Şiirin özgün bir yapı kazanması, aynı dönemde yazılan diğer şiirlerden farklı bir dünya sunmasının altında şairin bireysel özellikleri, başka bir deyişle donanımı yatmaktadır.
Şairin, çocukluğundan bugüne kadar yaşadığı serüvenler, çatışmalar; gözlemlediği olay ve durumlar; kendini gerçekleştirme ihtiyacını gidermek adına attığı tüm adımlar estetik üretim sırasında etkisini göstermektedir.
Günümüz Kıbrıs Türk(çe) şiirinde birçok şair kendi içsel yapısından getirdiği özellikleri şiirin estetik yapısıyla sentezleyerek bir yaratımda bulunmaktadır. Şair-Fotoğraf Sanatçısı ve Öğretmen Mustafa Müzezzinoğlu’nun ilk şiir kitabı “Gün Işığının Sesi” de şairin kendine özgü uğraşlarının etkilerini içerdiği kanısındayım. Nitekim bu kitapta şairin şiirleriyle fotoğrafları bir arada yer almaktadır. Fotoğrafçılığın getirdiği renk duyarlılığı, doğaya yöneliş ve rüyaların etkisi şiirlerin estetik malzemesi durumundadır. Bu yazımda Müezzinoğlu’nun Gün Işığının Sesi kitabı üzerinde durmaya çalışacağım.
1. Renklerin kullanımı
Renkler insan yaşamında önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Renkler, gerek bireyin iç dünyasında yarattığı etki, gerek toplumun kültürel kodlarını yansıtması açısından, şiirin temel unsuru olan “az sözle çok şey anlatmak” ilkesiyle de bağdaşmaktadır. Birçok şairin mavi rengine yönelmesi, mavinin çağrışım gücünü ortaya koymaktadır.
Edip Cansever’in “Maviyi soruyordun, gözlerimden yüzüme yayılan maviyi mi / bir renk değildir mavi huydur bende”; “Bir kadın da değilsin bir kişide değilsin / bir kuş olsa mavilik derdi buna” dizelerine göz atıldığında mavinin çağrışım değerinin şiire nasıl bir güç kattığı görülmektedir.
Renklerin çağrışım değerine insan psikolojisi ve kültürel kod doğrultusunda bakıldığında ise mavi, sarı, beyaz gibi renklerin olumlu bir mesaj verdiği görülürken; siyah rengin ise bir karamsarlık ve yas anlamı taşıdığı söylenebilir. Öyle ki cenaze törenlerinde insanların siyahlara bürünmesi yaşadığı olayın karanlığını da ortaya koymaktadır.
Renkler şiir sanatının yanında fotoğraf sanatında da önemli bir yerde durmaktadır. Fotoğraf sanatçısı, ışıkla birlikte renkler arasında uyum ve kontrasta da dikkat etmektedir. Fotoğraf sanatçısının dünyaya baktığında gördüğü diğer insanların gördüğüyle aynı değere sahip değildir. Fotoğraf sanatçısının estetik bakış açısı renklere, ışığa, kompozisyona, derinliğe, âna odaklanmıştır.
Şair olmasının yanı sıra fotoğraf sanatçısı olan Mustafa Müezzinoğlu’nun “Gün Işığının Sesi” kitabında renkler yoğun bir şekilde kullanılmakta, kanımca şiirinin karakteristik özelliğini yansıtmaktadır.
ofelya’nın rüyası
çiçekler ekiyor sözcüklerin özüne,
bir aşk mektubunda dolaşırken ofelya.
şiirden bir taç olmuş
bembeyaz papatyalar geliyor.
uzanıp dokunuyor rossetti'nin elleri;
çıldırıyor tuvalde turuncular, yeşiller
ve fuşya.
yarılıp dökülüyor tane tane narları.
seni çok özlüyorum demekte
şirin sesli açelya.
geziniyor leylakların elleri
cümlelerde dipdiri.
bir kör kuyu
konuştu birdenbire derin
ve karanlık
ve uğultulu
ve kâbus!
