıstığı ve  kuru üzümden  oluşturulan pirinçli pilav harcı karnına doldurulup dikilirdi.

   Yeni yıla girilecek günün ilk ışıkları “günaydınlarrr” dercesine başlarken güneşle birlikte  doğmaya, koca koca tepsiler içine konmuş hindiler Mağusa’daki “Ermeni karısının” içten yanmalı fırınına taşınır öğle üzeri de alınıp evlere geitirilirlerdi.
    NAR gibi kızarmış koca hindi akşam sofraları için tel kafesler içinde dinlendirilmeye alınırlardı.. Ve akşam oldu mu sofralar kurulur masanın ortasına getirilen hindi özenle parçalara ayrılarak herkeslerin sevdiği yerlerden almasına fırsat verilerek uzatılan tabaklara konurlardı…
    Bazen on hatta yirmi kişiyi aşkın sofralardaki yemekler tabaklara aktarılırken asla unutulmayan “golifa” da büyük bir tencerede yemek sonrası çerezlik olarak bir kenarda bekletilmeye alınırdı.. 

    O GÜNLER DE GÜZELDİ: Elektrik yoktu. Davetler akşama alınmışsa “Luks” yakılırdı.. Yada “dört mumluk dediğimiz petrol lambaları..” 
    FUKARALIK vardı ama gönüller zengindi. Şarkılar türkülerle başlardı ziyafetler.. Sofralarda  ya Keo’nun ya Hacı Pavlo’nun şarapları ile konyakları olurdu..Çoğu zaman da biz çocuklar  ileride başlayacak meyhaneli günlerimize üç beş yudumluk tadımlarla ilk merhabayı çekerdik!  
    VE SAATLER gece yarısı 12’yi vururken Mağusa limanına sığmayıp dışında demirleyen yük vapurları kulakları sağır eden “borularını” öttürmeye başlarlarken, nehirler gibi akan   sofralardaki insanların  neşeleri gülmekle ağlamak arasında ve akan yaşlarla arşı alâya yükselirdi.. 
    Fukara hayatlar yılda bir kez sevincin ve sevginin tadını yalarlarken ne dün kalırdı akıllarda ne yarın.. 
    HEY gidi “yeni yıllar heyyy! Zaten geçip gideceklerdi de “vallahi onlar da geçip gittiler!” Geriye kaldı hatıraları!                    
    Kİ EN ÇOK söylediğimiz şarkılar “bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin” diye başlayıp “dönülmez akşamın ufkundayız’la devam edenleriydi.. “Makber”  eksik olmazdı..
    Üstelik sözünü ettiğim o 1940’lar sonrası “tangoların konfetiler gibi havalarda uçuştuğu yıllardı.. “Ayrılık” vardı dillerden düşürmediğimiz.. Yada “Sevdim bir genç kadını…”
    VE HENÜZ aile mefhumunun en kutsal duygularda yaşanıp yaşatıldığı yıllardı..
    Kısaca İnsanların hayatları  duygularının değil, toplumsal kanun ve nizamların tayin ettiği bir geleneksel düzen içinde geçerdi.. 
    BİR devrelerde biraz da İngiliz sömürge idaresinin  topluma yamadığı için  naturamızı da oluşturan “huyları” övecek oldumdu da bir gazeteci refikim “ağamız İngiliz hayranıdır” falan dediydi.. Öyle değildi ama olsa ne yazardı! İyi ve yararlı olanın kime ne zararı olabilirdi ki iyiliğinden gayrı…
    KISA kesip sadede geleyim. Bugün onca laflamayı “yeni yılınızı” kutlamak için yaptımdı.. Kutlu olsun.. Sağlık afiyetler dilerim... 2024 de buluşmak üzere…