1974 den hemen sonra bir yandan Güneyden Kuzeye taşınır, öte yandan Rum’un bıraktığı mülkleri göç edenlere hakçasına paylaştırma telaşında çırpınır ve toplum olarak yeniden organize hale gelecek “devlet düzenini” oluşturmaya çalışırken elbette büyüklü küçüklü yanlışlar yapılacaktı. Ki her kafadan bir ses çıkarken galiba tek “doğrumuz” mevcut “Kıbrıs Türk Yönetimi”  erkimizi çok deforme etmeden “devletin çekirdeğini” oluşturacak “Kuzey Kıbrıs Türk Yönetimine” evirmemiz olduydu.. 
    Bu konuda hukukçularımızla TC’deki Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültelerinden mezun olan o günkü gençlerin büyük çabalarını yadsımamak gerekir...
    ÇÜNKÜ karşımızda “her yönden o kadar küçüksünüz ki biz sizi yedirir içirir, giydirir kuşatır, gerekirse kuş sütü ile besleriz”  diyen bir Türkiye bürokrasisi ile entel gevezeleri  vardı ki “portakal değil mi portakal onu bile size biz temin edebiliriz” diyebiliyorlardı!.
    HAKSIZ da değillerdi! Çünkü “ada dedikleri bu ülkede en uzak mesafelere bile  bir saatte varılabilirken günlerce bir vapurun ambarını anca dolduran  yiyecek içeceklerle yetinebilirdik.. Kısaca Kuzey’e göç eden Türk halkı masrafsız ve sorunsuz bir topluluktu. Ve 1974’ün o hayhuyu arasında bizi değer yargılarının terazilerinde tartanlar için “ineğin boynuzundaki sinek kadar ağırlığımız, çekilecek kahrımız, baş ağrıtacak sorunlarımız olamazdı..    
    NE VAR Kİ BU SAV TUTMADI! Çünkü “devletin büyüğü küçüğü değil, nüfusunun çokluğu azlığı da değil..İyi organize olmuş “devlet” gibi olması gerekir.. 
    Bunu sağlayacak olan da “oluşturulan kurumlarının sağlığı ve verimliliği” olacaktı ki artık adı “KKTC” olan bu devlet de devlet gibi olsundu… 
    BAŞARDIĞIMIZI söyleyemem.. Türkiye’ye duyduğumuz güvenle şişirdiğimiz “devlet” balonumuzu sık sık patlatarak sonuçta “eğer TC’ye bu kadar muhtacı dide durumuna gelecekseydik neden BM’lerce kabul edilen  halkların kendi kaderlerini tayin hakkımızı kullanarak Türkiye’ye bağlanmadık” diyecek duruma da geldik, yeniden Kıbrıs Cumhuriyetine dönüşü de düşündük tabı bazı koşullar ve yeni maddelerle. İki ayrı bölge esasının da mutlak değişmezliğinde...
    O YILLARDA bu olasılıkları değil,  benim de kıyasıya savunduğumca  “dünyada ilk kez TC dışında bir Türk Devleti de Kıbrıs’ta doğuyor” yargısına sığdırılan bugünkü statütümüzü teşkil edecek edecek siyasi olguyu savunuyorduk.

   DURUM bugün de farklı değil. Hâlâ siyasi çözümü Kuzey’de kabul görecek bir Türk devleti ile yeniden saptanacak siyasi statüde görmeye devam ediyoruz..     DOĞRUSU az biraz da olsa   Siyasi yönden uluslararası camia ve örgütlerde kabul gören bir devletimiz   vardır ama o da hâlâ  “Kıbrıs Cumhuriyetinin ve ötedeki Türkiye’nin yüzü suyu hürmetine gerçekleşmektedir..  
    O ZAMAN   “Kuzey’deki Türk devleti neyin nesidir diye “müzmin bir “devletçi” olarak mevcut siyasi yapıyı  ben de sorgularken hâlâ sorduklarıma uygun cevapları bulamadım! 
    Kİ rahmetlik Denktaş da ölürken hâlâ sayıklıyordu: “Söylesinler bize” diyordu. “Bu adada kuş muyuz yoksa deve kuşu muyuz?”                                 

Muradı KKTC’nin devlet olarak siyasi ve dünyasal statüsünün  kabulüydü.. Olmadı rahmetlinin gözleri açık gitti..                        ÇOK YAZILDI ÇOK SÖYLENDİ: Neler? Yukarıda yazdıklarım.. Bizi tanıyacak üç dört devlet ayarlayamadık. Azerbaycan bile yan yan kaçtı! Buna karşılık Sn. Cumhurbaşkanımız Tatar kendinden beklenmeyen müthiş bir eforla KKTC gerçeğini savunup taşıyarak sesimiz soluğumuz oluyor ama hepsi o kadar! 
    Ki içte biz bile karar veremedik: “”Kuş muyuz yoksa deve kuşu muyuz?” 
Kİ Halâ ne diyor Rum lider Hristodulidis: Gelin Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı altına girin. Birleşik Kıbrıs’ı yeniden ihya edelim!  

(Ya biz ne diyoruz? “İki devlet esasında iki bölgeli çözüm.
    Ne biri gerçekleşecek gibi ne öteki umut verici! Tüm umudumuz Akdeniz çanağındaki korkunç Gazze savaşlarının  ardından oluşacak yeni siyasi dengelerde ve tabi artık TC ile birlikte yerimizi  nasıl ve hangi statüde alacğımızedır.. 
    BU saatten sonra “Güney’le çatışacak halimiz yok (onun da bizimle) sorunu usulet ve suhuletle masaya bir kez daha yatırarak “mülkler mübadelelerini de kapsamına alacak yeni bir siyasi statü oluşturmayı mesela dediğimizce deneyebiliriz…
    YOK başıma taş düşmedi! “Çetinel’e  ne oldu yoksa o da mı Güney’le müzakerelere başlanmasında yarar görüyor” diyenler     olacaktır da pekala sizce başka ne olacaktır sorusuna verilecek bir cevabınız var mıdır?    
    HATTA Ankara’nın bile.. 
    Eğer Türkiye’nin bir vilayeti olmayacaksak.. Eğer Kuzey’de sittin sene daha tanınmış devlet de olmayacaksak. Dolayısıyla daha çok uzun süre ne VM’lerin AB’nin üyesi de olamayacaksak..

NE olacağız pekala? “Mücadeleye devam mı” diyorsunuz.. O “mücadelenin” çoktan fıcırığı çıktı ki Kıbrıs’ta Güney’dekinin bir ayağı Kuzey’de Kuzey’dekinin bir ayağı Güneydedir! .
YUKARIDAKİ yazım elbette benden beklenen değildir! Kıyasıya “adada ayrı devlet oluşu” savunuyorum ama ötede yaşanan ete kemiğe bürünmüş asıl gerçek Kuzey ve Güney yakalarındaki Türk Rum halklarının  sürüp giden siyasi çözüm pazarlıklarını aşarak birbirlerinin çarşı pazarlarından kıyasıya alıveriş eden, gezip tozan iki komşu durumuna geldikleridir.. 
YANİ artık Kıbrıs siyasi sorununa 1974’ün gözlükleri ile bakamayız. Ne onlar ne de biz! 
BU konuya önümüzdeki günlerde yeniden değineceğim çünkü “çözümsüzlük nedenyle adada kaybeden tek unsur Türk halkıdır!