Türkiye’deki genel seçim kampanyalarının siyasi partiler arasındaki son raundunu televizyondan izlerken başım döndüydü. Uzun yıllardır böyle (heyecanlı değil) ateşli ve kıran kırana bir seçim kampanyası izlemediydim.                             

   OYSA beni çok da ilgilendirmiyordu çünkü o kampanyalarda asıl işitip görmek istediğim seçime katılan siyasi partilerin Kıbrıs siyasi sorununa nasıl yaklaştıklarıyla, politikalarının ne olduğunu öğrenmekti. Bu nedenle:

    BİR KEZ DAHA ANLADIM: Artık Türkiye için bir genel seçim kampanyasında bile Kıbrıs siyasi sorunu tüm partilerce kabul görmüş ulusal dava niteliğini kaybetmeden dolayısıyla seçim propagandalarında harcattırılıp rekabet unsuru haline getirilmeden, neyse iktidar için kabul görmüş politika,  muhalefet için de odur..   

   NİTEKİM seçime katılan siyasi parti başkan ve adaylarından hiçbiri ne “Biz Kıbrıs sorununu iki günde bitiririz” dediler  ne de Ankara’nın bildik ulusal politikası dışına çıktılar. Hatta T.C. ile Yunanistan arasında yarattığı siyasi krizleri bile propaganda unsurları olarak kullanmadılar. “Biz iktidar olursak bu sorunları çözeceğiz” de demediler.  Çok kısaca Kıbrıs Sorunu’na dokunmadılar!..

   DOĞRUSU “Belki Kıbrıs siyasi sorunundan da söz ederler” beklentilerime karşın seçim kampanyası boyunca ve izlediğim kadarıyla anladım ki artık Ankara için seçim kampanyalarına sokuşturulacak bir Kıbrıs siyasi sorunu yoktur.                          

Fakat gerçek şu ki “Vardır!” Belki istismarını önlemek, ulusal dava niteliğini bozmamak için seçim kampanyalarının dişlileri arasına sokuşturulup çiğnettirilmiyor ama çözümsüzlüğünün yarattığı tüm sıkıntıları ile devam ettiği de bir gerçek… En görünürde olanı da T.C.-Yunanistan ilişkilerini “çok olumsuz” etkilemekte olduğudur!      

***

   OYSA: Doğu Akdeniz’de, Ege’de her iki ülkenin de hem istikrara hem sosyoekonomik yönden daha çok büyümeye gelişmeye ihtiyaçları vardır..                                                                           

   BU gerçeğe karşın mevcut politikaların geneline bakıyoruz ve görüyoruz ki  Kıbrıs siyasi sorunu çözüme ulaşmadan Türkiye’nin dünya siyasi   platformları ile Doğu Akdeniz’deki konumu ile savunma sanayiinde bölgedeki ülkesel  üstünlüğünü kabul ettirmesi  hiç kolay olmayacak.

   KEZA sosyoekonomik kalkınmasını bölgede “yeni Türkiye” politikaları haline getirmesi, mihver ülke olarak kabul görmesi de kısa sürede mümkün olmayacaktır.

   Nitekim çoktandır artık AB üyesi olması gerekirken kökeninde Kıbrıs siyasi sorunundan ve şimdilerde artık Doğu Akdeniz’i, adaları da kapsayan yeni sorunların bulunduğu ve bunlarla  sarmalandığı gerçeklerde en büyük dezavantajı “siyasi yalnızlığıdır.” Şöyle ki hâlâ bölgede kendinden başka dostu yoktur!  

   HER NE KADAR büyük başarı gibi gözüken “Türkçe Konuşan Devletler Topluluğu’na”  etkinliğince katılması, KKTC’nin  de bu toplulukta gözlemci üye olarak  kabul görmesi gibi bir  siyasi gelişimin öne çıkan  üye ülkesi  olmuşsa da devamı çok yavaş ilerlemektedir..  