Kitabın ikinci şiiri olan “ofelyanın rüyası”na bakıldığında renklerin imgesel bir anlatımla varlık alanı kazandığı gözlemlenmektedir.
Yukarıdaki şiirde Ofelya üzerinde bir kurgu yoluna giden şair, şiire sözcüklerin özüne çiçekler ekildiğiyle başlamaktadır. Sözcüklerin özünde çiçeklerin olması, o sözcüklerin kullanıldığı metnin renkli bir anlatıma sahip olduğunu çağrıştırmaktadır.
Nitekim ikinci dizede “Ofelya”nın bir aşk mektubunda dolaştığına dikkat ettiğimizde bu aşk mektubunun birçok rengi içerisinde barındırdığı anlamına ulaşmamız da mümkündür.
Şiirin devamında renklerin daha somut bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Özellikle şiirin ikinci bölümünde geçen “şiirden bir taç olmuş / bembeyaz papatyalar geliyor. / uzanıp dokunuyor rossetti'nin elleri; / çıldırıyor tuvalde turuncular, yeşiller / ve fuşya. / yarılıp dökülüyor tane tane narları.” dizelerinde “bembeyaz papatyaların şiirden bir taç haline geldiği”, şair, yazar ve ressam olan Rosetti’nin ellerinin dokunmasının ardından tuvaldeki turuncu, yeşil ve fuşya renklerinin çıldırdığı ve kırmızının simgesi olan narın yarılıp döküldüğü dikkat çekmektedir.
renklerimizle büyüttük sevdamızı
büyük bir kilisede vaftiz edilen bir bebektim,
dudaklarımda bembeyaz manolya!
gördüm montmartre merdivenlerinden göğe yükselen
masmavi bir kadın.
mektup okurken hüngür hüngür ağlayan babama
sarıldım sapsarı.
bir modigliani tuvalinden çıkardın,
rüyama birdenbire girerdin,
yeşil gözlü bir güzeldin!
mavi bir kuştu, gelirdi,
uçururdu gözlerimizi, öperdi mutluluğumuzdan.
mor ötesi ışınların ardına gizlenirdik,
kimseler göremezdi.
altın sarısı saçlarından
leylak sevdalısı leylekler geçerdi,
öperdim seni.
Müezzinoğlu’nun renklere olan tutkusu yukarıda verilen şiirin başlığından da anlaşılmaktadır. “renklerimizle büyüttük sevdamızı” şiirinde geçen “dudaklarımda bembeyaz bir manolya”, “göğe yükselen masmavi bir kadın.”, “hüngür hüngür ağlayan babama sarıldım sapsarı.”, “yeşil gözlü bir güzeldin!”, “mavi bir kuştu, gelirdi,” ifadelerine bakıldığında renklerin alışılmadık bağdaştırma yoluyla imgesel bir anlatım oluşturduğu görülmektedir.
Masmavi bir kadın göğe yükselmekte, anlatıcı hüngür hüngür ağlayan babasına sapsarı sarılmaktadır. Özellikle sapsarı sarılma ifadesi çağrışım gücü yüksek bir imgenin özelliklerini taşımaktadır.
Kitaptaki renklerle ilgili diğer dizeler şöyle sıralanabilir:
“mavi kuş,
bir deli kurşuna kurban gitti de
sarsıldı tüm maviler” (yok oluş ve zaman şiirinden)
“can acısı bir kırmızında kaçtık biz
çuha çiçeğinde seviştik turuncu
…
yalım yalım göklendi dünya
ve ben öylece mavi” (biz yer çekimsizdik şiirinden)
…
2. Doğaya yöneliş
Gün Işığının Sesi’ndeki şiirlerde çiçekler ve ağaçlar odağında doğaya bir yöneliş söz konusudur. Şair renklerle birlikte çok sayıda çiçek ve ağaç göstergeleriyle ekolojik yaklaşım sunmaktadır.
Kıbrıs Türk(çe) şiirinde Fatoş Avcısoyu Ruso, Gürgenç Korkmazel, Tamer Öncül gibi isimlerin de doğaya yönelik şiirlerinin bulunduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır.
“lâl rengi bir çin gülüne varmıştı bir gece ansızın öpüşüm”
Paramparça şiirinden alınan yukarıdaki dizede şair “çin gülü”nü şiirsel bir dil içerisinde kullanmıştır.
“dudaklarımda bembeyaz bir manolya!
…
altın sarısı saçlarından
leylak sevdalısı leylekler geçerdi”
“renklerimizle büyüttük sevdamızı” şiirinden verilen yukarıdaki dizelerde beyaz manolya ve leylak çiçeklerinin kullanıldığı göze çarpmaktadır. Şair, beyaz manolyanın dudaklarında olduğu üzerinde dururken; leyleklerin ise leylaklara sevdalı olduğunu dile getirerek yeni bir gerçeklik yaratmıştır.
“tutunur beş bin yıllık ağaç köklerine toprak, biliriz.”, “özler durur ilk aşkını bin yıllık ardıç.”, “şahittir olup bitene zehirli eğrelti otları”, “gecenin gizli çiçeği”, “öpse küpe çiçeklerinden / tatlı nefesli efes ve // koşa koşa geçse nergisli kırlardan mutlu”, “gözlerinden geçiyorum her sabah; / yaseminden geçiyorum”, “gülsen, / gökleniyor çiçekler./ polenler serpiyor göklerden papatya, // … // mor salkımlı ağaç deltada mutlu”, “çuha çiçeğinde seviştik turuncu”, “başbaşka inerdi bozkıra gün ışığı. / tefleri titretirdi kara başlı isketeler. / el eleydik kır çiçekleriyle biz.”… gibi dizeler de doğayı barındıran bir içeriğe sahiptir.
3. Rüyaların etkisi
Gün Işığının Sesi’nde rüya izleği üzerinde de durulmaktadır. Psikoloji tarihinde Freud, Adler, Jung gibi isimler rüya üzerine çalışmalar yapmıştır. Freud’a göre kişinin bastırdığı duygu ve davranışlar rüya yoluyla ortaya çıkmaktadır. Jung ise kişinin yaşamak isteyip de yaşayamadığı şeyleri rüyasında gördüğünü savunmuştur. Birçok şair kendisini etkileyen rüyalardan yola çıkarak şiirler yazarken, birçoğu da rüyayı benzetme unsuru olarak kullanmaktadır.
Kitabın ikinci şiirinin başlığının “ofelya’nın rüyası” başlığını taşıması şiirdeki rüya izleğinin yerini ortaya koymaktadır. Söz konusu şiirin son bölümünde geçen “bir kör kuyu / konuştur birdenbire derin / ve karanlık // ve uğultulu / ve kâbus” dizelerinde rüyanın bilinçaltının karanlık dünyasına açılan bir kapı olduğunu düşündürmektedir. Rüya o karanlık kuyuya bir taş atmaktadır.
“Paramparça” şiirine göz atıldığında şairin yaşam içindeki acımasız olay ve durumları rüyasında paramparça bir halde yeniden yaşadığını söyleyebiliriz. “ne hâldi, bitip tükenmezdi bu paramparça olmuş rüya! / bambaşka bir âlemdeydi / yersiz yurtsuzdu düşüm” dizelerinde şairin bir yabancılık içerisinde olduğu, yersiz yurtsuz bir konumda bulunduğu görülmektedir.
“renklerimizle büyüttük sevdamızı” şiirinde ise rüya bu sefer olumlu bir anlamla karşımıza çıkmaktadır. Aşk duygusunun ağır bastığı bu şiirde şair sevgilisinin bir resim tablosundan çıkıp rüyasına girmesini şöyle dile getirmektedir: “bir modigliani tuvalinden çıkardın, / rüyama girerdin,”.