   ÜSTELİK bu konuda büyük umutlara kapılmak da mümkün değildir. Avrupa Birliği ülkeleriyle bölge ülkelerinin destekleri olmadan Türklük dünyası olarak rüştünü kabul ettirmek de çokluk   mümkün görülmemektedir!..                                                                 

   Kİ söz konusu bu ülkeler bir yandan da Kuzey Kıbrıs’ı ve adadaki Türk halkını Türkiye’nin himaye ve emrindeki bir parçası olarak görüyorlar.                                                                     

   Dolayısıyla mevcut politikalarıyla T.C.’yi muhatap olarak alırlarken adadaki özgürlük ve egemenlik hakkının hakkındaki KKTC gözden kaçırılmakta kısaca asıl sorunları Türkiye olmaktadır!          

   BU NEDENLE:          TABİİ Kİ T.C.’deki seçim sonrasında da KKTC ve bölgede büyük değişimler olmayacaktır. Yukarıda bütün söylemek istediğimiz de buydu…

***

KISACA TAKILDIĞIM: (ÇOCUKLARIMIZI İYİ YETİŞTİRDİĞİMİZE İNANIYOR MUYUZ?)    

   Pazar gün  “Anneler Günü’ydü.” Bir günlük gazetemiz ilk bakışta “ilgisi ne” dedirtircesine ve mertek kadar harflerle “Eyvah” sözcüğünü yazarak daha küçük puntolarla da “Eyvah’ın” açılımını şöyle yaptıydı:

   “HER ay bin dolayında çocuk, bin 400 dolayında yetişkin psikolojik tedavi için Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesi’ne başvuruyor.”                                                                          

   Haberin altına da mertek kadar harflerle tek bir kelime eklediydi: “Eyvah!”

   BİR “eyvah” da ben çekiyorum. Çünkü gerçekten de çocuklarımızı iyi yetiştiremiyoruz. Bizzat tanığı olduğum için yazıyorum. Şöyle ki önce çocuklarımızı sevgi sellerimiz içinde boğuyor sonra da kurtarma çareleri arıyoruz.

   Doğaldır ki her ana baba için çocuğu “dünyalar güzeli ve değerlisidir…” “Bir tanedir eşi yoktur…” “Öyle akıllıdır ki henüz yürümeden konuşmaya, yürüdü müydü şarkılar türküler söylemeye başlar…”  “Okula başladığında zaten leb demeden leblebiyi anlar, daha ilkokulu bitirir ki bir öğretmen kadar bilir, gene de bir dershaneden ötekine, bir öğretmeden diğerine hoplaya zıplaya gidip gelerek özel dersler alır  ve bir bilseniz ‘Benim çocuğum ne kadar bilir ne çok bilir.’”    

   DERKEN İŞTE SONUÇ. Çocukluğunun bile keyfini çıkaramadan derslerden derslere, okullardan okullara koşturtulan ve sonuçta “koşu atları” benzetmesine nazire at gibi yetiştirilen küçük beyinlerin bu çok ağır yükü kaldırmaları elbette beklenemez.

   Kİ olayın bir başka yanı da geçmişleri başarılı olamayan bazı velilerin çocuklarının başarıları üzerinden sağlamaya çalıştıkları tatmindir.

***

   NE OLURSA OLSUN: İnsan elbet evladının takdir gören başarıları ile sevinmek gurur duymak ister. Ne var ki kantarın topuzunu da kaçırmamak gerekir!

   OLAYIN bir yanı budur. Diğer yanı ise daha vahimdir.                     

   Zor yaşam koşulları altında yetişmeye çalışan fakir fukara çocuklarının “psikolojik bunalım” geçirme hakları bile yoktur, hatta ana babaları ne olduğunu da bilmezler ki “Dayak cennetten çıktı” düsturu ile hareket ederler.

   VE ÇOCUKLAR dayak yiyerek büyürler. Siz dövülmenin, acı duymanın da tiryakisi olunacağını bilir misiniz? “Cezalandırmak” için “dayak” bu ülkede hâlâ geçerli bir terbiye yöntemidir. Ve alışkanlığın tiryakiliğidir.

   Kısaca: Eğitimde “başarı ve başarısızlık” çok düşünülmeli, olumlu ve olumsuz etkileri didik didik edilmelidir.